Düşle örülü bilmiştim cihanı
Ve sayısını unuttuğum verdiğim
savaşın adı iken
Cihanın Aşkına boyun eğen bir kuş
gibi yürüdüğüm
Dehlizin ziftine sırnaşır acılar
Göğün tembel kuşlarından arakladığım
kanatlarımla
Yazdığım kelimeler için için ağlar
Sözcüklerdir
Kayıp ritmi yüreğimin;
İmgelerdir asılı kaldığım Araf’ın
diğer yüzü
Ve kök hücremde saklı asalet
Ve dirayet
Sınandığım kadar vuku bulur onlarca
kehanet!
Ben ki: Nemrut Dağına dokunan eli ile
meleklerin
Elemine ettiğim
İçimdeki neşenin yerini alır Ekim
papatyaları
Hali hazırda beyaz ve üşüyen
yaprakları
Baş koyduğum ömrün meyvesi iken
şiirler
Ve işte atıl yüreklerin
Saklandığı paslı kafesler
Bir öngörü olsa ne ki aşk
Ya da ömrün ön sözü,
Hikâyesi olmayan şiirlerden yola
çıktığım
Varamadığım öteki yakası şehrin
Varamadığım yakası mutluluğun
Bir edimse eğer ki şiir ve şairin
Uçuşan saçlarına eşlik eder telli
turnalar
Bir tekerlek izidir
Arkada kalan ve
Arkası gelmeyen hikâyeler
Berduş kalemin de hizmetlisi iken
yürek
Meylettiği her yeni gün ve nice dilek
Öksüz varlığında yerkürenin
Gökte saklı nemli özdeyişler
Bir bulut misali büyüyen
Kâh umut kâh hüzün
Arşı alaya çıkan serzenişler
Varsa yoksa hak ihlali ve sevginin
ihbarı
Göle maya çalan bir huzur
Dilerken Tanrıdan şair
Sadece şakır iç sesi
Sadece susar vakur yüreği
Ve her sus payı söylemde infilak eder
Kalem kandığı kadar zalime
Yalandan sever gibi yaparken nicesi
Bir nidanın da esintisidir şiir
Ve şairin yaralı yüreğinin tek hâkimi
sözcükler
Kutsar sözcükler
Susar sözcükler yanar ve
Yakar deminde ömrün
Nasıl da debdebelidir dinmek bilmeyen
hüzün…