Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 20.04.2022
Okunma Sayısı : 829
Yorum Sayısı : 12
Günün Yazısı

Bu Yazı 21.04.2022 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.

İstanbul'un Fethine kadar Türklerden korkan ve çekinen Hıristiyan Avrupa özellikle Fatih Sultan Mehmet'le birlikte Türklerin- damarlarına dokunulmadıkça- öyle hiç de korkulacak insanlar olmadığını gördüler ve Türkleri yakından tanımaya çalıştılar.
Bu arada bir hususun altını çizelim:
Türkler herhalde Fatih Sultan Mehmet ve en azından oğlu II. Bayezıd zamanında daha hoşgörülüydü. Zira bugün pek çok ilahiyatçımız insanın beden resminin çizilmesini hele de kadınların- kızların resimlerinin çizilmesini günah diye nitelerken gerek Fatih döneminde gerekse II. Bayezıd döneminde üstelik bir İtalyan ressama poz vererek resimlerini çizdirmişlerdir bizim kadınlarımız hatta hanı sultanlarımız.
Ancak sürekli fetihlerle topraklarını büyüten Osmanlı Devletine karşı yine de bir korku söz konusudur Hıristiyan Avrupa'da. O yüzden 1700 lü yıllardan itibaren Türk'e benzer- Türk gibi ya da Türk Modası anlamında kullanılan Turquerie ilk başta çok daha farklı bir anlamda kullanılmıştır
Evet.. Turquerie kelimesini ilk olarak ki mi kullanmıştır?
Eserleri bizim Ahmet Vefik Paşa tarafından Türkçeye çevrilen ve sahneye konan ünlü Fransız yazar Moliere tarafından kullanılmıştır ama hiç de hayırlı bir manada değil. '' Zalimlik- Taş kalplilik '' anlamında kullanılmıştır 1668 yılında.
Efendim şimdi bizi Türk modamızın Fransa başta olmak üzere Avrupa'da nasıl başladığının komik ama gerçek hikayesine geçelim.
Osmanlı Devletinin 1645 Yılından beri başının belası olan Girit meselesi deva ederken sırf koyu bir Katolik olası sebebiyle bu meselede Venedik'in tarafını tutan Fransa ve tabii ki Fransa kralı 14. Lui ile aramız bozulmuştu. Hele hele bir de Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa Fransız elçisini tokatlayınca ipler kopma noktasına gelmişti.
Kral 14. Lui bozulan ilişkilerin düzelmesi için Osmanlı Devletine müracaat edip bir elçi göndermesini talep etti. Padişah 4. Mehmet bu isteği önce pek de sallamadıysa da sonunda '' Tamam Kabul'' dedi ve Kral 14. Lui ile görüşmek üzere kolbaşı ( Yüzbaşı) rütbesindeki Müteferrika Süleyman Ağa'yı Fransa'ya gönderdi.
Fransız TarihçiSi Albert Vandal’a göre Türk elçisi, hiçbir yabancı diplomata nasip olmayan bir ilgiyle karşılandı. Şerefine balolar verildi. kendisine hediyeler sunmak için Fransız asilzadeleri, birbirleriyle yarış ettiler.
Marsilya kapısında kendisine kral nâmına karşılayan görevliye Süleyman Ağa, atından inmeyerek hitap etti. Protokole aykırı bu davranışa rağmen Fransızlar, Türk elçisine karşı ilgilerini eksiltmediler. bilakis, elçiye yapılan törenlerde Türk âdetleri taklit edilmeye çalışılarak, ağa’nın gözüne girmek istendi.
Türkiye’de yüzbaşı rütbesini taşıyan ve padişahın yüzlerce emir subayından biri olan Türk elçisi kralla görüşmeden önce Fransa başbakanını ziyaret etmeyi reddetti.
Süleyman Ağa, Paris'teki evinde gerçekleştirdiği kahve törenleriyle kahveyi Fransız sosyetesine tanıtmış ve erken modern Fransa’da, giyimden mobilyalara kadar etkisini gösteren Türk modasını başlattı.
