Hıristiyanlığın Amentüsü Ve Çok Tanıdık Ama Bilinmedik Bir Kilise.---1. B
HIRİSTİYANLIĞIN AMENTÜSÜ VE ÇOK
TANIDIK AMA BİLİNMEDİK BİR
KİLİSE.---1. BÖLÜM-
Bugün şöyle çoook
eskilere uzanacağız siz
değerli okuyucularımla.
Peki nereden başlayalım?
Mesela Kutsal Kitabımız Kur’anda da bahsi geçen Ashab-ı Kehften
başlayabiliriz.
Evet...Hıristiyan inancına göre
Hz. İsa’nın Kudüs’te
çarmıha gerilerek öldürülmesi ve öldükten
bir kaç gün
sonra diri bir şekilde
havarilerine görünmesi sonrasında
havarilerin, Hz. İsa’nın
getirdiği dini yaymak
amacıyla bayağı bir
çaba sarfettikleri bilinen
gerçeklerdendir.
Bu büyük
çaba, yüz yıllar
içinde meyvesini vermiş ve
300’lü yıllarda Hıristiyanlar
önemli bir sayıya
ulaşmışlardı. Ama karşılarında
çok önemli bir
engel vardı: Yaşadıkları ve
dinlerini yaydıkları topraklar hep
Roma İmparatorluğu topraklarıydı ve başta
Roma İmparatorları olmak
üzere halk da pagandı. Yani
efendim bizim daha
anlayabileceğimiz şekliyle, bir
sürü tanrıları olan
putperestlerdi.
Bu putperest imparatorlar
üç yüz yıl kadar
Hıristiyanlara kök söktürdüler. Arenalarda Aslanların
önüne atmaktan tutun
da canlı canlı ateşe
atmak, derilerini yüzmek,
daha aklınıza gelebilecek
bir sürü işkence...
Roma’da imparatorlar değişse de
bu işkenceler değişmiyordu
ve İmparator Diokletyanus
(İslam kaynaklarında Dakyanus ) zamanında bu
zulümden kaçan yedi
Hıristiyan arkadaş ve
köpekleri Kıtmir, kaça
kaça nihayet bizim
Tarsus ( Veya bazı kaynaklara
göre Afşin ) İlçesine geldiler
ve bir mağarada 300
sene uyudular.
Evet... Sizlere anlatacağım şey
Ashab-ı Kehf değil
aslında.
Devam edelim...
Ashab-ı Kehf’in bir mağaraya kaçması
yanında daha pek
çok Hıristiyan'ın yine bizim
ülkemizde Niğde- Nevşehir- Ürgüp
( Kısaca
o zamanki adıyla ve
hatta bugün de
kullanılan adıyla Kapadokya ) Bölgesinde yer altı mağaralarında çok
uzun süre çile
çekmesine sebep olan
İmparator Diokletyanus’un (
225-305) aldığı bir karar Hıristiyanların kaderini tamamen
değiştirdi.
Neydi peki bu
karar?
Diokletyanus, çok çok büyüyen Roma İmparatorluğunun tek merkezden
yani sadece Roma’dan
yönetilmesinin zorluğunu anlayarak
ülkeyi iki yönetim birimine
ayırdı. Merkezi ve doğuyu kendisi
ve Avgustos unvanlı bir vali yönetecekti, batıyı
da yine Avgustus unvanlı
bir başka vali...
İşte bu
valilerden batının valisi Konstantin 306 Yılında İngiltere’de ölünce oradaki ordu
oğlu Konstantin’i Avgustos ilan etti ( Babanın da oğulun
da adı Konstantin’di) ama 305
Yılında ölen Diokletyanus’un yerine
geçen imparator Maximian
bunu kabul etmedi. Zira oğul Konstantin,
Helene adlı bir
fahişeden doğma bir veled-i zina
idi.
Derken efendim, Konstantin
ile Maximian’ın kapışması
kaçınılmaz oldu ve
asıl hikaye de
işte bundan sonra
başladı.
***********
Konstantin ve Maximian 312 Yılında
Milvan Köprüsünde karşı
karşıya geldiler. (
İtalya’da Tiber Nehri
üzerinde bir köprü ) Ancak
burada karşı karşıya
gelmeden önce her gece
Konstantin’in rüyalarına biri
giriyor ve ona
bir şeyler anlatıp
duruyordu. 33 Yaşlarında, oldukça
güzel ve yakışıklı
bir genç ‘’Ben İsa’yım.
Eğer bana iman
edersen bu savaşı kazanırsın.’’
Diyordu ve bunu demekle
de kalmıyor kalkanlarında
haç işareti olan
bir orduyla ona
yardım edebileceğini söylüyordu.
