Akşam namazından sonra Çaylı ailesi akşam yemeği için masaya oturmuştu. Hatice’nin tahmin ettiği çıkmış, Müşerref Çaylı sabah olanlardan haberdar olmuştu. Yarım saattir habire evin içinde geziniyor kendi kendine konuşuyordu. İçinde kabaran öfkeyi sessizce çorbasını içen kocasına kustu.

-Sen ne yaptın Caner Bey?

            Caner Çaylı gözlüğünün üstünden karısına baktı.

-Ne yapmışım Müşerref Hanım?

-Oğlumun katilini işe mi aldın sen?

-Peşin hükümlü olmayalım Müşerref Hanım. Ben o konuda şüpheliyim.

-Şüphe ne demek Caner Bey? Fotoğrafı kardeşlerimiz getirdi. Şüphe ne demek!

-Kardeş dediklerimiz getirdiği için şüpheliyim zaten Müşerref Hanım. Kafamdaki sorulara cevap bulamıyorum. Misal oğlunun öldüğü ev madem kardeşlerimizin bilgisi dahilinde niçin kurtarmadılar? O fotoğrafa nasıl ulaştılar? O evde niye kamera vardı? Bende başka bir fotoğraf daha var Müşerref Hanım. Oğlun ve arkadaşlarının içki şişeleriyle sızdıkları bir fotoğraf.

            Müşerref Çaylı duyduklarını algılamaktan çok uzaktı.

-Oğlumun intikamını alacağına kardeşlerimizden mi şüpheleniyorsun Caner Bey?

            Caner Çaylı’nın sinirleri gerilmişti.

-Evet Müşerref Hanım diye çıkıştı. Kardeşlerimiz dediklerinden şüpheleniyorum. Oğlunun o evde ne işi vardı?

-Burak arkadaşlarıyla sohbet etmek için devamlı bir yerlere giderdi.

-Sohbette alkol ve kadında varmış hanım. Bana Burağı savunma Allah aşkına. Bir haftadır sinirden uyuyamıyorum zaten. Biz umre planlarken oğlumuz alkol partisinde öldürülüyor. Bundan ve başka şeylerden kardeşlerimizin haberleri var ama benim haberim yok Müşerref Hanım? Benim oğlumla ilgili niye hiç bir şeyden haberim yok hanım. Oğlanın yediği haltları hepiniz benden sakladınız. İki yıldır oğlanın odasına girmiyorum. Niye biliyor musun?

-Oğlunu sevmediğin için olabilir mi?

-İnnallahe me as sabirin. Oğlunun odasındaki buzdolabında neler var hanım?

-Ne bileyim ne var Caner Bey.

-Dolap ağzına kadar içki şişesi dolu Müşerref Hanım.

            Müşerref Hanım oğluyla ilgili olumsuz hiçbir şeyi kaldıramazdı.

-Olmaz öyle şey. Ne konuştuğundan haberin yok senin?

-Gözlerimle gördüm hanım. Gece alkollü geldiği için sessizce kapıyı açıp içeri aldığını bilmiyor muyum? Hacca gitmiş her sene umreye giden anne babanın alkolik, hırsız oğlundan bahsediyoruz. Su testisi suyolunda kırıldı hanım. Çok üzgünüm ama su testisi suyolunda kırıldı. Sana dünürcü gönderdiğimizde babanın ilk sorusu namaz kılıp kılmadığım olmuş. Birde oğlumuza bak. Bizden daha iyi dinini öğrensin yaşasın diye camianın okullarına gönderdik.

Müşerref Hanım kocasının konuşmasına izin vermedi.

-Saçmalıyorsun Caner Bey. Oğlunun intikamını almamak için başkalarını suçluyorsun.

            Caner Çaylı anlatamamanın ızdırabını yaşıyordu. Telefonundaki fotoğrafı karısına uzattı.

-Doğrudur hanım. Oğlumu emanet ettiklerimden hayal kırıklığına uğradığım için kırgın ve kızgınım. Bak şu fotoğrafa.

-Ne bu bir şey anlamadım.

