Düşlerinden ör saçlarını
düşlediğinden de fazlasın: sakın unutma.
Bir düş küresi ise içinde yaşattığın
varsın düşsün gözünden yaşlar varsın veryansın etsin kulağı olan duvarlar.
Hâkim olamadığın kadar hayata hâkimsen
mademki iç sesine bırak baskın çıksın dış ses ve mihraklar varsın bozguna
uğratsın kalbini.
Naylondan değil ne terliklerim ne
sözcüklerim.
Bakaya kaldığım gecenin ertesi ve
şafak saydığım.
Çehremde oynaşan gölgeler mi yoksa
çentik attığım şu çizelge de mi saklıyım?
Hazanın buruşuk teni bense haz
etmediğim kadar yalanlarına dünyanın bir o kadar da kendime uzağım.
Gönül pencerem ve gönül lehçem.
O lenduha piyano ki dünümde kalan ve
elyaf sevinçlerim bazen bir köşede unutulmuş benliğim ve közümde saklı derdest olmuş
sözcüklerim bazen nutku tutulmuş ve izafi bir mutluluğa kucak açtığım nasıl da
yalancı bir mutlulukken yazarak ihya olduğum ama hüznümün de hız kesmediği.
Bir düşüm yok artık.
İçine düştüğüm bir aşkım da yok.
Huzursuz bedenim varla yok arası
gizemim ve sinemde kayıtlı heceler adeta ve ayan beyan dile getiriyorum
içimdeki kayıp cenneti.
Hızına yetişemiyorum duygularımın.
Hazzı başka sunduğu hezeyan başka.
Haddinden fazla yaralıyım bu aralar
ve hayli baskın iç sesim baskına uğradıkça hecelerim kekelemeye başlıyorum ve
kalemin ucunu tüm gücümle kırıp kalemi pencereden fırlatıyorum.
Çöp kutumda saklı binlerce cümle
sinemde doğan güneş gibi onlar da solmuyor.
Sirayet eden hüznüm bazen afalladığım
bazen yalpalayan iç sesim.
Bir mizansense yaşamak miadım doldu
belki de.
Ne mevki ne menşei para olan ne kaldı
ki hayatımda bir sepet dolusu hüzün ve hayal kırıklığından başka?
Bir mevsimse dikişleri sökülmüş bil
ki: o mevsim benim.
Beşinci mevsim ve dördüncü boyut ve
parsellenmiş yüreğim kanayan dizelerden darağacı inşa ettiğim ve askıntı olan
marazi rüzgâr bazen sönük hevesim bazen haddinden fazla coşkulu ve işte
yüreğimdeki türbeyi sonsuzluğa havale ettim.
Bir sureden çok fazlası aralıksız
okuduğum.
Bir veda ise gün ben ölümü zaten
sürgün etmiştim sözüm ona yıllar evvel ve miadı dolan gülüşlerimi de askıya
almışken aralıksız yâd ediyorum mutlu mazimi ki öncemde saklı bir mutluluğun
farkına yeni vardım.
Diklemesine sözcükler.
Dilemması mevsimin.
Dilaltı acılar ve derdest olmuş
yüreğim tükenen mecalim.
Hazan coğrafyam ve hüzün bataryam
eksilmeyen.
Yükleme yaptıkça kader omzuma,
bilemiyorum da bu yükü nasıl taşıyacağımı.
Bir rutin ki yaşamak akla zarar.
Sıra dışı bir hüviyet ki keder,
kaderin dayattığı kadar elbet başım gözüm üstüne demekten başka yol mu var?
Bir cümleden fazlayım.
Bir şiirden çok azı içimde saklı.
Şiirler duvağım; hikâyeler
duvarlarım; romanımsa çatımda saklı: hani, akan çatım hani başıma yıkılan hani
altında yaşadığım hani zemherilerde üşürken coğrafyalar ben çatımın altında
mutlu mesut yaşadığım.