Yok... Yalannn... Konstantin,
aslında böyle bir
rüya görmüyordu ama
karşısındaki dağ gibi
bir imparatorluk ordusuna karşı acil
desteğe ihtiyacı vardı
ve bu destek
de, olsa olsa zulmü
sebebiyle imparatordan nefret
eden Hıristiyanlar olabilirdi.
Onları kafaya alabilirse
savaşı kazanması mümkündü. İşte o
sebeple böyle bir
rüya uydurmuş ve
Hıristiyanları aynen umduğu
gibi kafaya alıp
Maximian’a karşı savaştırmış ve dahası zaferi
kazanan taraf olmuştu. Yani
artık Roma İmparatorluğunun batısı
ona aitti ve
sıra Roma’nın doğusunu da
ele geçirmeye gelmişti.
Arkasındaki Hıristiyan desteği
ile bunu başarması
hiç de zor değildi.
Doğunun Avgustus’u olan Licinus
üzerine yürüdü ve bugünkü
Üsküdar’da 18 Eylül
324’de onu da
mahv-ı perişan etti.
Artık Roma İmparatorluğunun tamamı
Konstantin’in hakimiyeti altına
girmişti. [Aslında Konstantin’in, Licinus’a
karşı zafer elde
etmesi hiç de
şaşırılacak bir şey
değildi zira bu
ikisi arasında yapılan bir
anlaşma sonunda 313 Yılında Milano’da
imzalanan bir fermanla
Konstantin, bundan böyle Hıristiyanlara karşı
hoşgörülü davranılması konusunda
önemli taahhütler almıştı.
Yani Hıristiyanlar lehine
çok önemli iyileştirmeler yapılmıştı
ki bu ferman,
Hıristiyanlık için dönüm
noktasıydı.]
Bu saatten sonra
yapılacak iki çok
önemli iş vardı: I- Artık sıkıntı
vermeye başlayan ve
hiç bir cazibesi
kalmamış olan kokuşmuşluğun
merkezi Roma’yı terk
ederek imparatorluğun
merkezini Kalhedon’un ( Kadıköy )
karşısındaki Bizantion’a (
İstanbul ) taşımak 2- Onca yardımlarını
gördüğü Hıristiyanlar için kendi
başını ağırtmayacak ama
onları da mutlu
edecek bir şeyler
yapmak.
İmparatorluğun merkezini İstanbul’a
taşımak bayağı zahmetli ve
oldukça uzun zaman alacak
bir işti tabii ki
ama bunu başarabilirdi. Peki Hıristiyanları en mutlu
edecek şey ne
olabilirdi?
Aslında o kadar
çok şey vardı
ki.
Mesela Hıristiyanlığı da
bir din olarak
kabul etmek... Ona
artık serbestiyet vermek...Konstantin bunu
yaptı. Ama Hıristiyanlığa
olanlar da bu serbestiyetten sonra
oldu. ( Buraya geleceğiz az
sonra )
Mesela Hz. İsa’nın
gerildiği ve öldürüldüğü
çarmıhın(Haçın) bulunması.
Sadece bu ikisi
bile Hıristiyanları Konstantin’in
sadık bendeleri yapmaya yeter
de artardı bile.
Evet... Konstantin, Hıristiyanlığı kabul
etmiş olan annesi
Helena’ya ‘’ Ana git
Kudüs’e. Ne yap
ne et İsa’nın
üzerinde öldürüldüğü haçı
bul getir buraya.’’
Dedi ve anasını
Kudüs’e yolladı. Böylece
fahişe Helene, Azize
Helene olma yolunda
ilk adımını atmış
oldu.
Konstantin, kendini imparator ilan
etmesinin üzerinden henüz
bir sene geçmişti
ki 325 Yılında bütün
Hıristiyan papazlarını topladı
etrafına. ‘’Evet efendiler !
Şimdi deyin bana. İsa
nedir? ‘’ Diye sordu.
Papazlar bu soru karşısında
korktular. Karşılarında Zeus’du, Hera’ydı,
Apollon’du, Diyonizostu bir
sürü tanrıya ve ayrıca bir sürü yarı tanrıya inanan bir
imparator vardı. Herife
yekten ‘’ Var
ve bir olan
tanrının, yer yüzüne
gönderdiği temsilcisidir İsa.
Senin benim gibi
bir insandır.’’ Deseler kim bilir
nasıl bir tepkiyle
karşılaşırlardı? Ama yine
de 700 kadarı ‘’İsa, her şeyi
yoktan var eden,
tek olan Tanrının, insanları doğru
yola getirmek için
gönderdiği elçisidir. Bizim
gibi bir insandır.’’
Dediler.
