Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 4/30/2023
Okunma Sayısı : 507
Yorum Sayısı : 5
Fahreddin Paşa - Iı. Uhud Savaşı- Kahramanlar Ve Hainler---3. Bölüm--

Medine’nin kısmen tahliye edilmeye başlanması üzerine Şerif Hüseyin’in oğullarından Ali, 27 Mart 1917’de Fahrettin Paşa’dan Hicaz Kuvve-i Seferiyesinin kayıtsız şartsız kendisine teslim olmasını istedi bir mektupla. Diğer oğlu Zeyd ise 5 Nisan’da Bi’r-i Mâşî’nin tahliye edilip kendisine teslimini istedi. Fahreddin Paşa ise bu iki alçağa da şu cevabı verdi:
“Bize karşı İngiliz altını ile iğfâl edilen Vehhâbiler’in, memleketlerine avdetlerinde tecdîd-i nikâh ve îman eylemekte olduklarını elbette duyuyorsunuz. İmzalarınızı hâlâ şerâfetle tezyine çalışan sizlerin, şu basit çöl evlatları kadar olsun tahâret-i vicdaniye göstermenizi arzu ederim. Geliniz, terk-i silâh ediniz!” (İBB Kitaplığı Fahreddin Paşa Evrâkı, Bel_Mtf_23627)
Yani bugünkü Türkçeyle onlara: ‘’ Bize karşı İngiliz altını ile kandırılan Vehhabilerin bugün memleketlerine dönerken nikah tazelediklerini ve imana geldiklerini görüyorsunuz. Bugün hâlâ adlarını şeriflikle ( Peygamber soyundan gelmekle ) süsleyen sizlerin de şu basit çöl evlatları kadar vicdan temizliği göstermenizi arzu ederim. Gelin asıl siz silahlarınızı bırakın. ‘’ Diyordu.
İşte bu tahliye işlemleri sürerken Şerif Hüseyin’in diğer iki oğlu Faysal ve Abdullah, demiryolu hattını farklı noktalardan keserek Medine’ye erzak gelmesini engellemeye çalışıyorlardı.
Ömer Fahreddin Paşa, askerleri ve Medine’de onlarla birlikte kalıp bu şerefsizlere karşı savaşmak kararında olan Araplara karşı Şerif Hüseyin ve oğulları aynen asırlar önce müşriklerin Hz. Muhammed ve ilk Müslümanlara Mekke’de yaptıkları zulmü yapıyorlardı onları açlık ve susuzluğa mahkum ederek. Evet... Asırlar önce müşriklerin yaptıklarını asırlar sonra kendilerine şerif denen nâ şerifler ( şerefsizler) yapıyorlardı, hem de Müslümanlara karşı.
Fahreddin Paşa, 12 Nisan’da bir beyanname yayınladı. Bu beyannamesinde Medine-i Münevvere’yi her ne pahasına olursa olsun savunacağını belirttikten sonra Medine’deki Araplara -kendisinden bir sene boyunca erzak istememeleri şartıyla- arzu ederlerse Medine’de yaşamaya devam edebilecekleri bildirildi.
Şerif Hüseyin’e esir olmak tehlikesine karşı, Şerif Emir Ali Haydar Paşa, 14 Nisan 1917’de Şam’a uğurlandı Birkaç gün sonra da Harem-i Şerîf’deki kutsal emanetlerin bir kısmı Şam’a nakledildi.
2 5 Eylül 1917, Medine müdafiileri için en kötü günlerden biri oldu çünkü isyancılar Medine’ye erzak taşıyan tren geçerken patlattılar ve makineli tüfeklerle etrafa ateş açarak yirmi iki kişiyi şehid ettiler. Elli üç kişinin yaralandığı bu olayda trendeki bütün eşyalar da yağmalandı.
İngilizlerden gelen hem askeri yardımlar hem onların yağdırdıkları altınlar, isyancıları daha da saldırgan hale getirmişti. Sürekli demiryoluna sabotajlar yapıyorlardı ama tüm çabalarına rağmen demir yolu çok çabuk tamir ediliyor, isyancılara karşı direniş canla başla devam ediyordu.
26 Eylül 1917’de Osmanlı Devletinin son Sürre Alayı, Sürre Emini Memduh Bey vasıtasıyla Medine’ye ulaştı. Bu alay Medine’de on gün kaldı lakin Mekke’ye gidemediler isyan sebebiyle.
Türk kuvvetlerinin düşmanı maalesef sadece isyancı Araplar ve destekçileri İngilizler değildi. Aynı zamanda skorpit hastalığı ve sıtma salgını da asker ve subayların belini büküyordu. İaşe temininde zorluk sebebiyle artık asker başına günlük 165 gram buğday, 5 gram sade yağ ancak verilebiliyordu.
Bütün bu olumsuz duruma 1917 yılı sonlarına doğru Türklerin elindeki tek savaş uçağının ( daha ziyade keşif uçağı ) isyancılar tarafından düşürülmesi de eklenmişti. Artık şehrin etrafındaki durum hakkında bilgi edinmek de imkansız hale gelmişti.
