Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 9.10.2022
Okunma Sayısı : 393
Yorum Sayısı : 7
HIRİSTİYANLIĞIN  AMENTÜSÜ  VE ÇOK  TANIDIK AMA  BİLİNMEDİK  BİR  KİLİSE.---1.  BÖLÜM-

Bugün  şöyle  çoook  eskilere  uzanacağız  siz  değerli  okuyucularımla. 

Peki  nereden  başlayalım?

Mesela Kutsal  Kitabımız  Kur’anda da bahsi  geçen  Ashab-ı  Kehften  başlayabiliriz.

Evet...Hıristiyan  inancına  göre  Hz.  İsa’nın  Kudüs’te  çarmıha  gerilerek  öldürülmesi ve  öldükten  bir  kaç  gün  sonra diri  bir  şekilde  havarilerine  görünmesi  sonrasında  havarilerin,  Hz.  İsa’nın  getirdiği  dini  yaymak  amacıyla  bayağı  bir  çaba  sarfettikleri  bilinen  gerçeklerdendir.

Bu  büyük  çaba,  yüz  yıllar  içinde meyvesini  vermiş  ve  300’lü  yıllarda  Hıristiyanlar  önemli  bir  sayıya  ulaşmışlardı.  Ama  karşılarında  çok  önemli  bir  engel  vardı: Yaşadıkları  ve  dinlerini  yaydıkları  topraklar hep  Roma  İmparatorluğu  topraklarıydı ve  başta  Roma  İmparatorları  olmak  üzere  halk da pagandı.  Yani  efendim  bizim  daha  anlayabileceğimiz  şekliyle,  bir  sürü  tanrıları  olan  putperestlerdi.

Bu  putperest  imparatorlar  üç  yüz yıl  kadar  Hıristiyanlara  kök  söktürdüler. Arenalarda  Aslanların  önüne  atmaktan  tutun  da canlı  canlı  ateşe  atmak,  derilerini  yüzmek,  daha  aklınıza  gelebilecek  bir  sürü  işkence...

Roma’da imparatorlar  değişse  de  bu  işkenceler  değişmiyordu  ve İmparator  Diokletyanus (İslam  kaynaklarında  Dakyanus ) zamanında  bu  zulümden  kaçan  yedi  Hıristiyan  arkadaş  ve  köpekleri  Kıtmir,  kaça  kaça  nihayet  bizim  Tarsus ( Veya  bazı  kaynaklara  göre  Afşin ) İlçesine  geldiler  ve  bir  mağarada 300  sene  uyudular.

Evet... Sizlere  anlatacağım  şey  Ashab-ı  Kehf  değil  aslında.

Devam  edelim...

Ashab-ı  Kehf’in  bir  mağaraya  kaçması  yanında  daha  pek  çok  Hıristiyan'ın yine  bizim  ülkemizde  Niğde- Nevşehir- Ürgüp (  Kısaca  o zamanki  adıyla  ve  hatta  bugün  de  kullanılan  adıyla  Kapadokya ) Bölgesinde  yer altı mağaralarında  çok  uzun  süre  çile  çekmesine  sebep  olan  İmparator  Diokletyanus’un ( 225-305) aldığı  bir  karar Hıristiyanların kaderini  tamamen  değiştirdi.

Neydi  peki  bu  karar?

Diokletyanus, çok çok  büyüyen  Roma  İmparatorluğunun  tek merkezden  yani  sadece  Roma’dan  yönetilmesinin  zorluğunu  anlayarak  ülkeyi  iki yönetim  birimine  ayırdı. Merkezi ve doğuyu  kendisi  ve Avgustos unvanlı bir  vali yönetecekti,  batıyı   da yine Avgustus  unvanlı  bir  başka vali...

İşte  bu  valilerden  batının  valisi Konstantin 306  Yılında İngiltere’de ölünce oradaki  ordu  oğlu  Konstantin’i  Avgustos ilan etti ( Babanın da  oğulun  da  adı  Konstantin’di)  ama 305  Yılında  ölen  Diokletyanus’un  yerine  geçen  imparator Maximian bunu  kabul  etmedi. Zira oğul  Konstantin,  Helene  adlı  bir  fahişeden  doğma bir  veled-i zina  idi.

