Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 28.03.2024
Okunma Sayısı : 427
Yorum Sayısı : 22
Günün Yazısı

Bu Yazı 29.03.2024 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.
Artık  Özgür  Olmak  İstemiyoruz

Yahudilerin oldukça uzun süre peşine düştükleri Adolph Eichman nihayet 1961'de ele geçirilmiş ve Mossad ajanlarınca İsrail'e götürülerek yargılanması başlanmıştı.
Peki kimdi Adolph Eichman?
Çok kısa olarak özetleyecek olursak: Gerek Almanya'yı gerekse tüm dünyayı Yahudilerden kurtarmak için Yahudilerin tamamen yok edilmesini, bunun en pratik yolunun da gaz odaları olduğu fikrini başta Hitler olmak üzere pek çok Nazi liderine kabul ettiren, asrın en büyük sapıklarından biriydi. ( Bugün İsraillilerin Filistinlilere uyguladığı soykırımı görünce insanın ''Eichman keşke başarılı olsaymış. '' Diyesi geliyor. )
Evet, Adolph Eichman'ın İsrail'deki sorgusu sürerken ABD'nin dünyaca ünlü üniversitesi Yale'nin psikolog profesörlerinden Stanley Milgram'ın aklına ilginç bir soru geldi: Adolph Eixhman'ın emriyle Yahudileri ortadan kaldıran insanlar acaba bu işi isteyerek, severek mi yapıyorlardı yoksa vicdanlarına ve inançlarına tamamen aykırı olsa da kendilerini mutlak otoriteye itaat etmek zorunda hissettikleri için mi Eichman'a köpeklik yapıyorlardı?
Daha da özetleyecek olursak: Otoriteye itaat, insanlarda kendi vicdanlarının, ahlaki değerlerinin önüne geçebilir miydi?
Bu sorunun cevabını bulmak için deneyler yapmaya karar verdi. Gazete ve radyo ilanları ile ilkokul mezunundan akademisyene kadar farklı eğitim seviyesine sahip insanları yapacağı deneye katılmaya ikna etti.
Sonuç olarak deneye katılan insanların hepsinin bir süre sonra otoriteye itaat ettiği, normal hayatlarında karınca bile incitmekten çekinen bu insanların otorite tarafından verilen bir emri mutlaka yerine getirdikleri hatta emrin gereğini yerine getirmekten zevk bile aldıkları gözlendi. Deneklerin çok azı deneyi daha işin başında terk etti. Deneye katılanların %84'ü böyle bir deneyin bir parçası oldukları için mutluluk duyduklarını belirttiler. Yani özetle '' Vur de vuralım, öl de ölelim'' şeklindeki bir otoriteye boyun eğmek insanoğlunun doğasında olan bir özellikti.
1961 Yılında ilki yapılan Milgram deneylerinden sonra 1971 yılında yine doğrudan doğruya insan denekler kullanılarak bir deney yapıldı.
Stanford Hapishane Deneyi denen bu deneyde cevap aranan soru şuydu: İnsanlara belirli bir yetki ve otorite gücü verilse davranışlarında değişiklik olur muydu?
Daha açık izah edeyim: Mesela bir hapishanede bazı mahkumlara gardiyanların sahip oldukları hak ve yetkiler verilirse bu mahkumlar diğer mahkumlara karşı tüm gardiyanlardan daha mı yumuşak davranırlardı yoksa en uysal mahkum bile böyle bir otorite gücüne sahip olunca davranışları değişir, zalim olur muydu?
Biraz daha kısaltayım: Güç ve otorite bir insanı bir canavara dönüştürebilir miydi?
İşte bunu anlamak için Stanford Üniversitesinin bodrum katında bir oda, hapishane olarak düzenlendi. Lisans öğrencilerinden 24'ü deneye katıldı, deneye katılanların bir kısmı mahkum, bir kısmı gardiyan rolünü üstlendi.
İlk gün herhangi bir sorun yaşanmasa da ikinci gün mahkumlar isyan çıkardı. Gardiyanlar ise çıkan isyanı güç kullanarak bastırdı.
Evet, herkes rolüne öylesine kaptırmıştı ki kendisini sanki gerçek bir hapishanede gerçek mahkumlar ve gerçek gardiyanlar arasında yaşanıyordu her şey.
Mahkumlar yasadıkları şartlara baş kaldırdıkça gardiyanlar şiddetin dozunu arttırdılar. Öyle ki mahkumlara uygulanan şiddet artık hayati tehlike içermeye başlamıştı.
Deney tehlikeli bir hal alınca bitmesi planlanan zamandan çok daha önce sona erdirildi. Yani insanlar yetki ve güç sahibi oldukça otoritelerine mutlak itaat sağlanması için birer canavara dönüşebiliyorlardı hem de çok kısa süre içinde...
Evet, buraya kadar öyle çok da tüyler ürpertici olmayan deneyler gördük değil mi?
'' Hocam ! Daha nasıl tüyler ürpertici olsun?'' dediğinizi duyar gibiyim. O zaman sıkı durun. Dehşetin babası geliyor...
Evet, dehşetin babası geliyor lakin bazı kişilere göre az sonra okuyacaklarınız sadece ve sadece bir korku ve gerilim filminin senaryosudur, gerçekte böyle bir şey yaşanmamıştır. Bazı insanlara göre ise gerçeğin ta kendisidir.
Bana göre ise gerçek olma ihtimali oldukça yüksektir zira Nazi Almanya'sının Auschwitz-Birkenau kamplarında ve diğer kamplarda yaptıkları zulümler, Jozef Mengele'nin tamamen insanlık dışı tıbbi deneyleri az sonra okuyacaklarınızdan hiç de aşağı değildi. O halde Almanların yaptığı zulmü Ruslar da pek ala yapmış olabilirlerdi.
