Hazreti Üzeyir Garih- Şeyh Küçük Hüseyin Efendi- Mareşal Fevzi Çakmak---tam Bir
HAZRETİ ÜZEYİR GARİH- ŞEYH KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİ- MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK---TAM BİR DAMDAN DÜŞÜP ÖLEN HZ. ADEMİN KEÇİSİ HİKAYESİ ---1. BÖLÜM---

1928 Yılının sonlarına doğru İstanbul'un en tanınmış diş doktorlarından Yahudi Ezra Efendi'nin kapısını 1.20 Boylarında mini minnacık bir adam çaldı.

- Hekim efendi çok fena dişim ağrıyor. Ne olur şunu çek de kurtulayım.

Hekim Ezra, bu minicik adamın dişlerine bakınca gördü ki ağrıyı tamamen kesmek için bir değil üç dişinin birden çekilmesi gerekecek.

-Bir değil üç dişinizi birden çekmem gerekiyor. Ama hiç morfin kalmadı bende. Uyuşturmadan da çekmem mümkün değil. Siz yarın gelin. Ben o arada morfin bulurum, dişlerinizi sorunsuz bir şekilde çekeriz.

Küçücük adamın beklemeye tahammülü yoktu.

-Hekim efendi ! Morfin kullanmadan çek. Ben '' Allah'' derim sen çekersin, Allah'ın izniyle ağrı filan duymam.

Hekim Ezra '' Madem Allah deyince dişinin ağrısı kesiliyor, o zaman Allah de kesilsin. Niye bana geldin ki?'' Diyeceğine '' Morfin kullanmadan olmaz.'' Diyordu da başka bir şey demiyordu. Ancak Şeyh Hüseyin Efendi'nin müridleri kendisine çok fena bakıyorlardı. Daha fazla ısrar ederse bir ton sopa yeme ihtimali oldukça fazlaydı.

Hekim Ezra ''olmaz,'' minik adam Hüseyin Efendi ''olur'' diye bayağı bir ısrar etse de sonunda Hüseyin Efendi'nin dediği oldu ve diş tabibi Ezra, Hüseyin Efendi ''Allah '' dedikçe bir dişini çekti. Toplam üş diş çekildiğinde Hüseyin Efendi ağrılarından, sızılarından bi-iznillah ( Allah'ın izniyle ) tamamen kurtulmuştu Yahudi tabip Ezra vesilesiyle.

Tedavi ücretini ödeyen Hüseyin Efendi yanındaki bir sürü kendisi gibi giyinmiş insanla hekimin muayenehanesinden çıkarken hekim Ezra, bu insanlardan birinin kolundan tuttu ve merakla sordu: '' Kim bu adam Allah aşkına kuzuuum?''

Kolundan tutulan şahıs cevap verdi: '' O, bizim şeyhimiz Mevlana Küçük Hüseyin Efendi'dir''

Tabip Ezra dükkanına gelen kişinin - Müslüman da olsa - önemli bir kişi olduğunu öğrenince hemen koştu, önünde durdu ve mahçup bir edayla sordu:

- Efendim sizden bir ricada bulunabilir miyim?

Hüseyin Efendi tebessümle cevap verdi:

- Elbette. Buyur, seni dinliyorum.

-Benim ve eşimin bu güne kadar bir çocuğumuz olmadı. Bize bir okuyup üfleseniz de sizin duanızın yüzü suyu hürmetine belki bir evlat sahibi olsak.

Hüseyin Efendi elini Hekim Ezra Garih'in omuzuna koydu.

-Benim nefesime, duama gerek yok. Karın zaten hamile. Dokuz ay kadar sonra bir erkek evladın dünyaya gelecek.

Hekim şaşırmıştı ama işin doğrusu '' Amma da attı küçük şeyh'' diye geçirmişti içinden. Karısı hamile olsaydı kendisi bilmez miydi?

Ama bilememişti. Karısı gerçekten de hamileydi ve Küçük Hüseyin Efendi'nin dediği gibi dokuz ay kadar sonra 28 Haziran 1929'da bir erkek çocuğu dünyaya getirdi.

