Bir militandı yürek iklimim yeri asla
dolmayacak sevgiler manzumesi…
Bir resim ki recim edilen bir efkâr
ki hayatın kat izi.
Sökük kelamı yırtık yüreğin değil
yırtık nidaların ertesi yola düşen seyyah hüzün yüzüme esen rüzgârın minvalinde
saklandığım ağacın kubbesine konan serçenin kırık kanadında saklı ölme arzusu.
Göğün temposu ve yerin devasa çukuru
içli bir gamzeye sunulan aşk gibi ve sevginin iksiri ve sihri…
Nöbete kaldığım duygu sarmalı her
katre bir hecede saklı ve sofistike imgeler cumhuriyeti varsın olsun şiirlerim
yeknesak bir başkaldırı…
Metanetimi saklı tuttuğum kadar
turuncusuna boyuyorum güneşin içimdeki dirlik ve dingin rahmetin teselli
bulduğu ansızın tecelli eden bir tevafuk ve nicesi.
Hoyrat bir esinti küpeştesinde
yalnızlığın esen bazen seken bir kurşun gibi göğün karartma gecelerinde yanıp
sönen ışıldak ve aşk iken hayatın neferi.
Dikiş tutmasa ne ki varlığım ne…
Diş izinde saklıyım ansızın duran
zamanın:
Ne kir ne kin birikirken içimde ve
işte bileğimi d/işliyorum ve zamanı sabitliyorum mekânsa zuhur eden bir yokluk
ve hiçlik kadar martaval okuyan iblise yağdırdığım lanet…
Künefe tadında mısralar.
İçli dolmam belki de yüreğimden taşan
şiirler…
Demini almışken ömrün dert ettiğim ne
var ne yok ve işte yükümü aldı Tanrı…
Bir alıntı mahiyetinde çalıntı değil
hem hayallerim.
Yelkovansa suspus akrep ise zehrini
en derine enjekte etti ve zehirlendiğim kadar ara duraklarında hayatın
zafiyetlerimi tek bilen yine Tanrı…
O boşluk ki içine düşülesi bir
hoşluğa denk düşmekte günün ilerleyen saatlerinde…
Şeceresi kayıtlar açtığım mahşeri
kalabalığı içimdeki saf çocuğun varsın olmasın tutan elinden.
Elyaf sevinçler şakağıma dayalı
kalemin medarı iftarı iken yüreğimin kırık rozeti ve işte çığlık çığlığa
kıyametin öncüsü yere çöktüğüm sadece Tanrının saf tuttuğu o merhamet denizinde
kavisi ruhun kavşağı duyguların.
Bir minvalden öteyim.
Mizacım ne yitik ne kirli.
Miadı dolmuş nice insanın zarf atan
iblisten işkillendiğim kadar ruhumu teslim etme arzusu ile doluyum.
Kadir kıymet bilmez insan silsilesi.
Kayda değer ne kaldı hem dünde…
Cephe alanlar ve cephaneliğim asla tükenmiyor:
her duygu bir zincirin sarmalında kâh şiire denk düşüyorum kâh kaderin
kıvrımlarında saklı nazımla niyazımla ben sadece kendime yenik düşüyorum…
Bir ürkünç gösteridir ipte yürüyen
cambazın da an meselesi ölümü.
Öldürmeyen duygular süründüren bense
artı haneme yayıyorum olası şıkları ve eksi hanemde kaykılan hangi renk hangi
duyguysa ötelendiğim kadar ötüyor iç sesim:
Gül olmama meyyal ne kaldı ki geride?
Belki de sadece annemin varlığında büyüyen
yaşama sevincim ve iman gücümden cihana savrulan fısıltıların birer çığlığa
döndüğü…
Gün özürlü bir kâbus.
Gecenin minvalinde saklı nice beis.
Firar edesi kuşlar besliyorum
göğsümün kafesinde ve kafeslenmiş gülücüklerimden arda kalan bir hüzün
konçertosu saf tuttuğum kelamın direktifinde ansızın selama duran bir asker
gibi disiplinli ve korumacı içgüdümle savunuyorum tüm güzellikleri en çok da sevginin
neferi olmakla gurur duyduğum bir minvalde sökün eden o uğultu ve devşiriyorum
sözcükleri içimin içtimaında saklı o devşirmen ve ben sus pus değil itikadın
eşliğinde kocaman bir sus payı konduruyorum yoluma benim yerime Rabbin cevap
verdiği ansızın yok olacakmışçasına hiçliğin sarmalında tüneyen bir kayıp ruh
edası ile…