Papa 16. Gregorius, papalık tahtına oturduğu yıl yani 1831 yılında bir anda tüm Avrupa'da en çok okunan kitap olan Notre Dame de Paris adlı romanı okuduğunda ikileme düşmüştü. Kitabın yazarı Victor Hugo'yu afaroz mu etmeliydi yoksa onu ödüllendirmeli miydi?
Evet, romanda Fransa'nın en büyük katedrali olan Notre Dame katedralinin rahibi Cloude Frallo, bir çingene kızı olan Esmeralda'ya aşık olup olmayacak şeytanlıklar yapıyordu. Yani Victor Hugo, romanında bir rahip üzerinden din adamlarını karalıyordu, o halde aforoz etmeliydi onu. Ama öte taraftan bu romanın yayınlanmasından sonra insanların Notrdame Katedraline ilgisi o kadar çok artmıştı ki neredeyse yıkılmak üzere olan bu katedral bir anda ziyaretçi akınına uğramış, toplanan bağışlarla adeta yeniden imar edilmişti. Dahası bu romanın yayınlanmasından sonra başta papalık olmak üzere Avrupa'daki pek çok büyük kilise ve katedralin tamiri yapılmıştı. Zaten Victor Hugo da adı daha sonra '' Notre Dame'ın Kamburu '' diye ünlenen romanını neredeyse çökmek üzere olan Notre Dame Katedraline dikkat çekmek için yazdığını açıklıyordu.
'' Notre Dame de Paris '' adlı Roman Avrupa'da o kadar etkili olmuştu ki bir anda Rönesans döneminde yapılan neredeyse bütün kiliseler elden geçirildi, onarımları yapıldı; hiç kimse romana '' Bu roman din adamlarını kötülüyor. '' Nazarıyla bakmadı, öyle değerlendirmedi, o yolda bir yorum yapmadı.
Victor Hugo, bu eseriyle çok büyük bir şöhrete kavuşmuştu her ne kadar daha önce şiirleriyle kendisini edebiyat dünyasına kabul ettirmiş olsa da...
Evet, yoksul insanların, hatta dilencilerin hikayesini anlatmıştı Notre Dame'ın Kamburunda. Katedralin kamburu Quasimodo bir yoksuldu. Çingene Esmeralda bir yoksuldu. Esmeralda'ya aşık olan Piyer Gringore yoksul bir şairdi. vs.... Ancak bu romanın asıl amacı Fransa'daki sosyal adaletsizliği, insanlar arasındaki gelir ve yaşam standartları dengesizliğini anlatmak değildi. Victor Hugo bu adaletsizliği bir başka romanında ele alacaktı.
1830 yılında kolları sıvadı. Özelde Fransa'daki, genelde tüm dünyadaki fakir ve zengin arasındaki uçurumu yani toplumsal adaletsizlik ve sefaleti anlatacaktı.
Özellikle de on beş gün içinde bir romanı yazıp yayınlayan ve dahi satan arkadaşlar sıkı dursun. Victor Hugo böyle bir romanın alt yapısını hazırlamak, yazmak, yayınlamak için için tam tamına otuz iki sene emek harcadı. Evet, tam otuz iki sene...
Bugün bütün dünyanın bildiği, tanıdığı, dünyanın neredeyse her diline çevrilmiş olan ve orijinal adı '' Les Misérables'' olup bizim '' Sefiller '' diye bildiğimiz eser otuz iki senede bir kitap haline gelip okuyucunun eline ulaştı.
Zamanının çok büyük yazarları bu eseri yerden yere vurdular. Hippolyte Taine'ye göre eser samimiyetsizdi. Barbey d'Aurevilly, bayağı bulmuştu. Gustav Flaubert'e göre kitapta ne gerçek vardı ne de ona büyük bir eser diyebileceğimiz bir özellik. Goncourtlar'a göre çok yapaydı. Charles Baudelaire '' tatsız, tuzsuz beceriksizce.'' Diyordu ''Sefiller '' için.
Büyük yazarlar böyle diyordu ama halk böyle demiyordu. öte taraftan Victor Hügo çok iyi bir iş çıkarttığından emin olduğu için romanını adeta açık arttırmaya çıkardı ve en büyük telif ücretini ödeyen Belçikalı yayınevi Lacroix and Verboeckhoven'e verdi. Yayınevi kitap piyasaya çıkmadan önce altı ay boyunca yoğun bir reklam kampanyası yaptı ve ilk olarak kitabın ilk bölümü ("Fantine") büyük şehirlerde piyasaya sürüldü ve sadece bir saat içinde piyasaya sürülenlerin tamamı satıldı.