Konstantin bu 700
Rahibe ‘’ Siz şöyle
geçin.’’ Deyip onları
bir köşeye gönderdikten
sonra gözlerini susan
rahiplere çevirdi. ‘’ Peki
siz? Size göre
nedir İsa?’’
Rahipler baktılar ki
papuç pahalı. Bu herifin
niyeti de öyle
çok halis değil. Öte
taraftan bu çok
tanrılı herifi nasıl ikna
edersin Hıristiyan olmaya?
En iyisi onun
da hoşlanabileceği bir
şeyler söylemekti. 318 Rahipten
biri atıldı:
-Yüce Sezar ! İsa, Tanrının
ta kendisidir.
Konstantin daha ‘’ Zeus gibi
mi?’’ diye sormadan
bir diğer rahip
atıldı.
-Yüce Sezar ! Arkadaş
biraz fazla uçtu.
İsa evet Tanrıdır ama
onun insanlık vasfı
tanrılık vasfının üzerindedir.
Konstantin’in kafası karıştı
ama öte taraftan
pagan inancına oldukça
yakın bu söylemler
hoşuna gidiyordu. Yani neticede
ha tanrı
Zeus ha Tanrı
İsa. Ya da
ha yarı tanrı Herkül ha
yarı tanrı İsa... Halkın
Hıristiyan ya da
pagan olması çok
da sorun olmayacaktı.
O bunları düşünürken
bir başka rahip
atıldı.
-Yüce Sezar ! Arkadaşımız yanılıyor.
İsa Tanrıdır ama
onda Tanrılık vasfı
insanlık vasfından daha
fazladır.
-Siz onlara bakmayın
yüce Sezar ! İsa
ne kadar tanrı
ise o kadar
da insandır. Yani
fifti fifti..
Konstantin oturduğu tahttan
kalktı
-Şimdi bakın sayın
rahipler! Bu böyle olmuyor.
Aranızda bir görüş
birliğine varın ki sonra
hır çıkmasın memlekette. Ha bu
arada unutmadan söyleyim
alacağınız kararı ‘’İsa
hem insandır hem
de tanrı ama
insanlığı tanrılığının içinde
erimiştir. İsa Tanrının oğludur.
Tanrıdan bir parçadır.
Günahkar insanları günahtan
kurtarmak için tanrı
tarafından özel olarak
seçilmiş bir kurbandır’’
gibi soslarla süslerseniz hususen müteşekkir kalırım her birinize’’ Dedi.
Bunun üzerine 318
Papazın çok büyük
bir bölümü ‘’ Zaten
öyledir Yüce Sezar.’’
Dediler
Konstantin, ‘’Madem öyle
şimdi siz doğruca
bizim Niceae’ye gidin orada Hz
İsa’nın ne olduğuna
karar verin ve verdiğiniz kararı
bir yazılı belge
haline getirip altını
imzalayın ki ileride
hiç kimse caz
yapmasın’’ Dedi.
Rahipler birbirlerine baktılar. ‘’
Niceae mi? Orası
da neresi?’’ Diye sordular. Konstantin’in
alaycı bir gülümsemeyle
bakmasını ve rahiplere ‘’ İleride
Anadolu Selçuklu Devletinin
ilk başkenti, Osmanlıların ise
çinileriyle meşhur olacak
güzel şirin bir
kasabası olan İznik yani.’’ demesini çok
isterdim ama maalesef böyle
bir konuşma olmadı.
İşte o
anda Konstantin’in bir
köşeye gönderdiği 700
Rahip söz aldı.
-Yüce Sezar ! Biz?
Biz de İznik’e
gidiyor muyuz?
Konstantin ‘’Kusura bakmayın sayın
papazlar. İstanbul- İznik
arası 700 kişi
için en az
14-15 otobüs kaldırmak gerekiyor.
Bu hayat pahalılığında
benzin olmuş 30 Lira..
Sizin mesarifleri
karşılayacak para yok.
Hani olsa dükkan
sizin valla..’’ Demedi
tabii ki sadece
sert bir bakış
atması yeterli oldu.
‘’ İyi ama 1028
Rahibin sadece 328’inin
katılımı ile alınacak kararlar
demokratik olur mu?’’
dediler. Konstantin ‘’ Lan adamın
kafasını bozmayın. Benden önce
aslanlara yem oluyordunuz
ibrikler. Şimdi az yüz
verdik, astar istemeyin.’’ Diyerek mevzuyu
en demokratik bir şekilde halletti.
Velhasılıkelam 318 Papazın
katılımı ile İznik’te
ilk konsil toplandı ve
Dediler ki ‘’İsa....
Evet... Devamı gelecek bölümde
(
Hıristiyanlığın Amentüsü Ve Çok Tanıdık Ama Bilinmedik Bir Kilise.---1. B başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
9.10.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.