-Dikkatli bak, oğlunun yanındaki şişeler içki şişesi. Diğer fotoğrafa da bak. Mesajı oku. Bizim oğlan hırsızlara araba soymaları için ricada bulunuyor. Hanım biz çocuklarımıza ne yapmışız farkında mısın? Okusun diye kızımıza başını açtırdık. Başörtüsü için ne kadar mücadele etmiştik oysa. Kızımız artık başını örtmüyor. Biz okuyamadık oğlan okusun diye camianın okullarına milyarlar verdik. Geldiğimiz duruma bak. Camia bizi sömürdü, çocuklarımızı mahvetti. Herkese kırgınım, kızgınım hanım. Oğluma Allah rahmet eylesin bile diyemiyorum. Üstüme gelme.

            Yemeğini yarım bırakan Caner Çaylı öfkeyle masadan kalktı.

-Görüyor musun kızım. Bir baba çocuğuna bu kadar düşman olamaz.

-Babam kimseye düşman falan değil anne. Yanlış yorumluyorsun. Babamı tanımazmış gibi suçlama lütfen. Hatırlıyor musun? Üniversiteye gittiğimde camiadan büyüklerimiz başınızı açıp okuyun dedikleri için başımı açtırdın. Şimdi başımı örtemiyorum. Camia bizi iki kişilikli yaptı. Biz Allah’ın emrini camianın emrinin gerisine attık. Burak’ta aynı oldu anne. Babam İmam Hatibe gönderelim dedikçe sen camianın okullarına göndermek için ısrar ettin. Burak lisede alkole alıştı anne. Sen gizledin, Babama haber vermedin. Babam hayal kırıklığı yaşıyor anne. Kandırıldığını düşünüyor. Bence haksız da sayılmaz.

            Müşerref Hanım umduğunu bulamamanın üzüntüsüyle masadan kalktı.

-Baba kız aynısınız. Sizinle konuşulmaz.

 

15 Ekim 2013 Çaylı Holding İdare binası

 

Hatice Çaylı holdinge geldiğinde Ali lobide onu bekliyordu.

-Babamı bekliyorsanız boşuna beklemeyin Ali Bey. Bu gün gelmeyecek.

-Güvenliği tamamen devraldık Hatice Hanım. Kameralar, monitörler yenilendi. Ofis katında böcek ve kamera araştırması yapalım mı? İster misiniz?

-Buna gerek var mı?

-İşveren siz siniz Hatice Hanım. Siz bilirsiniz.

Hatice Çaylı kısa bir an düşündü.

-Ne zaman yapacaksınız?

-Siz ne zaman derseniz Hatice Hanım. Yalnız...

-Yalnız...

-Çalışma saatleri dışında yaparsak asistanlarınızdan birinin yanımızda bulunması iyi olur.

-Saat 6’dan sonra yapın o zaman.

-Peki Hatice Hanım. Ben arkadaşlarla görüşürüm.

 

            Ali küçük lokantanın önüne arabasını park etti. Kapıda bekleyen adamlara aldırmadan içeri girdi. Çaylı Holding’den çıkmak üzereyken Soner aramıştı. Burak Çaylı’nın öldüğü evdeki paraların sahipleri ortaya çıkmışlardı ve paralarını istiyorlardı. Soner tanımadığı soluk renkli kamuflaj giymiş biriyle masada oturuyordu. Yaklaştı. Oturur oturmaz tanımadığı adam seslendi.

-Paramı istiyorum.

-Siz kimsiniz? Ne parası?

            Tanımadıkları adam sinirlendi birden bire.

-Uzatma lan! Bana Saddam derler. Şu sosyetik çocuğa sıktığınız evde bana ait içinde para olan çantayı aldınız. Çantayı istiyorum.

            Ali kendisini Saddam diye tanıtan adamın aksine sakindi.

-Sen bu kadar paraya nasıl sahip oldun?

-Sana ne lan. Param nerede?

-Paran bende Saddam. İstihbaratçı mısın?

-İstihbaratçıyım.

-Paranı ben aldım Saddam. Soner’in alakası yok. Soner gitsin.

Saddam hem sinirli hem dediğim dedikti.

-Ben demeden kimse bir yere gidemez. Soner’le başka bir işimiz var. Eve ikiniz gitmişsiniz. Paramı neden aldın?

-Çok para görünce dayanamıyorum Saddam. Soner gitsin, paranı vereceğim.

-Bir yere gitmiyorum Ali. Sen nereye ben oraya.

