Bir düş ertesisin sen, Sabahat:
sözcüklerden yüksündüğün kaçmaz gözümden aslında sen bir sözcüğe bile denk
düşmüyorsun ne zaman ki…
‘’Ah, sabah… oldu’’ nun ertesi
düşüyorsun aklıma Sabahat ve hüzün kervanında başı çekiyorsun.
Kanatlarının ayarı yok ki senin ve
hep de kandığın üzere kanadığını da görüyorum, Sabahat ve ben sözcüklerle
pansuman yapacakken…
Ah, kaçma benden seni sefil kadın ve
bir adın var senin:
Ha sabah demişim ha Sabahat, diye
seslenmişim.
Kukumav kuşu gibisin işte ayarın yok
bense sürekli yağlıyorum motorumu ve asla yolda kalmıyorum sense kağnı arabası
gibi sürtüyorsun bir orada bir burada sonra da sana sürtük, diyenlere
kızıyorsun…
Ah, Sabahat bir kere de olsa sürtsen
ya burnunu.
Çekme içine yaşlarını.
Genzinde saklı hıçkırığı da sal işte.
Mevla’m çayıra sen kayıra…
Yoksa başka bir şey miydi hani, seni
kayırdığı da yok Mevla’nın ne de olsa beynamaz bir sürtüksün sen.
Özet mi geçiyorsun yine iç sesine?
O zaman at elindeki aşk romanını.
Bir geç de masanın başına azıcık
tarih öğren biraz felsefeden nasiplen…
Din derslerinde kim uyu dedi sana?
Sen de uydun ya o çatlak sıra
arkadaşına…
Kim mi?
Ne o, ne çabuk unuttun Feyzullah’ı.
Hani iç cebinde kolonyalı mendil
taşıyan ve ayakları kokmasın diye pabuçlarına pudra dolduran sonra yerde ayağı
kayıp da kıçının üstüne düşen.
Ne o, Sabahat çok mu üşüdün şu yaz
gününde? Eh, olacağı budur kim dediyse sana yıkan da kurutmadan saçını çık da
dolaş haldır haldır, diye.
Ne anne sözü dinlersin ne de uyarsın
büyüklerine.
Sen de büyüdün fazlasıyla hem..
Ne o, inkâr mı ediyorsun, sefil
Sabahat?
Küçül de gir cebime hem ben senden üç
yaş küçüğüm hiç de öyle böbürlenme en küçük benim diye…
Dünkü çocuk mu?
Ufak at da civcivler yesin.
Bak kaç nesli eskittin sen.
Kaç da sevgiliyi yolda bıraktın…
Evet, üç otuzunda değilsin ama…
Mihrabın da yerinde olsa bari.
Sessizce gülme öyle sinsi sinsi bırak
da insanlar bir huzur bulsun senden fırsat bulsunlar şöyle bir huzurla
çekilsinler köşelerine.
Böbürlenme hem: bu gün ne olduğun
değil yarın ne olacağın önemi.
Azıcık az ye de üç kuruş at bir
köşeye ve üç kuruşluk adamlara babandan kalan maaşı yedirmeyi de bırak.
Bak, adın çıktı Sabahat adın çıktı:
Kim dedi sana düş yola sabah vakti
de…
Ay, evet, inadına sabah dedim
Sabahat.
Sabah kim sen kim?
Ancak kuşluk vakti açarsın gözlerini
ve ruhunu dikizlersin uykulu gözlerle artık öğlen de oldu mu arzı endam
edersin.
Bilmez miyim ben, sen dikiş
tutturamadın bir de genç kız olacaksın bir kere ekmek hamuru açtığını görmedim.
Hem sen ekmek de yemezsin, haspam:
Neymiş efendim, formun bozulurmuş.
O zaman giy de mahalle takımının
formasını düşsün yolun yeşil sahalara. Ama yok, yok, sen kaldıramazsın kıçını
azıcık koş havlu atarsın.
Çocukken de böyleydin Sabahat: az mı
ikmale kaldın beden dersinden az mı özel ders aldın o judo hocasından.
Ah, rahmetli baban nasıl da istemişti
seni okul takımında görmeyi. Pek mi lazımdı gidip da tango kursuna kayıt olman?
Bak adam gitti kalpten ama sende kalp yok be güzelim, sende kalp olsa beni
bırakır mıydın böyle ulu orta?
Hey, Sabah…
Sabahat, duy sesi mi. Bak sabah oldu
geldi kuşlar azıcık ekmek ver zavallı hayvanlara.
Hey, Sabahat, sana sesleniyorum:
sabah sabah çıldırtma insanı hem bak benden sır çıkmaz hadi bir el ver de şu
çamaşırları yıkayıp da akça pakça yapalım, seni pasaklı Sabahat seni…