Sözcüklerin yansıması, kırılan
parçalarını bir araya getirmeye yetecek mi kalbimin en çok da tevekkül
yüklendiğim ömrün bu son deminde mi derleyeceğim yeni baştan hayatı bir de
çözümsüz kalan bir bulmacanın meali iken kırgın sözcükler.
O devasa yangınsa sönmek bilmeyen ve
sırtladığım her kıvılcımın katıksız hizmeti elbet şiar edindiğim herkesten
azıcık farklı ve bunu kabullenmenin verdiği huzur ertesi el sıkışmaktayım
içimdeki çocukla.
Devingen mahiyette ömür oysaki
g/örüntü itibari ile hayli pasif ve kifayetsiz addedilen bir varlığım bir o
kadar varlık katsayım asal bir sayıyla bölünmesi itibari ile sürekli aynı
sonucu verirken: elbette yutan elemanı da sabit bir katsayı olarak ekledim mi
ismimin başında içimdeki gül bahçesine diğer çiçekler taziye çelengi
göndermekte ve ruhumdaki sabırsız özlem ile yeniden açmayı talep ediyorum
tabiattan en çok de değişmez mizacımla savunduklarımın da arkasındayken.
Hayatın akışı bense kuş bakışı ses
etmeden bol bol gözlem yapıyorum hele ki sunulan ev hapsinde kaderimin hiç mi
hiç yüksünmüyorum kendimden ve sabit izlekler durağında adeta bir levha gibi
coşkumun rakımın hesaplıyorum elbet ana haber bültenlerinde kürsüye çıkan baba
yiğitlere bakıyorum da…
Diğer yandan her gün açıklanan o
tablo: kaç bin kişi ise virüsle yolunun kesiştiği bir yandan vefat sayıları
hızla tırmanırken…
Elbet devamı var en azından ölüm
korkusu tek yaşayan ben değilim dünyada ve bunca olup bitene rağmen eskiye
oranla daha mı iyimserim ne?
Gözle görünen köy ve diğer tüm diğer
köylerden kovulmuş biri olarak ben sadece kovulmayacağım son köyün özlemi ile
idame ettiriyorum hayatımı.
Hayatın sunumu ne ise ve eskide kalan
isyankâr yanım ve işte şükretmeme vesile ne çok şey varken karanlığın da
fısıltısı ve çağrısıyla elbet sıramı bekliyorum ama her an sıramdan firar edip
ölümü de reddedebilirim gerçi bunu ne yaparım ne de atıfta bulunurum ama
kendimi yeni yeni sevmeye başlamışken ölmek hiç de çekici gelmemekte.
Yine de ön hazırlıklarını yapmanın
tam da zamanı her an her şey olabilecekken azıcık da olsa umudumu saklı
tutuyorum en azından güne odaklı bir yaşam felsefesi ki ezelden beridir hayal
teknemle yaşar ve yol alırken…
Yine de itiraf etmem gerekirse hayal
kurma yetimi saklı tutuyorum ve kendime göre hayallerim var ne zamanki kalem,
duygular fora deyip de konuşma hakkımı elimden alırken.
Hem daha çok insan var sevilmeyi
bekleyen gerçi onların nazarında neye tekabül ettiğim de artık eskisi kadar
önem taşımıyor çünkü sevilmek gibi bir talepte bulunmazken sevebilme gücüm
gaipten gelen bir güç.
Ne gövde gösterisi ne de bir şeylerin
iddiası payıma düşen altı üstü kendi halinde bir insanım ama her ne hikmetse
kendimi halimle baş başa bırakan insan sayısı pek bir az.
Günler gülümsemeye dair.
Yazmaksa huzurun ta kendisi.
Yüzüm bazen asık olsa da hayli de
aksi bir insan olsam da içimdeki iyi niyet ve ışık sonlanmıyor.
Varacağım bir yer var mı, peki hele
ki yarının neler getireceğini hiç birimiz bilemezken bu anlamda kelebek ömürlü
yazılar ve şiirler yazmadan olmuyor üstelik azıcık vaktimi alan ve geniş
gönüllü bir insan olmamın da bana kattığı ile çalçene yaşarken şimdilerde
çalakalem sözüm ona hayatımın da rakkasesi iç sesim.