            Bu sırada beklenmedik bir şey oldu. Saddam Ali’nin suratına okkalı bir tokat attı. Ali hazırlıksız yakalanmıştı.

-Kesin lan. Benimle pazarlık mı yapıyorsunuz?

 

            Ali’nin gözlerinde şimşek çaktı, hırsla elini beline attı. Etraflarındaki adamlar da silahlarına el attılar. Ali elini kaldırdı. Sesi buz gibiydi.

-Paranı vermekten vaz geçtim Saddam. Para falan yok. Attığın tokat içinde seni öldüreceğim.

            Saddam ağzından köpükler saçarak ayağa kalktı. Adamlarına seslendi.

-Alın lan şunları. Sizi ezeyim de para var mı yok mu görürüz.

            Ali’nin yüzü saniyeler içinde normale dönmüştü. Ayağa kalkarken Soner’e seslendi.

-Soner sakın konuşma.

            45 dakika sonra işkence için götürüldükleri yer eski bir fabrikanın bodrum katıydı. Daha önceden kullanılan bir yer olmalıydı. Çünkü işkence için gerekli her türlü malzeme mevcuttu. Elektrikli aletler, filistin askısı, duvar kenarındaki metal masada penseler, kerpetenler, makaslar sıralanmıştı. Saddam ve adamları vakit kaybetmeden işe koyuldular. İşkencede ilk sıra Ali’ye verilmişti. Tahta sandalyeye oturttukları Ali’yi önce Saddam yumruklamaya başladı. Ağzından burnundan akan kanlara rağmen Ali umursamadan dayak yiyor, konuşmuyordu.

Saddam parmaklarını birbirine geçirip kütürdetti. Ellerini dinlendirdi. Ayakta sıralarını bekleyen adamlarına döndü.

-Hulki siz Karabulut’un yanına gidin. Biz hevesimizi alınca sizi çağırırız.

Saddam Ali’nin suratına bir yumruk daha attı.

-Son kez soruyorum. Param nerede?

            Ali yediği yumruklarla kapanma durumuna gelen sol gözünü açtı. Hırıltılı hırıltılı güldü. Saddam’ın ayaklarına ağzındaki kanı tükürdü.

-Paran bende ama vermeyeceğim. Sabaha kadar ezsen nafile Saddam. Sana para yok. Tuh.

Saddam ağrımaya başlayan sağ elini dinlendirmek istedi. Sol eliyle bir tokat attı Ali'nin yüzüne.

-İyi geldi lan. Hamlamışız. Siz devam edin. Ben diğeriyle ilgileneyim biraz da.

Odanın diğer tarafındaki sandalyede elleri bağlı oturup izleyen Soner’e yaklaştı. Kan içindeki ellerini ovuşturdu.

-Burak Çaylı’ya neden sıktın?

Soner ilk gençlik yıllarından bu yana sayamadığı kadar dayak yeme seansına katılmıştı. Umursamadan cevap verdi.

-Canım öyle istedi.

            Cevap bir yumruk olarak Soner’e geri döndü. Soner ağzına dolan kanı tükürdü.

-Sosyetikleri sevmem.

            Bu sefer cevap bir yumruk ve bir tokat oldu.

-Tipini sevmedim.

            Bu sefer üst üste yumruklar indi Soner’in yüzüne.

 

Saddam işkence odasında biraz şaşırmış Ali ve Soner’i izliyordu.

-Bu kadar direneceğinizi beklemiyordum. Ölmekten korkmuyor musunuz lan.

            Ali başını kaldırdı. Ağzından sızan kanı yere tükürdü.

-Demirden korksak trene binmezdik Saddam. Fırsatı yakalamışken beni öldür. Ben sana fırsat vermem. Tuh.

            Adamlardan biri Saddam’a yaklaştı.

-Karabulut’un bundan haberi var mı Saddam?

-Yok. İspiyon mu edeceksin?

-Olur mu öyle şey Saddam. Haberi olursa çok kızar ondan diyorum.

            Saddam cebinden çıkardığı yarısı içilmiş sigarayı yaktı.

-Bir şey olmaz. Kızar ama bizi gizden çıkaramaz. Merak etmeyin.

Kapı önünde bekleyen adam koşarak içeri geldi.

