‘’ İnsan sahip olduğu bir şeyi
tekrar ele geçirebilir mi? Bu, onu “kaybetmek” anlamına gelmiyor mu? Burada sahip olduğum bir dünya
var ve ben tekinsiz bir büyü uğruna, bir hokus pokus, bir bilgelik taşı, bir
simya, bir dilek yüzüğü uğruna. Tüm bunlar bir yana, bundan ölesiye korkuyorum.’’(Alıntı)
Çürük muafiyeti, varlık katsayısında solan ışık gibi gün gibi
söz gibi derlediğim duyguların katili mevsimde saklı kin gibi kibir gibi
soyutlandığım her izlek nasıl da baki…
Bir komandit şirket gibi açık verdiğim.
Bir limitet şirket gibi açık çeke attığım imzanın bildirgesi.
Günü mahmuzlayan bir isyan benimki gecenin çeperindeki
yolculuğum ve sancılı semt sakinleri aşkın arka bahçesinde solan özlemimle
öznemi dinlendirdiğim.
Özlemini duyduğum kimse kalmadı artık hayatımda ve özverimle
bir ön söz işliyor gece dayanmadan kapıya ruhumu dualarla besliyorum.
İnsan ırkında mevcut sadakatsizlik ve ihanet ve asalet
düşmanı fanileri kaile almıyorum bile onlar ki şeytana pabucunu ters giydiren
onlar ki sevgi denen ziyneti yerle yeksan edip huzuru ve iyi niyeti çiğ çiğ
yiyen.
Bir çiy tanesi olma özlemi ile akıyorum pencereden.
Çıngar çıkaran iblise lanet okuyup tüm zalimleri ve kâfirleri
Allah’a havale ediyorum.
Ters köşe olduğum mu?
Ters yüz ettiğim mi?
Yoksa bir ters bir yüz örüp de çözemediğim yün çilesi mi?
Kördüğüm olmuş benliğimin nazından da niyazından geri
kalmıyor açık ara farkla hüzün denizinde boğuluyorum lakin…
Cankurtaranım.
Can simidim yetişiyor imdada:
Gecenin kaçı olursa olsa bir telefon kadar yakınımda.
Sabahın ergen sevinçlerinde.
Gün ışığında çığlık atan yalnızlığın indinde.
Zaman ve mekân tanımadığım bir boylamda…
Renklerin istila ettiği bir eylemde.
Kalemimse çıpam.
Kalemim benim kale’ m.
Kalemim ne sahtekâr ne düzenbaz ne de menfaat düşkünü sadece
beni bana sunan beni ayakta tutan ve inancımın daha da büyümesine vesile olan
bir araç bazen bir amaç bazense bir ayraç…
İhanet etmediğim kadar hayata itibar ettiğim hocalarımdan
bana yansıyan onca güzel şey ve işte dik başlı mizacımla ve işte dillenen
yüreğimle ve işte dik açıda güneşlendiğim ve işte geniş bir acıda ıslandığım.
Boyutsuz bir minvaldeyim.
Irkı olmayan bir deryadayım.
İhanet etmeyen bir kulvarda.
Sözcükler cumhuriyeti bulvarında tastamam engellensem de
birileri tarafından engel tanımadığım bir özgüvenle yazmaktayım.
Yorgun mu?
Asla.
Yılgın mı?
Olacak iş değil.
Yutkunduğum mu havayı ya da yuvarladığım sözcükler mi?
Oysaki ben bir ondalık kesrim ne rakamları yuvarlıyorum ne
sözcükleri yuhalansam da ara ara yutağı yok kalemimin bir meşrebi bir mezhebi
de yok çünkü s/onsuzlukla iştigal haizi olduğum tek servetim.
Bazen çöreklenen hüzün.
Bazen tartaklandığım.
Bazen ters köşe bir minvalde bazense düztaban bir seyirde.
Her yutkunduğumda şükre doymadığım…
Her nefesimde sadık kaldığım kadar Rabbime.
Nefsime paye vermediğim asla yüksünmediğim ve sıra dışı bir
zihniyetle kendimi ta çocukken bedenimi de ruhumu da açlıkla terbiye ettiğim
binlerce öğretiyi telaffuz ettiğim ve babadan tembihli kimseye benzemediğim ölçüde,
ölçüsüz bir sevgi ve umut ve inançla yürümekteyim.
Boyumu aşsa da dalgalar ben sadece bir damla su tanesiyim.
Boyumu aşsa da uçuşan zanlar ben sevginin ve inancın zamlı
tarifesinde bir yanıp bir sönen trafik lambası gibi ruhumu ve bedenimi uyarıp
yanlışa düşmemek adına çırpınıyorum.
Sözcükler çizdiğim rotam.
Ayracımsa umut…
Hüzün denen sarkaçta bazen kırılan ibresi yüreğimin ve işte
hüzünlü kalbimi ve tüm benliğimi Rabbime teslimiyetimle içimdeki umudu ve
içimdeki çocuğu ihya ettiğim.
Sergüzeşt bir mısra dilerken ilham perimden.
Ve sudan bahanelerle sevgisizliği ilke edinen hangi inançsız
sefil canlıysa ve işte ihtar ettiğim kadar kendimi ibraz ettiğim bir güne bir
yazıya bir şiire daha geçici olarak noktamı koyup üç noktalı sevinçlerimle
iştigal kalemimle de ettiğim hasbıhal kadar savunmadayım bir avuntu mahiyetinde
de addedilmesin yazdıklarım çünkü ben koca ömrü kalemime teslim ettim tıpkı tüm
teslimiyetimle Rabbime koştuğum gibi…