Ezra Garih hem şaşkındı hem de oldukça sevinçliydi. Evladını kaptığı gibi Kocamustafapaşa- Sümbülefendi Külliyesindeki Nuh Medresesine koştu. Yani bir İtalyan Yahudisi iken Müslüman olan ve Nuh adını alan Nuh Efendi'in yaptırdığı medreseye... [ Tabip Nuh Efendi Osmanlı'nın en büyük sadrazamlarından olup savaş meydanlarında vücudunun her yerinden aldığı yaralarla bilinen Hekimoğlu Ali Paşa'nın babasıdır.]

Diş hekimi Ezra, kundaktaki bebeği Küçük Hüseyin Efendi'ye uzattı ve

- Efendim, aynen dediğiniz gibi bir erkek çocuğum dünyaya geldi. Şimdi sizden ricam çocuğuma isim koyar mısınız?

Küçük Hüseyin Efendi kundaktaki bebeğe baktı ve konuştu:

- Ona Hz. Üzeyir'in adını koyun.

Ezra Garih nasıl becerdi, ne kadar rüşvet yedirdi bilinmez ama çocuğunun adını nüfus cüzdanına tam olarak '' HAZRETİ ÜZEYİR GARİH'' olarak yazdırmayı başardı.

Evet, bizler onu sadece kısaca Üzeyir Garih olarak bilsek de nüfus cüzdanına adı tam olarak '' Hazreti Üzeyir Garih'' olarak yazdırılmıştı.

****

Güzel hikaye değil mi?

Bugün Nakşibendi Tarikatı Halidi kolu şeyhlerinden Küçük Hüseyin Efendi hakkında biraz araştırma yapan herkesin karşısına çıkacak ilk hikaye işte budur.

Bu hikayenin ne kadarı doğrudur ne kadarı efsane ve uydurmadır bilemeyiz. Kesin olan tek şey: Üzeyir Garih'in adının nüfus cüzdanına Hazreti Üzeyir Garih olarak yazdırıldığıdır.

Bunun dışında bildiğimiz bir diğer husus bir Yahudi iş adamı olan ve 25 Ağustos 2001 tarihinde Eyüpsultan mezarlığında öldürülen Üzeyir Garih ile türbesini ziyaret ettiği şeyh Küçük Hüseyin Efendi arasındaki garip ilişkidir ve işin daha da ilginci '' Ben belgesiz konuşmam'' diyen Kadir Mısıroğlu da yukarıdaki hikayeyi aynen böyle anlattığı gibi ilave eder: '' Seyr-i Sülukun dördüncü merhalesini kat edenler, baktığı zaman kaderi görürler.'' Yani çok çok büyük bir evliya olan Küçük Hüseyin efendi bir yıl önceden Ezra Garih'in bir yıl sonra bir erkek evlat sahibi olacağını bilmişti.

Ancak, '' Ben belgesiz konuşmam'' Diyen Kadir Mısıroğlu çok önemli bir hata yapmıştır zira yukarıdaki hikayenin Alman Harbi esnasında cereyan ettiğini söyler. Oysa Alman Harbi dediğimiz II. Dünya Harbi 1939'da başlamıştır. Yani Küçük Hüseyin Efendi öldükten dokuz sene sonra..Dolayısıyla Alman Harbi esnasında böyle bir olayın olma ihtimali % 0'dır.

Evet, Küçük Hüseyin Efendi ile Üzeyir Garih'in babası Ezra Garih'in Alman Harbi esnasında tanışmış olma ihtimali %0'dır ve bu hikayede anlatılan daha pek çok hususun olabilme ihtimali de % 0'dır. Mesela bir Yahudi'nin, üstelik de eğitimli bir Yahudi'nin '' Bize bir oku üfle de bir çocuğumuz olsun'' diye bir Müslüman şehyinden ricada bulunması ihtimali % 0'dır. Eğitimli bir Yahudi'nin bir Müslüman Şeyhini çocuğunun isim babası yapma ihtimali % 0'dır.

