Değinmediğim bir yaş dilimidir önceki
yazılarımda ki zor yıllardı elbet dahası da var.
Sayın Âdem Hocamın şiirini okuduktan
sonra kendimde bu cesareti buldum ve ilk sizlerle paylaştım.
Yirmili yaşlarım.
Yazarken de hissettiğim bir yaş
dilimi ve bitimsiz bir coşku hayatın geneline yaymak zor olsa da beni ayakta
tutan.
Bu anlamda sizlere çok teşekkür
ederim çünkü sizlerin varlığıdır kalemle olan iletişimimde ilk sırada önem arz
eden…
Düşlerimi tartıyorum elbet havada
kalıyor kefe’nin bir tarafı en çok da gerçekler gerekçeleri ile ağır basarken
ben de ağırdan alıyorum hayatı en çok da mutluluğu.
Hüzün istikrarla hayatımızı alabora
etmişken ben dört sene boyunca rutin gidip geliyorum fakülteye ve günden güne
kilo kaybediyorum hani nerede ise biri üfleyecek bense kanat açacağım.
Gökyüzü ile alıp veremediğim yok o
aralar sadece önüme bakıyorum ve tüm hüznüme rağmen başımı dik tutuyorum ve
üniversitenin değil tadını çıkarmak o dört sene boyunca bir kere bile kantine
gidip çay içmiyorum arkadaşlarımla. Hani nerede ise hayali fenerim bu arada
babam o sinsi hastalığa yakalanıyor ve biz o da dâhil olmak üzere asla
konduramıyoruz hastalığını.
Geceleri hepi topu iki ya da üç saat
uyuyorum ve sabahki dersime yetişmek için acele ediyorum ve okul yolunu yaya
gidiyorum neresinde baksanız bir saatlik sporumu ihmal etmiyorum.
Ne yorgunum ne de uykum var ne de
açım gün içinde tek lokma yemiyorum.
Ders aralarında eğer ki bir ya da iki
saat boşluk varsa ben kalan sporumu tamamlıyorum ve vaktiyle yetişiyorum
öğleden sonraki derse.
Ağır bir müfredat ne de olsa
İşletmede tüm dersleri İngilizce okuyoruz ama asla yakınmıyorum hatta değil
zayıf not almak resmen sınıftaki ilk beş öğrencinin içindeyim.
Hayli vakur.
Hayli yalnız.
Bir o kadar umarsız ve farkındalık
kazanmadığım bir süreç.
Ayaklanmış ruhumla otomatiğe
bağlanmış bir şekilde hayatım sadece sorgulamadan görevimi ifa etmekle geçiyor.
Ben okurken babam erimeye devam
ediyor hani nerede ise ben de ereceğim ne de olsa o dört yıl boyunca yüzüm hep
asık ve somurtuk.
‘’Son dersin notlarını vermen mümkün
mü, Elif?’’
Ki Elif’ten bin kat fazla not
almışken…
‘’Geceyi acilde geçirdik babam
fenalaştı.’’
Elif üzülerek bakıyor yüzüme ve
geçmiş olsun dilekleri ile beraber ders notlarını veriyor.
Merhamet dolu gözlerini seviyorum
Elif’in hatta o dört sene boyunca adını ezberlediğim tek insan Elif.
Kontenjanı az olan bir bölüm ne de
olsa yüksek puanla giriliyor bölüme üstelik benim üçüncü tercihim hani nerede
ise tıp öğrencisi kadar ağır bir eğitim alıyoruz.
Rutinim uzun lacivert paltom ve aşırı
üşüyorum ve kış boyunca paltomla giriyorum derse.
Hiç de fark etmiyorum hani, absürt
durup durmadığımı neticede üşüyorum neticede okulumu bitirmeliyim neticede
babam iyileşecek derken daha beteri geliyor başımıza.
Annem geçirdiği kaza sonrası
hastaneye yatıyor ve kazada yırtılan kasını üstten diken hastabakıcı yüzünden
iki kere ameliyata alınıyor derken babam da onkolojiye yatırılıyor ve karşı
servis ortopedi ve orada da annem yatıyor.