O halde gelelim şimdi de Rus Uykusuzluk Deneyi adı verilen olaya:
II. Dünya Savaşı yıllarında zavallı savaş esirleri tıbbi ya da psikolojik deneylerde denek olarak kullanılıyordu ve bunu Alman'ı da, İngiliz'i de ABD'lisi de Rus'u da yapıyordu.
Her devlet merak ettiği bazı soruların cevabını almak üzere esirleri denek olarak kullanır da Ruslar geri durur muydu? Durmadılar elbette. Onlar da bir şeyleri merak ediyorlardı.
Beş mahkum ayarladılar ve onlara dediler ki '' Çok basit bir deneyden geçirilecek ve eğer başarılı olursanız serbest bırakılacaksınız. ''
Mahkumların biraz korku ama daha çok umutla gözleri parladı. Bu berbat hapishaneden kurtulup en azından temiz hava soluyabilecekleri bir yerlere gidebilecek olmanın sevinciyle sordular:
'' Bu özgürlüğün bedeli ne olacak?''
Cevap kısa, açık ve netti: ''30 Gün boyunca hiç uyumamak ''
Mahkumlar hiç düşünmeden '' Tamam'' dediler. Adam gibi doğru düzgün uyudukları mı vardı sanki? Otuz gün dediğin göz açıp kapayıncaya kadar geçerdi. Ondan sonra gelsin özgürlük...Otuz gün hiç uyumamak mı? Olur muydu? Olurdu, hem de bal gibi olurdu.
Beş mahkum ayrı bir bölüme alındı. Bu bölüm daha önceki koğuşları gibi idrar ve dışkı kokan berbat bir yer değil tam tersine pırıl pırıldı. Odadaki dolaplarda envai çeşit, en güzelinden yiyecek içecekler vardı ve tavandaki bir hoparlörden sürekli müzik yayını yapılıyor, yine tavandaki delikten - mahkumlar uyumasın diye- içeriye bir çeşit narkotik gaz veriliyordu.
İlk beş gün hiç bir sorun yaşanmadı. Mahkumlar 30 günlük maratonun ilk beş gününü büyük bir başarı ile atlatmışlardı ama altıncı gün içlerinden birisi '' Ulan yeter daaa. Kesin şu anasını.... min müziğini. Kafamız şişti. '' Diye mızıldanmaya başladı.
Dokuzuncu günde deneklerden biri canhıraş çığlıklar atmaya başladı. Oldukça rahatsız edici bir şekilde çığlık atmasına rağmen koğuş arkadaşları hiç oralı olmuyorlar sanki hiç bir şey yokmuş gibi davranıyorlardı.
Adam o kadar çok bağırdı ki sonunda ses telleri yırtıldı. Ardından felç geçirdi ve nihayet öldü.
O öldükten sonra bu sefer bir diğer mahkum çığlık atmaya başladı ve kızılca kıyamet de ondan sonra koptu.
Araştırmacılar içeride neler olduğunu merak ediyorlardı elbette ama mahkumlar yırttıkları kitap sayfalarını ve kendi dışkılarını lumboz pencerelerine yapıştırarak araştırmacıların içeri bakmasını engellediler.
Deneyin on ikinci gününde ise artık mahkumların koğuşundan ses gelmez oldu.
Mikrofonlar vasıtasıyla içeri seslendiler araştırmacılar.
- Gazı kesip içeri gireceğiz. Artık özgürsünüz.
Hiç beklemedikleri bir cevap geldi içeriden.
- Gazı sakın kesmeyin. Aksi takdirde uyuruz. Hem artık özgürlük de istemiyoruz.
On beşinci günde araştırmacılar artık içeriden ses gelmemesi üzerine kapıyı açıp içeri girmeye ve içerideki mahkumları dışarı çıkarmaya karar verdiler ama kapıları açtıkları anda hiç beklemedikleri bir tepkiyle karşılaştılar.
Mahkumlar, içeri giren askerlere saldırıp birini öldürdü, birini de yaraladılar.
İçeriye zorla girildiğinde görülen manzara tüyler ürperticiydi. Zira mahkumlardan biri ölmüştü ve diğerlerinin vücudunda ise derin yaralar bulunmaktaydı.
Dışarı çıkarılan mahkumlar tekrar hücreye dönmek ve kendilerine gaz verilmesi için yalvardılar ve araştırmayı yapanların karşı olmalarına rağmen tekrar hücrelerine döndürüldüler ancak mahkumlara verilen gaz kesildi. Gaz kesilince uyumaya başladılar ve uyuyan bir daha uyanamadı.
Bu bir film miydi yoksa canlar yakan bir zulmün filme aktarılmış ta kendisi miydi hiç bir zaman net bir şey söylenemedi.
*****
Gelelim yukarıdaki fotoğrafa. Evet, korkunç bir fotoğraf ve bu fotoğrafın Rus Uyku Deneylerinde ölen bir deneke ait olduğu söylense de yalan.
Efendim bu, Avrupalı sapıkların Cadılar Bayramında insanları korkutmak için bizzat kendilerinin yaptıkları ve internet üzerinden sattıkları bir oyuncak imiş... Evet, oyuncak... Adamlardaki oyuncak anlayışına bakar mısınız?
Oyuncak olarak böylesine korkunç bir şey yapan, 1693 Yılında ABD'de 19 Kişiyi cadılık suçlamasıyla asıp yıllar sonra da bu olayı Cadılar Bayramı diye kutlayan bir zihniyet Rus Uyku Deneyini de pek ala yapmış olabilir ne dersiniz?
( Artık Özgür Olmak İstemiyoruz başlıklı yazı Sami Biber tarafından 28.03.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu