Düşlerim terfi etti ne de olsa her
biri alın terinin izinde saklıydı tıpkı benim de saklı olduğum gibi: kâh koza
bildiğim mabedim kâh tek kozum iken sevgim ve rahmetim.
Kıyasıya savaştığım siperimden
bildiriyorum ve ömrün deklaresi acılarla sıvanmış kalın bir duvar bazen nöbete
kaldığım ve hangi duygum ise içtimada iç sesimle eşleşen sözcüklerim.
Tabelalar var şehrin girişinde ve tam
konuyorum ki sayfaya bir şiir olmaya aday iç sesimden damlayan her heceyle bire
bir istişare ettiğimde ve işte gece salıyor kendini ben salınıyorum gök kubbede
aslında sarmalında kâinatın debdebeli sözcükleri yerine içimden gelene niyet
edip de uyarladığım şiirlerim ve kazaya kurban giden hikâyelerim.
Defolu bir yürek benimki:
Bazen isyankâr.
Genelde uysal ve sevecen.
Bazense tamah eden insanlardan uzağa
sekip tuzağına düştüğüm aşkın ve dik yakalı ve dik başlı bir şiirin ışığında
nemli gözlerimi kuruttuğum yetmedi yüreğimi avuttuğum yetmedi yalnızlığıma mil
çektiğim.
Mimlenmiş sözcüklerim var.
Meali ne ola ki, demeye ne hacet zaten
duygular cümlelerle eşleşip hazır ola geçiyorlar.
Bir şehir yangını adeta içimde
alevlenen ve bir şiire düştüğümde yolum şehri b/öldüğüm hecelere ve şehirli
olmak bir yana hayal gücümle kendimi çeşme başında tahayyül ettiğim bazen
kavalı ile koyun güden çoban bazen testisi dolup taşan al yazmalı köylü kızı.
Hüzün muadilim bazen.
Hazansa bir resital.
Sevecen iklimde seken kuşlar gibi
atan yüreğim engebeli yollarda kıvılcımlar saçan gözlerim endamlı yalnızlığım
göğe konduğum evreleri olmayan bir hayatta asılı kaldığım o son ki henüz
başlamadığım bir hikâyenin ansızın sonlandığı ve yüreğime tüneyen yavru serçe
ufacık gagasıyla kocaman bir ekmek lokmasını yemeye çalışırken beceremeyip
yuvasına kös kös döndüğü.
Martılar var misal trafik lambalarına
riayet etmeyen.
Klaksonu çalmak zorunda arabanın hele
ki yayaya kırmızı ışık yandığında yolun ortasını mesken tutan martı ve kumanyasında
bir lokma simit bulma gayesiyle şehrin ara sokaklarını arşınlayan.
Pencereye doluşan kuşlar.
Pervazında günün boynu bükük.
Şekli şemaili olmayan bir bulutu
aşkla eşleştirdiğim yeri geldi mi gölgemle dertleştiğim.
Huyundan mı suyundan mı nedir şehrin,
hala karar veremediğim hangi yakaya ait olduğumun bir bilmece eşliğinde iki
yakamın da bir ömür bir araya gelmediği gibi şehrin iki yakası arasında gidip
geldiğim.
Tembelliğim tutup da adımlamadığım
şehir sokakları.
Tevazu yüklenip düş gücümle
gezindiğim bir martaval değil hani.
VIP bölümünde ruhumun, kanaviçeler
ördüğüm.
Düş mahsulü hangi duygumsa saklı
dilimden düşürmediğim sözcükler bazen sazan misali öne atılıp sahiplendiğim
bazen kaplumbağa adımlarıyla arkada kalıp yetişemediğim.
Yatışmadığım da bir gerçek hani ne
zamanki canı yansa salya sümük ağladığım; ne zamanki neşem yerine gelse
kahkahalarımla yeri göğü çınlattığım.
Çıt dahi çıkarmazken iç sesimin
baskın olduğu ve kalemi elime alıp da iç sesimin ve duygularımın rüştünü
ispatladığım.
Günler geceye muhtaç.
Gece karanlığa.
Karanlıksa aydınlığa.
Hızması göğün kulağıma küpe olan
bulutlar ve devasa aynalar içime tuttuğum ve saçımı başımı düzeltmeden sokağa
fırladığım adeta elimden kaçacakmışçasına peşine takıldığım bir duyguyu şiire
yerleştirdiğim aslında her zerremin şiire denk düştüğü ve hayatı baştan sona
şiir olarak görüp resmettiğim ve okuduğum ve yazdığım.
Bir şiir hayali iken şehir.
Bir şehir ışığı iken yürekteki şive.
Sancılı bir varlığa dönüşen hiçlik
bazen esefle kendimi kandırdığım ve şiirin sarmalında bir hayat inşa edip
kendimi sonsuzluğun kancasına astığım.
Basmakalıp da olmamalı hani
yazdıklarım ve yazgımla barışıp geçen güne alt yazı geçtiğim elbette şiir benim
olmazsa olmazım ve şiir olup aktığım bir dere yatağı ya da misilleme yapan bir
kayık kürekleri kayıp iken ellerimi kürek yerine kullanıp denizler deryalar
aştığım aşılası bir hazne iken aşk salınımında evrenin bir uçtan diğer uca
sekmek gibi yaşamak gerçi iki ucu da keskin iken bıçağın ve bıçak da kemiğe
dayanmışken ham edip şükredip sabrımı da katlayıp şiir olup kanatlandığım
şehrin semasına takılı bir uçurtma gibi uçuşan yüreğimle şerh düştüğüm gece…