Kardeşim ne yapıyor pek alakadar
değilim ve işte kendimden uzaklaşmamda etkin olan bir detay bense kaç parça
olmuşsam artık: üniversite, ev ve hastane arasında mekik dokuyorum bu arada
günlük iki saatlik uykum sıfırlanıyor ve ben bu şekilde sporumu da ihmal
etmiyorum ve çok soğuk ve inanılmaz üşüyorum aslında düştüğümü idrak edemiyorum
ve üşümem hız kazanıyor.
Açlığımın da farkında değilim ve
derken dördüncü sınıfa geçiyorum.
Annem zor geçen ameliyatlardan sonra
eve dönüyor babamın tedavisine evde devam ediliyor. Kan ve serum veriliyor
düzenli olarak ve ailecek irtifa kaybediyoruz.
Bu arada son sınıfa geçtiğimiz için
şirketler ve bankalar okulumuzu ziyaret ediyor ve çoğu arkadaşım o seneden
başlıyorlar çalışmaya ne de olsa part-time işler telaffuz edilen ve ben hiçbir
seminere katılmıyorum neticede yapmam gerekenler var.
Adeta dünya dışı bir varlığım ve
türümün tek örneğiyim.
‘’Gelir misin bizle? Tur atacağız
caddede?’’
Kulağıma çalınan bu soru ve dönüp
bakıyorum sınıfın en zengin ve havalı kızına ve anlıyorum ki sorunun muhatabı
değilim zaten üstüme filan da alınmamışken.
Süklüm püklüm değilim elbet lakin
inanılmaz kasvetli ve umutsuz.
Sınavları teker teker veriyorum ve
sene sonuna az vakit kala derken yıllık için resim çekiliyor ve son anda
yetişiyorum fotoğraf çekimine gelin görün ki yıllık almak aklıma bile gelmiyor.
Uyku denen nimetten uzağım ve
üniversite yıllarımda beni tek hayata bağlayan okulu azimle bitirmek adına
kendimi hırpaladığım ve formumu korumak adına aç yaşadığım yetmezmiş gibi
aralıksız her gün üç saat yürüyüş yaptığım.
Hazırlıklar başlıyor diploma töreni
adına ve herkes nasıl da mutlu.
Babamsa yoğun bakıma kaldırılıyor
mecburen annem de yanında ve ben hala bilemiyorum nereye ait olduğumu.
İstikrarla yemek yememeye ve yürümeye
ve üzülmeye devam ediyorum lakin infilak etmek üzere olduğumun da farkında
değilim…
Ve o gün nihayet geliyor.
Üzerimde cübbem başımda kepim bahçede
bir köşede bekliyorum elbet törene sadece annem gelecek küçük kardeşimle
beraber elbet yoğun bakımdaki babamı yarım saatliğine de olsa yalnız bıraka
bilirse.
Herkes coşkulu.
Kampüs kalabalık.
Herkesin yanında ailesi ve yakınları.
İşin ilginci duygularımı dışa
vuramadığım bir süreç en çok da ağlamayı beceremediğim ama içimde de yanardağ
aralıksız lav püskürtürken.
İnsanlar boy boy resim çektiriyor ve
elimde kırık fotoğraf makinem hiçbir resme dâhil olmuyorum tören başlamak üzere
ve son anda annem giriyor kapıdan: o kadar yorgun ve mutsuz ki lakin beni gördü
mü yüzünde çiçekler açıyor.
Diplomalar dağıtılıyor ve sıra bana geliyor:
diplomanın yanında bir belge daha tutuşturuyor bölüm başkanım işin ilginci
üzerinde ne yazdığına bakmıyorum ve yaklaşık üç sene sonra o belgenin ne
olduğunu fark ediyorum:
Üstün başarı belgesi ve bölümü
dereceyle bitirdiğimin dahi farkında değilim.
Birkaç resim çekiyoruz bahçenin bir
köşesinde. Yüzüm o kadar soluk ki sanki kendi cenaze merasimimde sadece benim
beni uğurlayan.
