Düş taksimleri ve de renklerin
muhtevası ve ipe sapa gelmez hikâyelerden geri geri gittiğim ayaklarımsa dünden
razı firar etmeye.
Metruk düşler sokağı ve aşkın adağı
bense sadığım her gün yön değiştiren iklime.
Aklımın panjurları kapalı ve hava
soğuk.
İçimdeki simyacı uykuda bense
tepiniyorum sözcükler iken sağdıcım söylemediğim neyse mizacımın da firar
etmesi an meselesi elbet göğün talaşlı yollarında telaşla yürüyorum.
Mozaikler kayıp.
Mimozalar solgun.
Günse ritmini kaybetmiş ve şehrin
sokakları yavaş yavaş tenhalaşıyor lakin beklediğim sakinliğe ve huzura bir
türlü ulaşamıyorum biliyorum da göç mevsimin geldiğini ve göçmen kuşlara
öykünüyor kanatlarım.
Hazandaki sızıntı.
Sızımdaki efkâr.
Efkârımsa yüklüyor cümleleri yüreğime
ve yüreğim kan yerine sözcük pompalıyor aklıma dahi gelmiyor tansiyonumu ölçmek
büyük ölçüde ya cıvalı çıkacak tansiyonum ya da mürekkepler pıhtı bıraktıkları
sayfada beni kahredecek.
Boşluğa düştüğüm.
Ama illa ki içine düştüğüm boş
sayfayı doldurmak istediğim belki de yedek almalıyım sözcükleri sonra da kırpıp
uçlarını uçurtma gibi uçurmalıyım göklerde elbet olan oluyor ve duygularımın
tansiyonu tavan yapıyor.
Seher vaktinin ulacı.
Sabahın esnediği.
Sahanda saklı sırlar.
Semadaki bilinmez.
Semaverimdeki çay.
Elbet sepetliyorum S ile başlayan tüm
sözcükleri ve başım göğe eriyor ve işte başlıyorum uçmaya artık ne kadar yol kat
edeceksem ve yollar yine kendime düşüyor ve şehrin ninnilerini duyuyorum
uzaktan gelen fısıltılar an oluyor çağlıyor üstelik şehir sakinleri çoktan terk
etmişken şehri bir başıma kalıyorum koca şehirle.
Aslında çok da ufak hele ki
haritadaki yüz ölçümü ve yüz vermiyorum şehre ne de olsa iki yakası bana ayrı
üzüntü veriyor ve eşleştiğim bu yakalardan dolayı benim de iki yakam bir araya
gelmiyor genelde.
Sağanak öncesi uyarı yapıyor
meteoroloji.
Bense tüm çamaşırları topluyorum ve
ipte kalan mürekkep izi üstüme başıma bulaşıyor oysaki sabahın erken saatinde
olacak iş mi şehrin kuytusunda bir şiire delalet olsun diye iç sesimi de
serptim mi şehrin sokaklarına ve rötarlı bir yolculuk başlıyor göçebe
kimliğimle şiir olduğum şehir olup dolduğum ya da mürekkebin her yere yayıldığı
ve gözümün ferine denk düşüyor imleç.
Söndü sönecek.
Uyku bastırıyor.
Şehrin ışıkları hala yanmamak adına
direniyor ben de direniyorum uykuya yenik düşmemek adına.
Hecelerden ördüğüm gün ışığı harcı âlemse
yüreğimin yolculuğu ve münazara ettiğim kalemin de vedası ve rüzgâr deli gibi
esmeye başlıyor bense bir kartpostalsa yaşıyor olmanın verdiği hüzünle çıkmak
istesem de çıkamıyorum içine kıstırılmış iken kartpostalın ve el sallıyorum
şehre aslında şehir de yutmuşken kelimelerimi ve hapsolduğum zindanlarda
tutunuyorum gökten sarkan o ipe ama asla alt edemiyorum tutukluluğumu ve şehir
ışıkları yanıyor anında doluyor sokaklar bense bir rüya görüyor olma ihtimali
ile kapatıyorum gözlerimi ve içime doğan sıcaklıkla biliyorum da kalemin ve
şehrin nüktesine tutukluluğumu.
Her halükarda şehir ve şiir ile
yaşayan bir beşer olmanın verdiği huzur ve hürmetle el sallıyorum o
kartpostaldan ve uykudan uyanacağım saati ve günü bekliyorum ki yeniden kanat
açayım İstanbul’un semalarına…