-Karabulut geldi Saddam. Şimdi sıçtık.

            Adamın hemen ardından Karabulut adamlarıyla içeri girdi. Saddam ve adamlarına tiksinerek baktı.

-Ne oluyor burada Saddam. Ne yaptığını zannediyorsun sen?

            Saddam’ın yüzü gülmekle ağlamak arası yamuldu.

-Önemli değil ağabey. Burak Çaylı’ya sıkanları sorguya aldık.

            Saddam’ın asla beklemediği bir şey oldu. Karabulut hırsla Saddam’ı tokatlamaya başladı.

-Sen kimsin lan? Benim işlerime karışıyorsun. Çözün şunları.

-Biz bunları aramıyor muyduk ağabey?

-Sen hangi akla hizmet adamları kaldırıp kafana göre eziyorsun lan!

-Özür dilerim ağabey. Zannettim ki...

-Zannetme, düşünme sadece verdiğim emirleri yap. Götürün aldığınız yere bırakmadan pansuman yaptırın. Çöktüğün paranın hesabını ayrıca soracağım Saddam.

-Özür dilerim ağabey.

            Adamlar Ali ve Soner’in ellerini çözüp çıkardılar.

-Kredini tükettin Saddam, Yıkıl karşımdan gözüme gözükme.

            Ali odadan çıkarken Saddam’a bağırdı.

-Saddamm. Sözüm söz. Geceleri uyuma.

            Saddam süklüm püklüm odadan çıkınca Karabulut Hulki’ye işaret etti.

-Hulki Saddam’ın adresini bunlara ver.

-Ağabey...

            Karabulut gözlerini belertip Hulki’ye baktı.

-İstersen ben senin adını Bedri’ye vereyim. Adresi vermezsen Saddam seni öldürecek. Saddam ölmeden burnunu dışarı çıkarma.

-Emredersin ağabey.

 

            Saddam’ın adamları Ali ve Soner’i açık bir eczanede pansuman yaptırdılar. Ellerine birer buz aküsü verip öğleden sonra aldıkları lokantanın önüne bıraktılar. Soner dayak yemeye değil boşa dayak yemeye karşıydı.

-Yediğimiz dayakla kaldık Ali. Adamlara paralarını verseydin böyle olmazdı.

-Parayı verseydim hem seni hem beni öldüreceklerdi Soner. Para hırsları yüzünden öldürmediler. Ölmedik işte fena mı?  Saddam seninle başka işi olduğunu söyledi. Burağa niçin sıktığını sordu. Eve ikimizin gittiğini, senin Burağa sıktığını biliyorlardı. Parayı peşin verseydim seni öldürürlerdi. Bunlar istihbaratçı falan değiller Soner, Karabulut denen adamın pis işlerini yapan itirafçılar. Parayı verseydim sorgusuz bizi öldürecekler, infaz fotoğrafımızı da Caner Çaylı’ya götürüp para isteyeceklerdi.

-Çantayı bunun için aldım deme Ali.

-Merak ettim Soner. Suphi’nin arkasında kim var merak ettim. Abdullah Bey’e sordum. Sorumluluk senin istiyorsan al dedi.

-Saddam denen adam bizi rahat bırakmaz Ali.

            Ali sıkabildiği kadar dişini sıktı. Çenesi feci ağrıyordu.

-Yaşarsa bırakmaz Soner. Yaşatırsam bırakmaz.

-Adresini biliyor musun ki..

-Tahminim de yanılmıyorsam bir iki gün içinde adres gelecek.

-Para nerede.

            Ali başıyla arkayı işaret etti.

-Koltuğun altında.

-Bir çanta parayı arabanın içine mi koydun sen?

-Yarın paraların sahte olup olmadığını kontrol edip bozdurabilir misin Soner?

-Hallederim de Orhan Bey’in haberi olursa çok kızar.

-Yarın Abdullah Bey’le konuşup işi bırakacağım Soner.

-Haa. Ne diyorsun, niye ki?

-Benim yüzümden kimsenin zarar görmesini istemiyorum. Bana gidelim mi sana çorba yaparım. Ben acıktım.

-Bende acıktım Ali. Bakalım dayağın üstüne çorba nasıl gidiyor. Sür hadi.

( Bereli 48 başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 2/24/2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.