Öyle görülüyordu ki sanat toplum içindi. Büyük sanatçıların hiç de beğenmediği Sefiller, sadece Fransa halkı tarafından değil Osmanlı halkı dahil dünyanım pek çok halkı tarafından en çok okunan eserler arasına girdi.
Notre Dame'ın Kamburu yazarının kaleminden sıradan bir eser çıkmayacağına inanan insanlar kitabı ellerine aldıklarında yanılmadıklarını gördüler zira Sefiller, beklentilerinin üzerinde bir eserdi.
Sefiller yayınlandığında Victor Hugo tatildeydi ve yayıncısına bir telgraf çekerek satışların nasıl gişttiğini sordu. Sormasına sordu ama bu telgraf dünyanın en kısa telgrafıydı. Victor Hugo, yayıncısına sadece '' ? '' yazmıştı. Yayıncısı anlamıştı onun ne sorduğunu. O da çok kısa bir cevap yazdı: '' ! '' Yani '' harika gidiyor. ''
Evet, Büyük yazarların hiç de beğenmediği Sefiller, Osmanlı Devletinde Sultan II. Abdülhamit'in emriyle Türkçeye çevrildi ve Türkiye'de de en çok okunan kitaplar arasına girdi. Hatta Sultan, uyumadan önce bu kitabı okutur öyle uykuya dalarmış.
Sultan II. Abdülhamit, Victor Hugo'yu o kadar sevmiş ki, Victor Hugo 1885 yılında 83 yaşında zatürreden ölünce ailesine baş sağlığı telgrafı göndermiş.
Peki Sultan II. Abdülhamit'in sevdiği Victor Hugo, Türkleri ve Osmanlı'yı seviyor muydu?
Şu sözler Victor Hugo'ya ait:
''Osmanlı Padişahı devrildi. Millete pahalıya mal olan budalanın( Sultan Abdülaziz'i kastediyor. ) biriydi. Bu Abdülaziz’in yerine, yeğeni 5. Murat geçmiş.
''Bu katil imparatorluktan, “Osmanlı’dan yakamızı kurtaralım. Bağnazlığı ve zorbalığı susturalım.''
Görüldüğü gibi Victor Hugo hiç de Türk dostu değildir. Hatıratında Türklerle ilgili acı bir gerçeğin altını şöylece çizer:
''..............Bu moda, iki Fransız'ın Sultan İkinci Mahmut’u uygarlığın pantolon ve redingot giymek demek olduğuna inandırdıkları günden beri bütün Osmanlı İmparatorluğu’na yayıldı… Böylece yiğit Türkler geleneksel giysilerini, insan giysilerinin bu en güzel ve en gösterişlisini bir kenara attılar ve bizim giysilerimizi yalan yanlış taklit etmeye çalıştılar. Türklerin bizden fazla bir şeyleri, güzellikleri vardı; biz onlara kendi çirkinliğimizi vermeyi başardık. Bizim uygarlık taslayan bilgiçlerimiz ise buna ilerleme adını veriyorlar.''
Victor Hugo çok haklıydı. 1700'lü yıllarda tüm Avrupa'da özellikle de soylular arasından Turguere denilen bir bir Türk modası hakimken 1800'lü yıllarda Türk topraklarında Avrupalılar gibi giyinme modası başlamıştı.
''Eee başlıktaki sorunun cevabı ne?'' Diye sormuyorsunuzdur artık sanırım. Ama ben yine de kısaca anlatayım.
Victor Hugo bize aslında çok önemli üç şey öğretti
1- Kendi değerlerimize sahip çıkmayıp da medenileşmek adına, ilerlemek adına Avrupa'nın -maymun misali- yalnızca giyim kuşamını taklit ettiğimiz takdirde sadece ve sadece komik olmakla kalmıyor aynı zamanda iğrenç bir mahluka dönüşüyoruz.
2- İyi para kazanmak ve meşhur olmak istiyorsanız yoksulluğun romanını yazın, remini çizin, müziğini yapın. Bu işte her zaman iyi para vardır.
3- Aslında üçüncü maddeyi öğretemedi her ne kadar en öğretmesi gereken husus o olsa da...
Evet, Zahmetsiz rahmet olmayacağını öğrenmeliydik onun bir kitap için 32 sene uğraştığına bakarak. Maalesef işte bunu öğrenemedik.
Ha, bu ikinci maddeyi anlamadınız mı? O zaman '' Sefiller'' Romanı yazarının nasıl bir sefil hayat yaşadığını (!) görmek için onun yaşadığı evin fotoğraflarına bakın bol bol.
DÜNYANIN EN ZENGİN YAZALARI FAKİRLİĞİN ROMANINI EN İYİ YAZAN YAZARLARDIR.
(
Victor Hugo Biz Türklere Ne Öğretti? başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
10.05.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.