Başıma yıkılacaksa dünya varsın
kendimden geçeyim yeter ki kendimi unutayım yeter ki kaybolduğum kadar
sonsuzluğa göç edeyim ve Rabbimle buluşayım çünkü bu dünyada yaşamak nerede ise
imkânsız sözcüklerin de alfabenin da kifayetsiz kaldığı kadar ben yalnızlığımla
nam saldım cihana elbet beni bekleyen biri de var iken diğer t/arafta.
Atağa geçen duygularımdan süzülen şu
yaşlar ne ki içim kan ağlarken ve ruhum yaralı olduğu kadar da yamalı ve işte
bir isyanı bastırıp iç sesimle dayatıyorum duygularımı ve sökün eden geceye
sayıp döküyorum: bu böyle olmamalıydı, demenin de neye faydası olacaksa ve
bilsem de olmayacağını sadece avutuyorum kendimi geceye yüklendiğim kadar kader
de bana yüklenmişken.
Düşleri metruk gecenin yaldızlı ve
cafcaflı yolları.
İç sesimin tabiatla pazarlığa
tutuştuğu elbet dış ses baskın kalemimse kalender ve hayli mahzun.
Sözcükleri telaffuz edemiyorum kalem
olmadan.
Elimde olmadan da yıkıldı mı kale’ m…
Duvarları sedef zemini kaygan aşkın
çatısı altında yaşamanın rüzgârı ve efkârı basıyor çehremi.
Mutluluğa her yolum düştüğünde geri
tepiyor hayallerim ve kırgın olduğum kadar kızgınım da kendime.
Bir mimoza bahçesi aşkın küfesinde
saklı olan.
Bir hezeyan lehçesi her sus payı
söylemde sindiğim sonra solduğum sonra da infilak ettiğim.
Bütçe her açık verdiğinde kapatıyorum
kapıları.
Hüzün lehçem bazen sitemkâr bazen
isyankâr ve her af dilediğimde Rabbimden arşı alaya çıkan hüznüm bazen borsada
değer kaybeden hisse senedi gibi alacaklıyım da evrenden.
Yüzüm her düştüğünde kırışan alnım.
İçime her ateş düştüğünde yok olmak
istediğim.
Tereddütsüz bir başıma.
Teskin ve telkin eden yüce Rabbim.
Kör kuyularda boğulan sözcüklerim ve
külbastı düşler ve koruktan heceler ve iflah olmaz yüreğim.
Bir minval ki yaşamak.
Bir de matemle doldu mu mabedim.
İnkâr edemediğim kadar ifa edip bir
yol aradığım düşüncelerin nazarında yalpaladığım.
Hüzün dilekçem sunumda ve altına
attığım şiirden ve şiirsel imzalarım çünkü ben de bir hatta pek çok şiirden
ibaretim.
Bir yanım imge.
Bir yanım hikâye.
Baştan sona romana denk düştüğüm
belki de bir Romen rakamıyım kardığım dikitler ve sarkıtlar; küstüğüm kaderim
ve ikbalim bazen yalpaladığım bazen düşüp yeniden ayağa kalktığım.
Rutinim hüzün.
Rakibim mutluluk.
Şivesi aşkın şiir; şiirin hicvi bazen
sakata geldiğim bazen dizlerime çöktüğüm bazen arşı alaya çıkan iç sesim ve
demlendiğim satırlar.
Bir metafor gibi asılıyım gök
kubbede.
Bir meal ki denk düştüğüm ve sunduğum
maruzatımı Rabbime.
Sökün eden gece ve ulvi coşkum ve
niyazımda yitik yanım yaralı kalbim.
Bir melodi ise kulağımı çınlatan bir
melankoli ise yüreğimi dağlayan ve ben artık yok olmaktayım hatta oldum da:
yokluğuma alışacak insanlar belki de hiç alışkın olmadıkları kadar alaşağı
edecekler göç eden ruhumu ve bedenimi ve gözümü karattığım kadar da gerisin
geri gidiyorum doğduğum güne anbean yaklaşırken biliyorum da bu dünyanın artık
bana dar geldiğinde o yüzden geniş gönlümle ve Rabbime olan tutkumla hazırım da
artık göç etmeye yeter ki Allah bana başka acılar yaşatmasın.