Derken  efendim,  Konstantin  ile  Maximian’ın  kapışması  kaçınılmaz  oldu  ve  asıl  hikaye  de  işte  bundan  sonra  başladı.

***********

Konstantin  ve Maximian 312  Yılında  Milvan  Köprüsünde  karşı  karşıya  geldiler. ( İtalya’da  Tiber  Nehri  üzerinde  bir  köprü ) Ancak  burada  karşı  karşıya  gelmeden  önce her  gece  Konstantin’in  rüyalarına  biri  giriyor  ve  ona  bir  şeyler  anlatıp  duruyordu. 33  Yaşlarında,  oldukça  güzel  ve  yakışıklı  bir  genç ‘’Ben  İsa’yım.  Eğer  bana  iman  edersen bu  savaşı  kazanırsın.’’  Diyordu ve  bunu  demekle  de  kalmıyor  kalkanlarında  haç  işareti  olan  bir  orduyla  ona  yardım  edebileceğini  söylüyordu.

Yok...  Yalannn...  Konstantin,  aslında  böyle  bir  rüya  görmüyordu  ama  karşısındaki  dağ  gibi  bir  imparatorluk  ordusuna karşı  acil  desteğe  ihtiyacı  vardı  ve  bu  destek  de,  olsa  olsa zulmü  sebebiyle  imparatordan  nefret  eden  Hıristiyanlar  olabilirdi.  Onları  kafaya  alabilirse  savaşı  kazanması  mümkündü. İşte  o  sebeple  böyle  bir  rüya  uydurmuş  ve  Hıristiyanları  aynen  umduğu  gibi  kafaya  alıp  Maximian’a  karşı  savaştırmış ve dahası  zaferi  kazanan  taraf  olmuştu. Yani  artık  Roma  İmparatorluğunun  batısı  ona  aitti  ve  sıra Roma’nın  doğusunu  da  ele  geçirmeye  gelmişti.  Arkasındaki  Hıristiyan  desteği  ile  bunu  başarması  hiç de  zor  değildi.

Doğunun Avgustus’u  olan  Licinus  üzerine  yürüdü  ve bugünkü  Üsküdar’da  18  Eylül  324’de  onu  da  mahv-ı  perişan  etti.  Artık  Roma  İmparatorluğunun  tamamı  Konstantin’in  hakimiyeti  altına  girmişti. [Aslında  Konstantin’in,  Licinus’a  karşı  zafer  elde  etmesi  hiç  de  şaşırılacak  bir  şey  değildi  zira  bu  ikisi  arasında yapılan  bir  anlaşma  sonunda  313  Yılında  Milano’da  imzalanan  bir  fermanla  Konstantin, bundan  böyle  Hıristiyanlara  karşı  hoşgörülü  davranılması  konusunda  önemli  taahhütler  almıştı.  Yani  Hıristiyanlar  lehine  çok  önemli  iyileştirmeler  yapılmıştı  ki  bu  ferman,  Hıristiyanlık  için  dönüm  noktasıydı.]

Bu  saatten  sonra  yapılacak  iki  çok  önemli  iş  vardı: I- Artık  sıkıntı  vermeye  başlayan  ve  hiç  bir  cazibesi  kalmamış  olan  kokuşmuşluğun  merkezi  Roma’yı  terk  ederek imparatorluğun  merkezini  Kalhedon’un (  Kadıköy )  karşısındaki  Bizantion’a ( İstanbul ) taşımak  2- Onca  yardımlarını  gördüğü  Hıristiyanlar için  kendi  başını  ağırtmayacak  ama  onları  da  mutlu  edecek  bir  şeyler  yapmak.