Ömer Fahreddin Paşa, emrindeki 3000 kişilik askeri birlikle her şeye rağmen direniyordu.
Şerif Hüseyin’in oğulları topladıkları çapulcularla – sayıları az da olsa- düzenli ve disiplinli Türk ordusu karşısında bir başarı kazanmalarının imkansız olduğunu bildikleri için uzaktan uzağa havlasalar da direkt bir saldırı yapamıyorlar, sık sık demiryollarını tahrip ediyorlardı ama 11 Kasım 1917’de İngilizlerin verdiği obüs toplarıyla, zayıf gördükleri Buvata istasyonuna saldırdılar. Sonuç: Elli kadar köpek itlaf edildi Türkler tarafından. Kuyruklarını bacaklarının arasına kıstırıp geri çekildiler.
13 Kasım 1917’de bu sefer Anter İstasyonuna saldırdılar. İki subay ve altmış eri esir aldılar lakin Güneyden gelen sadece ve sadece 250 kişilik yardım kuvvetimizi görünce tabanları yağlayıp kaçtılar yine.
1 Aralık’ta Tebük yakınlarındaki Ahdar İstasyonu civarında bir trene yapılan saldırıda treni muhafaza eden görevlileri şehit ettiler. Bunlar arasında son nefesini verinceye kadar Osmanlı Devletine sadakatten ayrılmayan Şeyh’ül Meşayih Süleyman Refâde Paşa da vardı. ( Yani Arapların hepsi Türklere düşman değildi. Süleyman Refâde Paşa ve oğlu İbrahim, Medine müdafaası sırasında Türk askerinin ihtiyaç duyduğu pek çok şeyi bizzat kendi imkanları ile temin ettiler. )
16 Aralık 1917 Günü Mevlid Kandiliydi.
Kandil günü Medine’nin her tarafı bayraklarla donatıldı. Şehir elektrik lambalarıyla aydınlatıldı. Mescid-i Nebevi asker, subay ve halk ile doldu ve huşû içinde bir kandil kutlaması yapıldı. Aynı gün Medine muhafazasında çok büyük fedakarlıkları olan kahraman 42. Alayın sancağına Gümüş İmtiyaz Madalyası takıldı.
Bunca imkansızlığa rağmen Ömer Fahreddin Paşa’ın ve askerlerinin böylesine kahramanca bir savunma yapabilmesini anlayabilmek için şimdi gelin isterseniz işte o Mevlid Kandili Gününde ihtiyat subaylarından İdris Sabih Bey’in, Hz. Peygamber’e hitaben yazdığı şiiri okuyalım.
DÜNYA VE AHİRET EFENDİMİZE
Bir Ulü’l-Emr idin, emrine girdik
Ezelden biâtli hakanımızsın
Er idik sayende murada erdik,
Dünya ve âhiret sultanımızsın…
Unuttuk İlhan’ı, Kara Oğuz’u
İşledik seni gözbebeğimize…
Bağışla ey Şefi’ kusurumuzu,
Bin küsur senelik emeğimize…
Suçumuz çoksa da sun’umuz yoktur,
Şımardık müjde-i sahabetinle…
Gönlümüz ganîdir, gözümüz toktur,
Doyarız bir lokma şefaatinle…
Nedense kimseler anlamaz eyvah !
O kadar saf olan dileğimizi..
Bir ümmî isen de Yâ Resulallah!
Ancak sen okursun yüreğimizi…
Suları tükendi gülabdanların,
Dinmedi gözümüz yaşı..
Merhamet! Külleri soğudu buhurdânların
Aşkınla bağrını yakmada millet…
Gelmemiş Türkçe’de Kays- ü Hassan’ın
Yok bizde ne Bürde, ne Muallâka.
Yolunda baş veren Al-i Osman’ın,
La’l ile yazdığı tarihten başka….
Ne kanlar akıttık hep senin için,
O Ulu Kitâb’ın hakkıyçün, aziz
Gücümüz erişsin ve erişmesin,
Uğrunda her zaman döğüşeceğiz…
Yapamaz Ertuğrul evladı sensiz,
Can verir cânânı veremez Türkler…
Ebedi hâdim-ül Haremeyniniz
Ölsek de Ravza’nı ruhumuz bekler!.
Medine’yi savunan Fahreddin Paşa ve maiyetindekilerin en büyük sıkıntısı yiyecek sıkıntısıydı. Öyle ki 7 Haziran 1918 Tarihinde Fahreddin Paşa bir emir çıkartarak çekirge yemeyi tebliğ etti.
Bu tabii ki subayın da askerin de beklemediği bir şeydi. Hiç biri çekirge yenir mi yenmez mi bilmedikleri gibi nasıl pişirilirdi o konuda da bir fikirleri yoktu.
O konuyu da Fahreddin Paşa halletti. Nasıl mı? Okumaya devam o zaman.
Tabii ki gelecek bölümde...
( Fahreddin Paşa - Iı. Uhud Savaşı- Kahramanlar Ve Hainler---3. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 4/30/2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.