Dış ses mi?
O, hep vardı ve de var olacak lakin
son zamanlarda hayli kısık bir tondan müdahil olmakta hayatıma: a, evet, bir de
yüreğimde yeri olan sayısız insan ve ne yazık ki çoğuna kırgın olsam da
sevmeden duramıyorum lakin hayli canımı yakmalarından mıdır nedir kendimle
uzlaşı sağlamamda da çokça etkileri olmakta.
Şaşkın mizacımla ve şaşkın yüreğimle
akla zarar olduğum aşikar ki bir insan hep mi sever acı çekmeyi hatta yerden
yere vurulmayı ve elbet etkisiz eleman olma sıfatımla hayli de kızdığım
insanlar yok değil hani üstelik lafımı esirgemeden artık direnci saklı tutarken
her ne kadar öfke kontrolünde başarılı işler yapmış olsam da tutamıyorum işte
kendimi.
Sevdiğimi bile kabullenmeyen hatta
umarsız hatta kızanlar var misal ya da duvar gibi sessiz bense safça
sevebilirken düz duvara tırmanmak peki bir hoşuma gidiyor adeta.
Bakmayınız hani şu yazdığım üç beş
sayfa yazıya ki elimdeki kalemi ne zaman fırlatsam uzağa içimdeki sefil ve
derbeder kız çocuğu adeta saçlarımı kökünden söküyor yetmiyor üstüme abanıp
nefessiz kalmamı sağlıyor bu anlamda neresinden baksanız en az bir iki saat
yazma filli ile iştigal geçmeli günüm ya da gecem.
Sahip olduğum ne ki?
Elbette sahibi olduğum hiçbir şey yok
somut anlamda üstelik somut olan ne varsa çalıp da çırpmışken insanlar.
Soyut olan neyse sözüm ona bana
yakıştırılan onlar da sizlere ömür.
Misal mi?
Hayallerimin çalındığın geç fark
ettim ama hayal kurmak ya da aklıma koymak oldu mu payıma düşen soyut anlamda
dinmeyen bir coşku söz konusu üstelik sevgi ve inançla eşleşen. Hal de böyle
oldu mu yeni baştan sayıp diziyorum her şeyi ve nerede ise her gün hayatım illa
ki bir film şeridi gibi geçiyor gözümün önünden ki öldüğüm möldüğüm de yok hani
en çok da günü kapıdan kovup bacadan da düştü mü aşağı o yüzü gözü ise içindeki
sefil kalemim, sil baştan yaşıyorum biten günü bu sefer asık yüzümde sadece
meleklerin ve Tanrının görebildiği bir gül bahçesi adeta açan hiç mi hiç
solmayacakmışçasına ta ki ertesi güne kadar ve o gülleri derliyorum cümle
bazında sonra da sunuyorum sizlere iç sesimi üstelik ben bihaber iken olan
bitenden ve elbet gelen yorumlar, eleştiriler ve işte başlıyor yolculuğum.
Fark etmediğim onca şeyi okuyucu bana
altın tepside sunarken ki benim aslında tüm ruhumu ve yüreğimi tüm çıplaklığı
ile okuyucuya sunan ve müthiş bir iletişim müthiş bir katarsis ki hep da
danışman koltuğunda oturup iyi bir terapist olma hayallerim çoktan sonlanmışken
bu sefer koltukta oturan sizler ve ben diğer koltukta sözüm ona danışan
kimliğimle bir bir çözüyorum içime dolanan o kör düğümü elbet sunumu huzur
elbet sunumu şaşkınlık.
Bazense kendimi yenik hissettiğim ve
hep de şüphe taşıdığım: neyin şüphesi mi?
İlk olarak insan olarak neye denk
düştüğüm.
İkinci etapta kalemim ne derecede
başarılı olmuş ya da iyi bir açılım sunmuş muyum okuyucuya?
Kısaca: iyi bir insan ve iyi bir
yazar olmanın neye tekabül ettiği ya da addedilen nedir de ben yeteri kadar görevimi
yapabilmiş miyim?