İmparatorluğun merkezini  İstanbul’a taşımak bayağı  zahmetli  ve  oldukça uzun  zaman  alacak  bir işti  tabii  ki  ama  bunu  başarabilirdi. Peki  Hıristiyanları  en mutlu  edecek  şey  ne  olabilirdi? 

Aslında  o  kadar  çok  şey  vardı  ki.

Mesela  Hıristiyanlığı  da  bir  din  olarak  kabul  etmek...  Ona  artık  serbestiyet  vermek...Konstantin  bunu  yaptı. Ama  Hıristiyanlığa olanlar  da  bu serbestiyetten  sonra  oldu. ( Buraya  geleceğiz  az  sonra )

Mesela  Hz.  İsa’nın  gerildiği  ve  öldürüldüğü  çarmıhın(Haçın) bulunması.

Sadece  bu  ikisi  bile  Hıristiyanları  Konstantin’in  sadık  bendeleri yapmaya  yeter  de  artardı  bile.

Evet... Konstantin,  Hıristiyanlığı  kabul  etmiş  olan  annesi  Helena’ya  ‘’ Ana  git  Kudüs’e.  Ne  yap  ne  et  İsa’nın  üzerinde  öldürüldüğü  haçı  bul  getir  buraya.’’  Dedi  ve  anasını  Kudüs’e  yolladı.  Böylece  fahişe  Helene,  Azize  Helene  olma  yolunda  ilk  adımını  atmış  oldu.

Konstantin, kendini  imparator  ilan  etmesinin  üzerinden  henüz  bir  sene  geçmişti  ki  325 Yılında  bütün  Hıristiyan  papazlarını  topladı  etrafına. ‘’Evet efendiler !  Şimdi  deyin  bana. İsa  nedir? ‘’ Diye  sordu.

Papazlar bu  soru  karşısında  korktular. Karşılarında  Zeus’du,  Hera’ydı,  Apollon’du,  Diyonizostu  bir  sürü  tanrıya ve ayrıca bir  sürü yarı tanrıya inanan  bir  imparator  vardı.  Herife  yekten  ‘’  Var  ve  bir  olan  tanrının,  yer  yüzüne  gönderdiği  temsilcisidir  İsa.  Senin  benim  gibi  bir  insandır.’’ Deseler  kim bilir   nasıl  bir  tepkiyle  karşılaşırlardı?  Ama  yine  de  700  kadarı ‘’İsa, her  şeyi  yoktan  var  eden,  tek  olan  Tanrının, insanları  doğru  yola  getirmek  için  gönderdiği  elçisidir.  Bizim  gibi  bir  insandır.’’  Dediler.

Konstantin  bu  700  Rahibe ‘’  Siz  şöyle  geçin.’’  Deyip  onları  bir  köşeye  gönderdikten  sonra  gözlerini  susan  rahiplere  çevirdi.  ‘’ Peki  siz?  Size  göre  nedir  İsa?’’  

Rahipler  baktılar  ki  papuç  pahalı.  Bu herifin  niyeti  de  öyle  çok  halis  değil. Öte  taraftan  bu  çok  tanrılı  herifi  nasıl ikna  edersin  Hıristiyan  olmaya?  En  iyisi  onun  da  hoşlanabileceği  bir  şeyler  söylemekti. 318  Rahipten  biri  atıldı:

-Yüce  Sezar !  İsa, Tanrının  ta  kendisidir.

Konstantin daha  ‘’ Zeus  gibi  mi?’’  diye  sormadan  bir  diğer  rahip  atıldı.

-Yüce  Sezar !  Arkadaş  biraz  fazla  uçtu.  İsa evet  Tanrıdır  ama  onun  insanlık  vasfı  tanrılık  vasfının  üzerindedir.

Konstantin’in  kafası  karıştı  ama  öte  taraftan  pagan  inancına  oldukça  yakın  bu  söylemler  hoşuna  gidiyordu. Yani neticede ha  tanrı  Zeus   ha  Tanrı  İsa.  Ya  da  ha  yarı tanrı Herkül  ha  yarı  tanrı  İsa... Halkın  Hıristiyan  ya  da  pagan  olması  çok  da  sorun  olmayacaktı.

