Düşlerimin dibi tuttu, hafız: ben ki
aşkla övünen ben ki sevginin kıblesinde yanıp sönen Şimal Yıldızı…
Ah, hafız içim kıyıldı ansızın bir
avuç şiir iyi gelecektir gecenin bir kör vakti yürekse kordan hecelerle iştigal
ve işte yetindiğimin resmidir anda saklı maruzatım ve beyanım ve çetrefilli
yollardan saptığım o aydınlık…
Ey, hafız, sen söyle:
Mümkün mü gecenin karanlığını delmek?
Mümkün müdür duruşunu bozmadan
yaşamak ve yaşatmak değerleri?
Değer addedilen ne var ne yok…
Dilemması yüreğin aşk öyle ki ateşten
bir ok…
Cebelleştiğim her gün ve gece
itirafım evrene ve gün yüzlü bir seyyah olmanın arzusuyla asılı kaldığım şu gök
kubbe.
Muradım mı?
Ya da mealim?
Hıçkırıklarım duyulmasın duyulsa bile
bozuntuya vermiyorum ben ki dünün na’şında hala saklı tutabilirken anıları ve
duyguları…
Bak geceye!
Bak gök kubbeye!
Defalarca şimşek çaktı evrenin kara
gözlerinde ve işte aydınlandı yer gök mademki Rabbim, ‘’ol’’ dedi bir kere…
Muadilim nedir hafız?
Müstesna olan kimdir ya da ne?
Muktedir olansa İlahi Güç ve geceye
karışan yaşların karanlığı avutan nazım niyazım nasıl ki şah damarımdan yakın
Mevla’m.
Sözcüklerim ve ben ve de sessizlik.
Miracım ve mizacım ve ruhumda saklı
evrene sunduğum maruzatım.
İpekten teni mevsimin ve ısıtan
Temmuz güneşi bense bakaya kaldım, hafız ve olduğum yerdeyim hali hazırda
oysaki bir koşu kaç bin kere de yüreğimle tavaf etmişken evreni.
Sustum da bir ömür.
Kimine göre sus payı bir söylemdi
yaşamak.
Defansı dünün, dilemması sözcüklerin
ve kürediğim acılar.
Açısı olmayan bir pergelim ben belki
de kırık bir açıölçer gel gör ki acılarım ölçümsüz ruhum kaygılı yüreğimse
severken nasıl da pervasız.
İç bükey bir aynaya hapsoldum ben.
İkramı gecenin bol hüzün.
Kıyısından dönmedim ben ölümün
defalarca?
Anlatamam kimselere zaten sadece
O’ndan isterim istedim de.
Gecenin sarmalında kat çıkışken
acılara yaşım da yasım da dinmesi ve kolaçan ettiğim kadar sessizliği acıların
çıtkırıldım varlığında dönendim durdum ruhumun koridorlarında.
Geceydi dedim ya.
Gecelediğim bir ömür.
Allah geçinden versin ölümü andığım
günbegün.
Huzurum ve inancım ve bitimsiz sevgim
insanlara ikram ettiğim elbette Yaratandan dolayı her yaratılanı sevmekken
vazgeçilmezim hatta cansız eşyaları bile hatta havayı suyu aldığım nefesi…
İnan ki mübalağa etmiyorum asla da
abartmıyorum.
Ama daha da kötü şeyler olabilirdi
dün gece ve kendime itiraz hakkımı kullandım bir kere daha ve eriştiğim Zühre
Yıldızı göz kırptı bana gecenin karanlığın aydınlık kılan yıldırımla şimşekler.
Rüzgârla hasbıhal ettim bir de
kendimden firar edemediğim.
İsyanını bastırdım yeniçerilerin ve
itibar görmediğim kadar eksi-çeri miyim yoksa evrenin?
Engeller.
Engebeler.
Erdemli yüreğim.
Alımlı ve ılımlı ve bakir
sözcüklerim.
Yandan çarklı ada vapuru ve bin bir
edayla süzülen gölgeler.
Devasa bir hangar işte ruhum ve eşlik
eden sözcüklerim.
Tenimde ay.
Tinimde iman gücü.
Terimse helal ve üşüten rüzgâra maruz
kaldığım kadar daha da büyüyor acım belki de hapşırıp tüm mikropları
diskalifiye ediyorum ama yetmiyor ama yetecek de illa ki çünkü ben sadece
Rabbimden diliyorum bir ömür.
Ayan beyan yangınım ben: içimin
haresi sözcüklerin kor ateşi yeltendiğimse güzel yarınlar yakardığım kadar
Rabbime yanmanın verdiği huzurla büyüyen inancımla pes etmeden de daim
kılıyorum yolumu ve yolculuğumu.
Dün var bu gün yok lakin…
Islanan yollar ve akışkan sözcükler
birbirine girdi ve işte rahmeti de kondurdum mu sayfaya güneş de açtı mı devamı
geliyor hayatın da umudun da…
Bir nebze de olsa dokunmak yüreklere
en büyük mutluluk hele ki Allah rızası için yaşamak ve yazmak yok mu?