Evet..Daha sonra Süleyman Ağa'nın sadece bir yüzbaşı olduğu ve Padişah IV. Mehmet'in Fransa'yı aşağılamak için düşük rütbeli bir subayını gönderdiği anlaşılsa da ve dahi 14. Lui bu işe çok kızsa da yapılacak bir şey yoktu.
1683 Bilindiği gibi Osmanlı Devleti için bir dönüm noktası oldu zira artık Osmanlı'nın da yenilebileceği görülmüştü.
1699'daki Karlofça Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti ilk kez toprak kaybedip gerileme dönemine girerken Hıristiyan Avrupa'da Türklere olan ilgi ve merak da artmıştı. Aslında bu ilgi ve merakın en önemli sebebi 1704 Yılında Binbir Gece masallarının batı dillerine çevrilmiş olmasıydı.
Binbir Gece Masalları Türklerden daha çok diğer Müslüman dünyasının masalları olsa da Müslüman dendiğinde Avrupalının gözünde canlanan siluet hep Tük olduğu için Binbir Gece Masallarında anlatılan hayal dünyasının mesela İstanbul olduğu sanılıyordu pek çoğunun geçtiği yer Bağdat olsa da...
Osmanlı Devleti 1718 Yılında imzaladığı Pasarofça Antlaşması ile bir barış dönemine girdi. Bu dönemin padişahı III. Ahmet savaşı sevmeyen bir padişah olduğu gibi sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa daha da bir savaş sevmeyen sadrazamdı. Dolayısıyla da 1718 Yılından itibaren Osmanlı'da Lâle Devri adını verdiğimiz bir dönem başladı.
İlginçtir: Lale Devri Osmanlı Devletinin Batılılaşmaya başladı devir olarak anlatılır hep ki doğrudur. Ama aynı zamanda batının da doğululaştığı bir devirdir.
Yani 1700'lü yıllarda Avrupa'da nasıl ki bir Türk hayranlığı ve modası baş göstermişse aynı yıllarda Osmanlı topraklarında da bir batılılaşma söz konusudur. Bu batılılaşma medeniyet adına Matbaayı ülkemize getirse de yavaştan yavaştan taklitçi bir batılılaşmanın da ilk adımları bu yıllar oldu.
Bu çerçevede 1719 Yılında ilk kez geçici elçi olarak Paris'e gönderilen 28 Çelebi Mehmet Efendi giyim kuşamından günlük hayatına- günlük hayatından zarafetine kadar o kadar çok yönden Fransızları etkilemiştir ki artık Fransız asilzadeleri kadın olsun erkek olsun Türkleri taklit etmeye başlamışlardır.
Ancak Hep Fransız- Fransız dedik ya bir İngiliz'in de Hıristiyan Avrupa'yı Türk hayranı yapmasında rolü oldukça büyüktür.
1717'de İngiltere Büyükelçisi olan kocası Edward Montaqu ile birlikte Türkiye'ye gelen ve uzun süre Türkiye'de yaşayan Mary Worthley Montaqu da yazmış olduğu mektuplarıyla ( Ki bu mektuplar kitap olarak yayınlandı daha sonra) Avrupa'da Türk hayranlığı ve Türk Modasının öncülerinden oldu.
İşin garip tarafı bizim (!) bazı sapık yazarlarımızın ( ki hiç biri Osmanlı haremini görmemiştir ) bir sapıklık merkezi ve yuvası olarak anlattıkları haremi görebilen tek yabancı olan Lady Montequ haremdeki hayatı öve öve bitiremez ve anlatımlarında haremle ilgili en küçük bir sapıklık söz konusu bile olmadığı gibi kendisi ve hatta evladı bile böyle bir yaşantıya özen duymaktadır resimde de görüldüğü gibi.
Ancak?
Ancak hemen havaya da girmemek lazım '' Vay be gerileme dönemimizde bile Avrupa'yı kendimize hayran bırakmışız'' Diye.
Evet havaya girmemek lazım. Zira Avrupa bize hayranlık duyarken aynı yıllarda biz da onlara hayranlık duymaktaymışız.
Bu şuna benzer: ( Yaşadığım için biliyorum ) Fethiye'de yaşayan pek çok insanın '' Ah ulan şimdi İstanbul'da olmak- İstanbul'da yaşamak vardı'' Diyerek büyük bir İstanbul hayranlığı içinde olduğunu gördüğüm gibi aynı şekilde İstanbul'da yaşayan pek çok insanın ''Ah şimdi Fethiye'de yaşamak vardı'' Diyerek Fethiye'ye özlem içinde olması gibi...
Evet. Biz bir taraftan zarafetimizle - inceliğimizle- halımızla- kilimimizle- müziğimizle-giyim kuşamımızla - hatta lokumumuz ve kahvemizle Avrupa'yı etkileyip Turquerie denilen bir moda akımı meydana getirirken artık Avrupa'da Alaturka rüzgarları eserken diğer taraftan Osmanlı topraklarında da maalesef Avrupa rüzgarları esmeye başlamış hafiften hafiften.
III. Ahmet döneminde 28 Çelebi Mehmet Efendi Fransa'da yepyeni bir Türk modasının doğmasına neden olurken bakın yine III. Ahmet döneminde bir fermanda bizzat padişahın Avrupalı kadınlara özenen kadınlara nasıl bir yasak getirdiğine hep beraber bakalım:
III. Ahmed 1725'te sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa'nın eliyle İstanbul kadısına ve bostancıbaşına gönderdiği fermanda günümüz Türkçesiyle şöyle diyordu:
"İstanbul, memleketimizin yüzsuyu, ulema( alimler), sulaha(salih insanlar) ve udeba( edipler ) beldesidir. Halkının da günlük kılık kıyafetinin şeriat emrine uygun olması, devlet namusu gereğindendir. Fakat harpler yüzünden çok mühim işlerle uğraşılırken bu husus ihmal edilmiştir. Bazı yaramaz kadınlar bunu fırsat bilip sokaklarda halkı baştan çıkarmak maksadıyla aşırı süslenmeye başlamışlardır. Yeni biçimlerde çeşitli esvaplar yaptırarak, Hıristiyan kadınları taklit ederek başlarına acayip serpuşlar geçirdiler. Nice utanç verecek biçimler çıkarıp namus ve edebi tamamen ortadan kaldırdılar.
Birbirinden görerek bu hal namuslu kadınlar arasında da yayıldı. Kadınlar bu yeni çıkma esvaplardan yaptırmaları için kocalarını zorlamaya başladılar. Zenginler bu yüzden para harcayarak israf ile günahkar oldular. Kudreti olup da kadınlarının isteğini yerine getirmeyenlerin de evlerinde geçim tadı kalmadığı öğrenildi.
Bundan böyle kadınlar bir karıştan ziyade büyük yakalı ferace ve üç değirmiden fazla baş yemenisi ile sokağa çıkmayacaklardır. Feracelerde süs olarak bir parmaktan enli şerit kullanılmayacaktır.
Bu yasakları dinlemeyecek olan kadınların sokakta yakalarının kesileceği ve esvaplarının yırtılacağı ilan olunsun. Dinlememekte ısrar edenler yakalanıp başka şehirlere sürüleceklerdir. Bunu mahalle imamlarına kesin olarak bildiriniz. Bu yasakları dinlemeyen terziler ve şeritçiler de ayrıca şiddetle cezalandırılacaktır. Yasakların tatbikinde ihmaliniz görülürse siz de şiddetle ceza göreceksiniz."
Evet.. Görüldüğü gibi Hıristiyan Avrupa bize benzemeye çalışırken bizde de Hıristiyanlara benzemeye bir meyil olduğu bizzat padişahın bu fermanı ile kesin ve gayet açıktır.
DEVAM EDECEK..
( Her Kim Bir Türk'e Benzerse --2. Bölüm -- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 20.04.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.