Bu kanıya nereden vardığımsa daha
doğrusu iyi bir insan ve yazar olmanın neden iç içe geçtiğini şu açıklama ile
sizlere sunabilirim:
Yanılmıyorsam Elif Şafak’ın bir
makalesinde okumuştum:
‘’İyi bir insan ve iyi bir yazar
olmanın ölçütü nedir?’’
Yazmaya henüz başladığım o dönemde
aklımı kurcalayan bir soru yumağı -halen de- ve o zamanlar hayli sempatim
varken Şafak’a ne yazık ki zaman içerisinde oldukça ivme kaybetti ona duyduğum
sempati çünkü o günden beri gözlemlediğim her şey ve de herkes inanılmaz bir
beyin jimnastiği yapmama vesile oldular.
Düşünce anlamında ve de kanıksadığım
ilkeler öncelikle insan olarak haiz olunması gereken nedir, misal…
Duygular zaten hep de yoran.
Ve öğrencilik dönemimden beri iki
arada bir derede kaldığım elbet zihnimle duygularımın deviniminde ben neyi ne
ölçüde sunacağım da herkes mutlu olacak bu anlamda mesleğim itibari ile
hayatımın çoğu zamanını mantığımı dinleyerek geçirdiğim gelin görün ki duygusal
anlamda da çok yıprandım ve aklıma koyduğum neyse başarıp da devamını
getiremedim çoğu şeyin şimdilerde ise duygularım beni yönlendiriyor ve bu sefer
zihnim bana değil ben zihnime emir yağdırıyorum.
Bunda başarı kazanmam ise sadece
yazarak elde ettiğim bir sonuç ki…
Hayatımı zora sokan neyse bir şekilde
dizginler benim elime geçti işte elbet buna onay veren ilk olarak Yaratan ama
kimliğimin sorgulandığı zamanları ve de sorgulayanları bir şekilde geride
bırakmak zorundaydım elbet özel hayatımda bana sıkıntı yaratan ne ise hatta kim
ise bu anlamda özellikle psikoloji biliminde en çok sevdiğim kuramlardan biri:
sistematik duyarsızlaştırma nihayetinde kendimi önemsememe ve de sevmeme vesile
olan çok karışık ve de meşakkatli bir sürecin nihayetinde kalemin de ışığı ile
hayli yol kat ettim özel hayatımda.
Hala çok sevebildiğim.
Hala gözüm kapalı inandığım insanlar
gerçi çok az sayıda ama.
İşin enteresanı, kalp gözü denen bir
mefhum peyda oldu içimde bir yıl oldu ya da olmadı ve altıncı hissim daha da ön
plana çıkmakta her anlamda üstelik.
Kısaca, sevgili dostlar: her şey bir
bütünlük içinde geldi oturdu ve yerleşti hayatımın merkezine.
Herkes kadar ya da değil ki
öykündüğüm kimse de yok hayatımda ön plana çıkan elbet ehemmiyet verdiğim ve
bana ışık tutan insan sayısı hayli fazla olsa da öykündüğüm tek şey:
Yine kendimim.
Kendimsiz bir dünyayı bir ara pek
merak ederken artık kendimi kabullenmenin verdiği huzur ve sevinç ile böyle bir
beklentim de kalmadı hani çünkü herkes gibi ben de biricik ve tekim üstelik
bahşedilen hayat ve özelliklerim ve mizacım ve duygu devinim hızımla neden
fazlalık teşkil edeyim ki hayata üstelik…
Bunu gözümün içine baka baka haykıran
ve beni bensiz ve de umutsuz ve de çaresiz bırakan bir dünya dolusu insanı da
artık önemsemiyorum ki nefret bile etmezken onlara karşı öylesine duyarsızım ki
üstelik yeteri kadar vakit kaybetmişken ve hayatımın çoğunu üzülerek ve kendimi
yetersiz biri olarak hissetmişken ben sadece önüme bakıyorum ve arkamda kalan
her şey herkes adına da evrene müteşekkirim yoksa asla bu içsel yolculuğa
çıkmayacak ve kalemimle tanışmayacaktım ve de…
Kendimi sevmek adına ne çok sebebim
varmış meğer ve biliyorum da artık her şeyin bir vakti zamanı olduğunu.
Demek ki o gün bu günmüş…
Sevgilerimle…