‘’Ölüm değildir bizi yazmaya götüren.
Sadece yaşama tutkusudur. Sonra sevmek için bütün harfleri kâğıdın üstüne
dökeriz. Sonra başka hayatlar büyüler bizi. Sonra kalabalıktan kurtuluruz.
Edebiyatın büyük yalnızlığına varırız.’’(Alıntı)
Sen okumazsan eğer ki yazdıklarımdan
arda kalan sadece bir kül yığınıdır.
Sen okumadım madem yaşadığım hayatın
ne anlamı kaldı?
Fıtratımla firar etti sözcükler fidan
boylu yalnızlığım kemale erdi.
Ben bir Er idim, her er meydanına
çıktığımda saklı hayallerim ile bakaya kaldığım bir düş sabahı.
Ben Ergen bir sevda idim:
Yosmaların kirlettiği kaldırımlarda
kalan çer çöpü savurmak adına savunduğum kadar temizliği bir avuntu idim
içimdeki pürü pak şafağın aydınlığına d/okunma tutkusu ile bütünleştiğim.
Önce Harmandalını oynadım. Yetmedi
lakin.
Harmanladım ne var ne yok göğün
kulunçlarına iyi gelsin diye konduğum en yüksek rakım çünkü ben bir Puhu kuşu
idim belki de Anka özlemimle yâdımdı dündeki isyanım ve af dilediğim Tanrı.
İçsel yolculuğumu engin kıldım
sevmelerin ertesi baş koydum yola ki hidayetin tanıklığında tanrıcı kuşlar
boğdu beni ve ben kuş gibi çırpınan kalbimi verdim elden ellere gezinen aşkla
bütünleştim:
Kadındım. Yetmedi.
Çocuk kaldım. Büyümedi gitti içimdeki
kara duvaklı çocuk gelin.
Ben yetimdim. Yatıya kaldı hüznüm ve
anladım ki tek yeti’ m idi yüzümü sürdüğüm yalnızlık.
Katiliydim kendimin yoksa ulu orta
yazar mıydım?
Yazgıma sirayet eden sözcüklerden
ördüm kaderin dalgalı saçlarını ve ruhumun kıyılarına şiirler ektim yetmedi mil
çektim s/onsuzluğun gözlerine ve karardı evren gerisi ise boşluk ne de olsa
gidip gelmiştim.
Afaki gölgeler vardı uğuldayan
kulaklarıma küpe yaptığım.
Uğurladığım nice insan bir o kadar
umurlarında olmadığım şehir sakinleri:
Gök kara idi.
Yârimi kara kaşı kara gözü için
sevdim seveli aşk bildim her şiir ve aş erdim aşka bir rivayet olsa da sonsuz
aşk ve tek yürekte saklı kalmak tekledi yüreğim ve tekerlek izinde gördüm ki:
aşk, tek kişi ile sınırlı değildi.
Lades dedim elim gitmedi.
Lal idim öncesinde gücüme gitti
insanların tepkisi.
Lafügüzaf ve de:
Aşkın iksiri şehla gözlerinde özlemin
tutkuma yenik düştüm ve yatıya kaldı düşlerim.
Azap kuşları bir yanda alıcı kuşlar
diğer yanda.
İzafi sözcüklerin rötarlı
seferberliği ve boyut atladım bir âlemden diğerine ve Cihan Harbi belledim
sevgisizliği muştalanan yüreğimi otlar bürüdü ve her biri sarı idi. Afaki bir
safran sarısı.
Ölümdü himayesine almak isteyen bense
sıkı sıkı yapıştım sevdiklerime en çok da anneme.
Nemrut dağındaki nemrut gölgeler
benimse gölgem çoktan firari bir iklimde sekerken bir gönülden diğerine.
Kaf dağına tırmananların uzağında
acının tuzağında:
Ne kibri sevdim ne kinayeyi.
Yâdımdı aşk.
Yarenimdi kalem.
Ve edebiyatın engebeli yolları nasıl
da pürü pak.
Gövdem yitik.
Ruhum devrik.
Tansiyonumsa zirvede ve işte ölümle
tokalaştığım o siyah gece.
Rengim beyaz.
Kanım yeşil.
Damarlarımdaki mürekkep ve sebepsiz
yere serildiğim yarını görmeyeceğimi bile bile yazdığım ve yâd ettiğim ve en
sevdiğim dostumun ihaneti ile karalara büründüğüm kıtalar aştığım ve kapısından
kovulduğum coğrafyalar.
Umman idim.
Umresi idim sevdanın.
Umudum yeknesak.
Uğurlar ola çocukluğum.
Saklı tutulası masumiyetim.
Un ufak edilmiş özgürlüğüm.
Ben bir kukumav kuşu idim ya da
leylek.
Göç etmediğim öç aldığım.
Öcü ile korkutulduğum.
Börtü böcek tiksintim.
Börülce gözleri aşkın.
Böreğin kıyması b/ölündüğüm kadar
çoğaldığım…
Bön bön bakanlardan yana değil önüme
baktığım arkamı sadece Rabbin kolladığı ve kaskatı kesilmiş bedenim yırtık
cepkenim sandığımda saklı gelinlik benzeri kefenim belki de kefen bezi bilip o
gelinliği giymeye cesaret edemediğim.
Hegemonyası aşkın.
Hicretim.
Hicrim.
Hicvim.
Bulunmaz Hint Kumaşı değildim elbet.
Belki de Mısır kumaşı ya da kat
izinde cübbemin semazen eteklerimden dökülen taşlar ve taş taşımadan kolumun
ağrıdığı kalemin dikte ettiğim kaderin direktifi.
Ben bir ren geyiği idim boynuzları
olmayan.
Belki de boynuzlanan binlerce faninin
uzağında yalnızlığın kucağında sadece Rabbimi andığım.
Sandığım.
Sarmalım.
Sandalım.
Sanmadığı ne varsa anılmak şöyle
dursun gözlerini kaçırırken insanlar ve işte şah-mat olduğum mat rengin izinde
şahlanan hüznün peşinde.
Rengim.
Rakımım.
Uyruğum.
Uyluğum.
Yazmadığımda gözümü uyku tutmazken.
Yazdığımda delişmen rüyalar gördüğüm.
Yazgımla yarenim kalem.
Yâdım iken mazim kalemimle güne alt yazı
geçtiğim.
Ufkum.
Uğurum.
Uç uç böceğim.
Yağan yağmurda ağırlaşan kanatlarım
ve uçamayıp düştüğüm.
Uydum.
Uykusuz gençliğim.
Yorgun çocukluğum.
Ve asil yurdum asi ruhum…
Kirpiklerime eşlik eden karın ayak
izinde kardığım sözcüklerin vurgun yediği ve aşkın mahremi ve matemi mabedimden
firar eden bir ulvi duygu ki adını koyamadığım tadı damağımda kalan ve şairin
de söylediği gibi:
‘’Beni sorarsan:
Sözlerimi toparlıyorum usul usul.
Dünya, seni sevdiğim dünya değil…’’
Benimse asla tek öyküm yok bir şiirim
de yok çünkü şiirlerle ilk tanışıklığımda kendimle vedalaştım aslına rücu eden
bir sevginin ergen mateminde dinmeyen özleminde sahibesi olduğum gizli öznenin
değil izlediğim kadar indinde saklı iken öznemin bana duyduğu özlemi şiar
edindiğim o sefil şair kimliğimle aralıksız maziyi ve aşkı yâd ettiğim esaretin
cesaret örneği olduğu bir kıvanç ile baş koyduğum yoldan da dönüşüm yok iken…