ATATÜRK'ÜN YAPTIĞI EN BÜYÜK HATA.---2. BÖLÜM--SİZİ SERBEST BIRAKMAYI MUVAFIK GÖREREK TATLİK ETTİM.---
20 Şubat 1923'de Ankaralıların coşkun tezahüratları ile Ankara'ya vasıl olan Mustafa Kemal-Latife çiftine nikah yüzüklerini ise 26 Şubat 1923'de İsmet Paşa ( İnönü) taktı. ( Yüzükler daha önce Mustafa Kemal Paşa tarafından sipariş edilmişti. İsmet Paşa, Lozan görüşmelerinin kesilmesi üzerine Türkiye'ye döndüğünde bu sipariş yüzükleri de takmıştı. Mustafa Kemal'in yüzüğünün içinde - henüz Latin harflerine geçilmemiş olmasına rağmen- Latin harfleriyle M. Kemal yazıyordu. )
Evet, Latife Hanım adeta rüzgar gibi girmişti Mustafa Kemal Paşa'nın hayatına. Fikriye ise Almanya'da biricik aşkının Latife Hanımla evlendiğini öğrendiğinde adeta beyninden vurulmuştu ve iyileşmek umuduyla gittiği Almanya'da daha da kötüleşmişti.
Latife Hanım Çankaya'nın ilk resmi first lady'si olarak kolları sıvadı ve öncelikli olarak Fikriye'ye ait ne kadar iz varsa hepsini yok etti. Çankaya Köşkünü baştan aşağı yeniden dizayn etti ama asıl sorun köşkün mobilyaları ya da perdeleri değildi ona göre.
Mustafa Kemal Paşa sabahlara kadar uyumuyor, uyutmuyor, devlet ve memleket meselelerini konuşuyor, görüşüyor, tartışıyordu sofrasında. Hasta bir bünyeye sahip olmasına rağmen çok fazla alkol ve sigara kullanıyordu. Ayrıca Çankaya Köşkü adeta yol geçen hanıydı Latife Hanıma göre. Öyle ki bir asteğmen bile koskoca Gazi Mustafa Kemal'in huzuruna teklifsiz tekalifsiz çıkıyordu ve Latife Hanım bu durumu sineye çekecek bir kadın değildi; Nitekim de çekmiyordu.
Çok kısa süre içinde çiftin evliliği üzerinde kara bulutlar dolaşmaya başladı. Özellikle de sofra toplantılarının uzun sürdüğü gecelerde Latife Hanım'ın üst kata çıkıp topuklu ayakkabı giyerek ve ayaklarını hızlı bir şekilde yere çarparak toplantıları sabote etmesi Mustafa Kemal Paşa'yı ziyadesiyle rahatsız ediyor ve bu rahatsızlığını açık bir şekilde dile getiriyordu. Nitekim yine böyle bir topuklu ayakkabı protestosu üzerine yanında bulunan Kılıç Ali'ye aynen şöyle demişti:
''Hayatımda yaptığım hatalardan biri de evlenmektir. İşte görüyorsunuz, ordular yönettim, meclisler yönettim, savaşlar yaptım, kazandım; ama bir kadını yönetemiyorum.'' (KAYNAK: Latife ve Fikrîye: İki Aşk Arasında Atatürk – İsmet Bozdoğan)
Mustafa Kemal ile Latife Hanım arasında soğuk rüzgarların estiği günlerden birinde Çankaya Köşküne hiç kimsenin beklemediği bir misafir geldi: Fikriye.
Bu ani ve beklenmedik ziyaret Latife Hanımı fazlasıyla rahatsız etse de bir çıngar çıkarmadı ve hatta Mustafa Kemal, Latife ve Fikriye akşam yemeğini birlikte yediler. Ertesi gün de Fikriye tekrar İstanbul'a döndü. Ama bu ilk geliş Latife Hanıma, Fikriye konusunda önlem alması gerektiğini de hatırlatmış oldu. İşin ilginç tarafı Mustafa Kemal de Fikriye'nin Ankara'ya gelmesinden rahatsızdı ve Haydarpaşa Tren garına emir gönderilmişti: Bundan böyle Firiye'nin Ankara'ya gelmesine izin verilmeyecekti.
Latife Hanım ise Çankaya Köşkü koruma görevlilerinden bahçıvana, aşçıya kadar herkese Fikriye'nin kendisinden habersiz bir şekilde köşke alınmaması hususunda kesin talimat vermişti.
Evet, Fikriye'nin bir daha Ankara'ya gelmemesi, hele de Mustafa Kemal ile görüşmemesi için her türlü önlem alınmıştı ama Fikriye bir yolunu bularak yine geldi Ankara'ya...
Takvim yaprakları 29 Mayıs 1924'ü gösterdiğinde oldukça hasta olan Fikriye, Çankaya Köşküne geldi ve kendisini Mustafa Kemal Paşa'nın bir akrabası olarak tanıtıp köşkte kaldı ama oldukça halsiz olduğu için sadece yattı.
Durumu öğrenen Latife Hanım, Fikriye'nin derhal köşkten uzaklaştırılmasını istedi. Fikriye köşkten çıkarılıp bir otele götürüldü ama otelde fazla kalmadı.
31 Mayıs 1924'de bir faytonla yine Çankaya köşküne geldi. Ama içeri girmesi mümkün değildi. Mustafa Kemal'in yakını olduğunu, ona veda etmeye geldiğini söylese de içeri alınmadı. Bunun üzerine tuvalete girmek istediğini söyledi ve izin verilmesi üzerine tuvalete girdi ama tuvalette uzun süre kaldı. O tuvaletteyken çantasını karıştıran Rasuhi adlı yaver çantada bir tabanca görünce Fikriye'yi dışarı çıkarma konusunda hiç tereddüt etmedi. Fikriye tekrar faytona bindi ve fayton bir iki metre yürüdükten sonra bir silah sesi duyuldu. Fikriye kanlar içinde faytondan yere yuvarlandı.