O  bunları  düşünürken  bir  başka  rahip  atıldı.

-Yüce  Sezar ! Arkadaşımız  yanılıyor.  İsa  Tanrıdır  ama  onda  Tanrılık  vasfı  insanlık  vasfından  daha  fazladır.

-Siz  onlara  bakmayın  yüce  Sezar !  İsa  ne  kadar  tanrı  ise  o  kadar  da  insandır.  Yani  fifti  fifti..

Konstantin  oturduğu  tahttan  kalktı

-Şimdi  bakın  sayın  rahipler!  Bu  böyle  olmuyor.  Aranızda  bir  görüş  birliğine  varın ki  sonra  hır  çıkmasın  memlekette. Ha  bu  arada  unutmadan  söyleyim  alacağınız  kararı  ‘’İsa  hem  insandır  hem  de  tanrı  ama  insanlığı  tanrılığının  içinde  erimiştir. İsa  Tanrının  oğludur.  Tanrıdan  bir  parçadır.  Günahkar  insanları  günahtan  kurtarmak  için  tanrı  tarafından  özel  olarak  seçilmiş  bir  kurbandır’’  gibi soslarla  süslerseniz  hususen müteşekkir kalırım  her  birinize’’  Dedi.  Bunun  üzerine  318  Papazın  çok  büyük  bir  bölümü  ‘’ Zaten  öyledir  Yüce  Sezar.’’  Dediler

Konstantin,  ‘’Madem  öyle  şimdi  siz  doğruca  bizim Niceae’ye  gidin  orada Hz  İsa’nın  ne  olduğuna  karar verin ve  verdiğiniz  kararı  bir  yazılı  belge  haline  getirip  altını  imzalayın  ki  ileride  hiç  kimse  caz  yapmasın’’  Dedi.

Rahipler  birbirlerine  baktılar. ‘’  Niceae  mi?  Orası  da  neresi?’’  Diye sordular.  Konstantin’in  alaycı  bir  gülümsemeyle  bakmasını ve  rahiplere ‘’  İleride  Anadolu  Selçuklu  Devletinin  ilk başkenti,  Osmanlıların  ise  çinileriyle  meşhur  olacak  güzel  şirin  bir  kasabası  olan  İznik yani.’’ demesini  çok  isterdim ama  maalesef  böyle  bir  konuşma  olmadı.

İşte  o  anda  Konstantin’in  bir  köşeye  gönderdiği  700  Rahip  söz aldı.

-Yüce  Sezar !  Biz?  Biz  de  İznik’e  gidiyor muyuz?

Konstantin ‘’Kusura  bakmayın  sayın  papazlar. İstanbul- İznik  arası  700  kişi  için  en  az  14-15 otobüs  kaldırmak  gerekiyor.  Bu  hayat  pahalılığında  benzin  olmuş  30 Lira..  Sizin mesarifleri  karşılayacak  para  yok.  Hani  olsa  dükkan  sizin  valla..’’  Demedi  tabii  ki  sadece  sert  bir  bakış  atması  yeterli  oldu.

‘’ İyi  ama  1028  Rahibin  sadece  328’inin  katılımı ile  alınacak  kararlar  demokratik  olur  mu?’’  dediler.  Konstantin  ‘’ Lan adamın  kafasını  bozmayın. Benden  önce  aslanlara  yem  oluyordunuz  ibrikler. Şimdi  az  yüz  verdik,  astar  istemeyin.’’ Diyerek  mevzuyu  en demokratik bir  şekilde  halletti.

Velhasılıkelam  318  Papazın  katılımı  ile  İznik’te  ilk  konsil  toplandı ve  Dediler  ki    ‘’İsa....

Evet... Devamı  gelecek  bölümde
( Hıristiyanlığın Amentüsü Ve Çok Tanıdık Ama Bilinmedik Bir Kilise.---1. B başlıklı yazı Sami Biber tarafından 9.10.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.