Eskiyen bir şarkı var mıdır sahi
hani, hani eskimiş sevda masallarının yasını tutan o demli ve yaş almış
şarkılar.
Güne avuçlarımda dualarla başladım ve
geceyi def etmekle iştigal ıssızlığımı şarlatan ve ölü bir tanrıya benzetti
kimi insanlar oysaki…
Ah, geceler iken palazlanan.
Ritmi bozulmuş ölü bir plak gibi
seyyah acıları damgalayan…
Tüyü bitmemiş bir yetimin mezarına
diktiğim mezar taşında saklı iken imzam…
Ruhumun sökün ettiği bir pervazda
bedenim eskirken ruhum illa ki genç kalan…
Belki de geç kalmış bir mutlulukta
hibe ettiğim yasımdan gayrisi iken tek yalan.
İnzivada bir on gün gömdüm kuru
toprağa.
Toprağa vermemek adına sevdiklerimi
üzerimdeki ölü toprağını karışladım ve kentsel dönüşüme gidecek hislerimi bir
bir cımbızladım.
Bazen bir lahit.
Bazense bir lahza.
Sözcüklerin can bulduğu her anımda
her yaşımda illa ki yaşımın insanı olmayı tehir edip tüm yasımı tüm gözyaşımı
damgaladım.
Şahikanın kanadındaki yara idim
öncesinde.
Cama konan serçenin o cırlak ve tiz
sesinde.
Meali öfke kokan çiçekler ve
hatıralar biriktirdim ve aralıksız kendimi aradım kendimden arakladığım
duygularımla da mimledim hayatı ve mıh gibi çakılı kaldım geceye…
Dedim ya…
Gecelerden bir gece ve nicesi.
Günü kovmadan güzergâhımdan gecenin
tadını değil adını çıkardım ve yan odada yatan annemi bir rüya gibi bir güneş
gibi yeniden ve de ansızın doğdu haneme.
Haremde saklı lakayt duygular.
Hazzı yaşamın ölümle kavgalı ruhumun
izinde kalan soluk bir ışık gibi ya da aydınlanan yüzümde…
Tekkem ve yürek teknem.
Bense sıradan bir insandan değil sıra
dışı acılardan ibaret.
Yakamdaki rozeti değil diğer yakama
ulaşamadığımdan mıdır ne yarıladığım ömrü bazen tamamlarken günü kaçındığım ne
varsa ve aklımı kaçırmadan evvel kaçan son trenin ardından el salladığım.
Yüreğim melun.
Sözcüklerim isyankâr değil artık.
Yalnızlığım yalaka bir kazak gibi ya
da bozguna uğradığım kaderimin izi ve işte derli toplu bir ölümden değil densiz
bir iklimden bulduğum un ufak edildiğimin yanında ne önemi varsa artık o tek
kum zerremin.
Zerre de kuşkum yok ve bir kuş gibi
hafifim.
Savsakladığım kâh yazgım kâh
mutluluğum.
Ben kibirli ve kindar bir yüzden
değil siması tanıdık yüzlerden beslendiğim kadar mizacıma uygun bir mintan
bellediğim kalemin ipeksi teni ve sesi…
Uğuruna sevdiklerimin şimdilerde
yoksun.
Nazenin.
Narin bir şarkı gibi.
Kıyısına vurduğum bir sahil
kasabasında değil devasa bir metropolde günlerimi saydığım ve sayamadığım ak
akçem kara güncem.
Yitimi ve ritmi.
Belirsizliğinse imleci…
Ve işte kaybolduğum kadar kazandığım
bir metafor seli çünkü ben umuttan ve hayallerden müteşekkilim.
Avuçlarımda dualarım.
Avuçlarımdan da kayıp gitmesin diye
annem…
Yorgun zamanların yonttuğu bir taş
gibi ya da bir ağaç ve karekökü özlemin ansızın dinen üstüne uzandığım bir
halıda ya da bir yorgan yalnızlığın duvağında belli belirsiz solan bir çiçek
gibi savurduğum polenlerim ve yine benim kendi canımı yakan ve acıtan…