Kendi kendini mi vurmuştu yoksa birisi tarafından mı vurulmuştu?
Olay kayıtlara intihar olarak geçti. Ancak yıllar sonra ( 1994 Yılında ) Fikriye Hanım'ın yeğeni Abbas Hayri Özdinçer aynen şöyle diyordu halası Fikriye'nin ölümü ile ilgili:
''Bilinenin aksine, Fikriye Hanım, olaydan sonra hemen ölmemiş, kanlar içinde Memleket Hastanesi’ne kaldırılmıştı.
Olaydan sonradan haberi olan Atatürk, bizzat hastaneyi aramış, ilgilenmiş ama Fikriye Hanım kurtarılamamıştı.
Ölümden sonra Fikriye Hanım’ın İstanbul’daki ağabeyi Ali Enver Bey iki sivil polis eşliğinde Ankara’ya getirilmişti.
Enver Bey, cesedi görmek istediğinde, kendisine naaşın defnedildiği söylenmişti. Ama o, işin peşini bırakmamış, kardeşinin yattığı hastaneye giderek ölüm olayını araştırmıştı. Ve olay gecesi hastanede çalışan görevlilerden biri, kendisine “büyük sır”rı söylemişti: “Kurşun, kardeşinizin sırtındaydı”.
O gün hastanede yatanlardan çoban Hüseyin ise Ali Enver beye şöyle demişti: “O gece bir avrat getirdiler. Sabaha kadar avaz avaz ‘Alçaklar... katiller... vurdular beni...’ diye bağırdı”.
Resmi kayıtlara göre Fikriye, daha önceleri Mustafa Kemal'in kendisine hediye ettiği tabanca ile kendisini göğsünden vurarak hayatına son vermişti. Ancak?
Ancak olayın soruşturmasını yapan Kılıç Ali şöyle diyordu: ''Kendisini vurduğu tabancadan başka ikinci bir tabanca da Fikriye Hanım’ın belinde, etekliğinin bel kuşağı arasına sokulmuş bir halde bulunmuştu. Bu iki tabancayı taşımasından ve birini tuvalette hazırlamasından tahmin edilmişti ki, maazallah Gazi ile görüşmesi mümkün olsaydı ihtimal Gazi ve Latife Hanım’ı öldürdükten sonra kendisi de intihar edecekti.''
Fikriye o kadar garip bir şekilde öldü ki bugün hâlâ cenazesi hangi camiden kalktı bilen yok, dahası bir cenaze namazı kılındı mı bilen yok. Hepsini geçtim, nereye defnedilmiştir bilen yok. ( Bir rivayete göre Bugünkü Ankara Etnoğrafya Müzesi önündeki Atatürk heykelinin kaidesinin altında gömülüymüş. ) Böylesine bir gizem ve gizliliğin sebebi nedir onu da bilen yok...
1925 yılının Ağustos ayına kadar kör topal yürüyen Mustafa Kemal-Latife evliliği 1925 yılına gelindiğinde artık hiç yürüyemez olmuştu zira zaten mevcut olan geçimsizliğe bir de Mustafa Kemal Paşa ile Latife Hanım arasında yaşanan siyasi anlaşmazlık da eklenmişti. Mesela Latife Hanım, hükumetin Şeyh Sait İsyanı sebebiyle 4 Mart 1925'de çıkarttığı Takrir-i Sükun Kanununa ( ilk sıkı yönetim kanunu ) şiddetle karşı çıkmış, basına konan sansürü şiddetle eleştirmişti. Aynı şekilde 5 Haziran 1925'de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılmasını da siyasi bir cinayet olarak görüyor, Mustafa Kemal'i birlikte olması gereken silah arkadaşlarından uzaklaşıp yağcı yalaka takımını etrafına doldurmakla suçluyordu.
'' Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. '' Diyen Mustafa Kemal, tüm yaşadıklarını özgürlüğünün ve bağımsızlığının haddinden fazla kısıtlanması olarak görüyordu ve artık bu evliliği sürdürmenin bir anlamı yoktu.
Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Bey ( Börekçi ) ve Adliye Vekili ( Adalet Bakanı ) Mahmut Esat Bey'in(Bozkurt) şahit olarak altına imza attığı bir TALAKNAME ( Boşanma Belgesi ) hazırladı:
Uşşakizade Latife Hanımefendiye
Muhterem Hanımefendi
Sizi serbest bırakmayı muvafık ( uygun ) görerek tatlik ettim. ( Boşadım. )
Türkiye Reis-i Cumhuru Gazi
Şahit-------------------------------------Şahit
Adliye Vekili-----------------Diyanet İşleri Reisi
Mahmut Esat ------------------------Rıfat
Bu boşanma belgesi 5 Ağustos 1925'de Latife Hanım'ın akrabalarından Kastamonu Mebusu Ali Rıza Bey'e iletildi, Ali Rıza Bey ise 8 Ağustos 1925'de Latife Hanım'a iletti vbe böylece 8 Ağustos 1925 Tarihi itibariyle Mustafa Kemal ve Latife Hanım boşanmış oldular.
Bu boşanmadan sonra Mustafa Kemal de Latife Hanım daha evlenmediler. Bilindiği gibi Mustafa Kemal Atatürk 10 Kasım 1938'de elli yedi yaşındayken hayata gözlerini yumdu. Latife Hanım ise 12 Temmuz 1975'de yetmiş yedi yaşında hayata gözlerini yumdu.