Ve işte her şey o gün sona eriyor.
Oysaki…
Her şey herkes için yeniden başlarken
ve tüm arkadaşlarım ara vermeden birer işe yerleşirken benim aklıma dahi
gelmiyor acele ile bir işe girmek ne de olsa yükümü yeni boşaltmışım ve işte
diplomam da tüm haşmeti ile elimde.
Diploma merasiminden sonra günlerce
hatta haftalarca aralıksız uyuyorum ve bir kalkıyorum ki: içimde korkunç bir his.
Annem elbet hastanede babamın yanında ve ona ulaşacağım bir telefon asla yok ne
de olsa cep telefonunun kullanılmadığı yıllar.
Hızlı bir şekilde kardeşimin yanına
gidiyorum ve o, o kadar küçük ki:
‘’Yürü, hemen gidiyoruz.’’
‘’Nereye abla?’’
‘’Hastaneye elbette.’’
‘’Ne oldu ki?’’
‘’İçimde kötü bir his var. Çabuk
gidelim son kere görelim babanı.’’
Son sözcüğü ağzımdan nasıl çıkıyor
bilmiyorum ve daha fazla telaşlandırmadan kardeşimi çıkıyoruz evden ve hastane
diğer yakada ve oraya gideceğimizden annemin haberi asla yok.
Geç bir saatte hastanedeyiz ve yoğun
bakımdaki babamı daha doğrusu kemik yığını ve derisi kurumuş bir avuç kalmış
aslan babamı son kez dünya gözüyle görüyorum.
Ağzından duyduğum tek kelime dün gibi
kulaklarımda:
‘’Evlatlarım benim.’’
Annem sorgulamıyor bile neden
alelacele geldiğimizi gerçi o da her şeyin farkında ama…
Hızlıca ayrılıyoruz hastaneden
kardeşimle beraber. En azından içimiz ferahlamış bir şekilde eve dönüyoruz
gerçi buna ferahlık denir mi bilemezken.
Sıkı sıkı tutuyorum kardeşimin elini
ve onun ağladığını görünce paylıyorum:
‘’Eve gidene kadar tut yaşlarını ve
asla başını eğme. Eğmeyeceksin de kimseye bir hayat boyu.’’
Kardeşim kuruluyor gözlerini ve itaat
ediyor bana ve eve döndüğümüzde ikimiz de boca ediyoruz gözyaşımızı ve bizim
eve dönmemizin üzerinden gece geç bir saatte telefon geliyor.
Annem arıyor ama nerede olduğunu
sonra anlıyorum:
‘’Gitti.’’
İlk anda anlam veremiyorum ne demek
istediğine ve nerede olduğunu soruyorum.
‘’Teyzendeyim. Şimdi geleceğim.’’
Ve telefonu kapatıyor ve işte ansızın
idrak ediyorum kimin nereye gittiğini az sonra geliyor eve annem.
Üçümüzde de tek ses yok. Ansızın
gitmiş babamın ardından elimiz ayağımıza dolanıyor bir o kadar sakinliğimizi de
korumaya çalışıyoruz elbet saniyeler sonra hıçkırığa boğuluyoruz.
Bir hayat.
Sunulan bir başlangıç ki söz konusu
yeni mezun bir öğrenci iken.
Bir hayat.
Acele ile dünyayı terk eden.
Sadece babam ölmüyor o gece ve bir
yanım sonsuza kadar beni terk ediyor.
O geceye dair en net hatırladığım,
tanımsız tarifsiz bir rüzgârdır tüylerimizi diken diken eden oysaki o kadar
sakin bir hava vardı ki o gece…
Rüzgâr gibi geçiyor babam hayattan ve
geride üç enkaz bırakıp bizi terk ediyor sonsuza değin.
Diplomamı bir kez bile göremezken ve
kızının mezuniyetine yetişememiş ve işte o gün benim için yeni bir milat
oluyor:
Yeniden doğmamın öncesinde uzun bir
süreyi inzivada geçirdiğim ve çok uzun bir süre sadece uykuya ve kâbuslara
teslim olduğum…