İyi ama Üzeyir Garih 25 Ağustos 2001'de Şeyh Küçük Hüseyin'in Eyüpsultan Mezarlığındaki kabri başında öldürüldüğüne göre Küçük Hüseyin Efendi ile Garih ailesinin bir ilişkisi olmalıdır değil mi? Yani bir Yahudi neden Yahudilerin kutsal günü olan her Cumartesi Günü bir Müslüman Şeyhinin mezarını ziyarete gitsin ki?

Evet, karışık kuruşuk bir durum ama gelin daha da karmakarışık yapalım olayı:

Üzeyir Garih her Cumartesi Günü Eyüpsultan mezarlığında sadece Şeyh Küçük Hüseyin Efendi'nin mezarını ziyaret etmiyor. Aynı zamanda şeyhin en önemli müridlerinden olan ve hemen şeyhin yanıbaşında defnedilen İstiklal Savaşımızın efsanevi komutanlarından Mareşal Fevzi Çakmak'ın kabrini de ziyaret ediyor.

''Fevzi Çakmak ne alaka?''

Efendim pek çok yazar-çizere göre Fevzi Çakmak da Şeyh Küçük Hüseyin'in müridi imiş. O sebeple vasiyet etmiş '' Beni şeyhimin ayakları dibine gömün'' Diye.

Bu konuyu ilk kez okuyanlar ''Aman Allah'ım!'' diye çığlık atmışlardır garanti.

Dahası da var:

Mareşal Fevzi Çakmak ölünce onun İstanbul Caddebostan'daki şato misali evini, ailesi Yahudilere hibe etmişler, Yahudiler de o binayı sinagoka çevirip adını '' Bet El '' Sinagoku koymuşlar. Yani efendim şu anda halen faaliyette olan Caddebostan'daki Bet-El Sişnagokunun binasını Yahudilere Mareşal Fevzi Çakmak'ın ailesi hediye etmiş.

Eee. Tüm bunlardan nasıl bir sonuç çıkartıyoruz?

Şöyle bir sonuç çıkartıyoruz:

Kendisini Müslüman Türklere Nakşibendi-Halidi Şeyhi olarak yutturan Şeyh Küçük Hüseyin Efendi aslında Müslüman filan değil bir Sabetayist imiş. [ Anti parantez araya sıkıştıralım: Bugün Fatih- Çarşamba'da icra-i sanat eyleyen İsmail Ağa Cemaati de Nakşibendi tarikatının Halidi kolundandır. ]

Üzeyir Garih ve babası Ezra da bir Sebataist imiş.

Ve hatta Mareşal Fevzi Çakmak da bir Sebatayit imiş.

Velhasılıkelam '' Damdan düşerek ölen Hazreti Ademin keçisi'' gibi bir konu.

Damdan düşen değil gökten indirilen
Düşerek ölen değil kurban edilen.
Hz. Adem'in değil Hz. İbrahim'in,
Keçi değil Koç,

Neresini düzeltebilirsiniz? Doğrularla yanlışları, veya şüpheli olanlarla kesin olanları nasıl birbirinden ayırırsınız? O kadar iç içe geçmişler ki.

Neyse, girdik bir yola... Allah yardımcım olsun. İnşallah nelerin doğru nelerin uydurma olduğunu tek tek açıklamaya çalışacağım bu kadar çok bilgi kirliliği içinde.

Kadir Mısıroğlu'nun bile '' Alman Harbi esnasında '' diye başlayıp 1930'da ölmüş bir insanı 1939'da yaşattığı bir olayda gerçekten de Rabbimin yardımına fazlasıyla ihtiyacım var.

II. Bölümde buluşmak üzere Allah'a emanet olunuz efendim.
( Hazreti Üzeyir Garih- Şeyh Küçük Hüseyin Efendi- Mareşal Fevzi Çakmak---tam Bir başlıklı yazı Sami Biber tarafından 27.10.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu