Bir düş’ ün cümbüşü: varsa yoksa ihya
etmek adına yüreği ve yürekten yüreğe uzanan köprülerde salınan duygular
bindikleri sandalda kürek çektikleri kadar huzura ve sevgiye neşreden
dokunulmazlığı hayatın varsın adı israf olsun mademki yürek sevmeye meyletti
bir kere.
Bir düş cambazıyım ben: kürediğim
gerçeklerden çıktığım yolda hayal kurmadan da hayatın tadının olmadığını
yüreğime şerh düştüm.
Bir sezi.
Bir eza.
Sessizlik ve de kutsanan sevgiye
değen rahmeti ve bereketi sonsuzluğa yüklenen sonsuzluğa verilen mana.
Rengi yok madem karanlıktan
çıktığımız yolda bastığımız bir taş nasıl ki yerinden oynamış: taş üstünde taş
bırakmayanlara inat yeter ki bir ruhun aşı bilelim sevgiyi.
Günler geçkin.
Geceler sürgün.
Hayat meşakkatli.
Sevgi ise değerini nerede ise
yitirmişken günümüzde saklı ne kaldı, sorarım size yarına taşıyacağınız
küfenizde nedir size eşlik eden?
Bilmezden gelenler bir de kendilerini
tepede görenler…
Oysaki bizler aşkla yoktan var
edildik hem de evrenin en akıllı en donanımlı canlısı olarak addedilen insan
olmanın vasfını ve müstesna varlığını nasıl da unuttuk.
Sevgi, dendi mi…
Naftalin kokuları mıdır hep burnuma
gelen hep mi dünde kalandır sevgi ve paylaşmanın güzelliği neden günümüzde
yitirdi ehemmiyetini?
Günü geçiştirdim yine ve geceye kucak
açtım bir inilti ise gaipten gelen coşkuma eşlik eden belki de bir kaçış
kalemimle olan dostluğumda beni ihya eden.
Her renk kendine özgü her insan gibi
ve sevgi gibi.
Sevginin iz düşümü ne midir günümüzde
haylice israf edilmiş bir duygu yoğunluğu iken ne yazık ki: aşk da sevgide
maddi açılımlarla boyut kazanmakta.
Erbabı yüreğin ve kalemin duayeni
nice yazar nice şair eşlik eden bir ömür okuduğum bunca kitaba rağmen
doyamadığım bir sevgi sözcüklerin yüreğimle istişare ettiği.
Nöbette geçerken ömür.
Kalantor ruhlardan dökülen zerreler
aslında hicabın eşiğinde yaşarken insanlar hayatlarını ve bodoslama
yakalandıkları rüzgâr.
Meşrebi de geniş oldu mu insanların
Allah muhafaza mümkünse anlatın sevgiyi birilerine ve dillendirin sevgiyi
baktınız ki yanıt alamıyorsunuz bence uzaklaşın kimse size sırtınızı dönen ve
bu sefer daha da coşkuyla bunca nefrete inat daha çok sevin alabildiğine sizi
özgür kılan huzur veren mademki sevginin kural kaide tanımadığı ve ütülemeden
yaşayın duygularınızı en çok da insan sevginin kat izinde saklıdır ve nasıl da
mubahtır içten gelen duyguların ikbali aslında sizi iki cihanda da aziz kılacak
olandır.
Bayramın coşkusu mu?
Beyan edilen güzelliklerin kan
kaybetmiş yolculuğu mu?
Güzelliğin izafi ölçütü aslında
güzelliğin insanın içinde saklı olduğu bir o kadar yüreği kararmış insanlar
nasıl algılıyorsa artık sizin sevgi ve güzellik anlayışınızı.
Nemli gök kubbe.
Yerde saklı hatıralar hani, dünde
kalan; hani, toprağın altında yatan kaybettiğimiz sevdiğimiz onca insan ve bir
adım ötesi:
Yaşarken bizi yok sayanlar yaşarken
öldürenler yaşattığımız umudu ve sevgiyi çok görenler.
Genelleme yapmak mümkün ya da değil
gelin görün ki: insan yaşadığını yaşatılan acıyı hüznü sadece kendi bilir.
Dökümlü etekleri imgelerin.
Belki de soyut bir deniz altı o
imgelerin altında saklanan ve işte uçuşan bulutlar bu sefer adeta gökte salınan
kuşlar gibi içselleştiriyoruz sonsuzluğu.
Kelamın biter mi hiç söyleyecek sözü?
Kabir azabına denk düşen hangi acıdır
sizi ipe götüren?
Renkler neden solgun ve güneş neden
küskün bu gün?
Ve işte şehri İstanbul’un ıslak bir
bayram sabahını bizlere bahşetmişken yüce Mevla.
Kesilen kurbanlar mübarek olsun ve
geride kalan kan izini yağmurun bereketi ile temizleyen elbet vardır bir
bildiği yüce Rabbin hep de böyle olmaz mı?
Bu mukaddes bayramın devindiği şu
ikinci gününde bayramın, hava serinlediği kadar toprak az da olsa yağmura doydu
ve yüreklerdeki huzurun tarifi imkânsız adeta.
Sadece gök kubbe değil nemini boca
eden…
Hatta ve hatta sadece ben değilim
nemli gözlerimi saklayan…
Nice insan mutlu nicesi hüzünlü hele
ki: insan sevdikleri ile sınanırken ve işte deprem felaketinin yaralarının hali
hazırda sarıldığı bir o kadar kutsal vatan topraklarını korumak adına şehit
düşen yiğitlerimiz ve evlat acısı ile dağlanan yürekler…
Demek oluyor ki: ruhu yaralı yüreği
yamalı, sadece ben değilim ve merhametlilerin en merhametlisi yüce Huda veriyor
da sabrını kuluna ve asla taşımayacağı yükü de vermiyor.
Her an.
Her gün.
Devasa parantezler açarım ve
doldurabilirim içini.
İçim nasıl da dolu ve gözlerim ve
çatlamayan sabır taşım bir de ihanete uğradığım.
Sevginin ve paylaşmanın güzelliği
diye ciltler dolusu yazılabilir ama biri ansızın gelir ve yaslandığınız çınarı
sözüm ona kökünden söker lakin yüce Mevla asla yalnız ve kimsesiz bırakmaz inanan
kulunu ve işte dağlara kar yağarken biraz da saçıma eşlik ederken gri gölgeler
ayakta kalmanın güzelliği ile en başta Rabbimden istemişken hiç karşılıksız
bırakır mı kulunu?
Döngü devingen.
Evreleri var ruhun.
Alçalan sesi yalnızlığın ve kuytulara
ulaşan Rabbi var insanın.
Aile mefhumu ve insan ilişkileri ve
komşularımız ve akrabalarımız…
Yaşarken soyut anlamda göç eden nice
zihniyet sizi yalnız bırakabilirken bunu gören bilen yüce Mevla hiç kulunu
yalnız bırakır mı?
İnsan olmanın rengi beyazdır.
İnsan olmak yürekten başlar ve içi
dışı da bir oldu mu insanın Rabbi ona illa ki: ‘’yürü ya, kulum’’ derken işte
ansızın tüm engeller yok olur açılmayan kapılar açılır.
Maneviyatı bütün oldu mu insanın ve
zor zamanlardan da geçebilirken insanın, yüzüne kapanan kapıların ardında hep
zalim vardır hep iblistir nefsine köle olmuşların dostu ve işte dostluk
bağlamında sevgi anlamında nasıl da sığınırlar dar dünyalarına sözüm ona
dünyanın en müthiş en donanımlı ve inançlı sevgi dolu insanlarıdır onlar.
Bayramın rüzgârında.
Beyan ettiğim sözcüklerin de ruhsatı
bende iken.
Beynamaz gölgeler aslını inkâr edip
yalanlarının arkasına ve sessizliğe sığınırken…
Ve işte en sevdiğim en muhteşem
olanı: gaipten gelen coşkuma ve yazma aşkıma vesile olan o rüzgâr ki nasıl da
usulca esip aldı götürdü beni başka âlemlere.
Gözüm yok ki hiçbir şeyde ve ben
maddiyatı hep arka plana itmişken bu yüzden çalışma hayatıma ansızın son verip
inzivaya çekilmişken gözüm ne görür ki huzurdan sevgiden başka?
Allah kısmeti ile yaratıyor insanı ve
alın yazısı o an yazılıyor.
Rızkımızı veren yüce Mevla ve bizi
sevgiyle yaratan ve sevmeyi öğreten ve insanlar bu kutsal duygularla hayata
başlamışken zaman geçiyor ve işte değişim başlıyor:
En sevdiklerimiz en güvenilir
bildiklerimiz…
İnanın ki: devamını getirmek gelmiyor
içimden çünkü enerjimin çalınmasından gına geldi ben pozitif enerji ile kucak
açmışken güne ve ömre sadece laf kalabalığı hak eden kimse bu yanlışı ve
zalimin zulmüne ortak olanlar…
Geçiniz, efendiler.
Geçiniz, baylar bayanlar.
Geçimsiz addedilen değil geçinmeye
gönlü olmayan her kimse artık…
Gemisini kurtaran kaptan madem…
İyi de benim gemim çoktan su alıp bir
de yan yatmışken üstüne üstük ben kaptan köşkünü de terk etmemişken…
Ve işte kaderimdeki ganimet…
Ve işte daha da büyüyen iman gücüm…
Ve işte sandalımla kurtardıklarım.
Ve işte salınan duygulardan en
muteber olanlara bel bağladığım.
Hayatımın da tek şiarı iken bir
üçgende hayat bulduğum:
İnanç.
Sevgi.
Ve umut…
Sararan yapraklar değil yeşerenler…
Biten gün değil yarın doğacak iken
güneş.
Rahmetin ve nurun saçıldığı
sonsuzluğun da kapısının asla kapalı olmadığı gerçeği ile…
Elbet her şerde de vardır bir hayır.
Hayırlı bayramlar dilerim:
Hayır cevabını hak etmediğim kadar da
hayra yorduğum günü ve hüznü elbet sağaltacak olandır kader ve yüce Rabbim…
Bir düş sarmalında.
Bir gerçeğin de harmanladığı yaşam
iksirinde.
Tek gerçek ise insanın Rabbine
teslimiyetinin tam ve içten olması:
O halde, yarınlardan asla korkum yok.
Yarın ola hayrola, efendim…
Güneş hanenize hep doğsun ve eksik
etmesin ışığını da rahmetini de…