Bu bölümde Fevzi Çakmak Paşa'dan başlayalım, sonra başlığımızdaki diğer isimlerin ne olduğunu daha doğrusu ne olabileceklerini konuşalım. Ancak hemen baştan belirteyim ki yazdıklarım %100 kesin sonuçlar değil, benim okuduklarımdan çıkardığım sonuç yani şahsi kanaatlerim olacaktır.
Fevzi Çakmak Paşa, Şeyh Küçük Hüseyin Efendi'nin müridi bir tarikat mensubu mudur?
Kronolojiyi dikkatle takip ederseniz 1925 Yılından itibaren tekke, türbe, zaviye, dergahlar ve medreselerin kapatıldığını görürsünüz. 1925'de çıkan Şeyh Sait ayaklanmasının nasıl bastırıldığı da sanırım herkesin malumudur ve bugün bile ders kitaplarımızda konu '' Şeyh Sait adlı bir Nakşibendi şeyhinin başlattığı isyan.'' Diye anlatılır.
1930 Yılının Mart ayında Şeyh Küçük Hüseyin'in ölümünden yaklaşık 8- 9 Ay sonra çıkan Menemen ayaklanmasında da kabak yine Nakşibendi tarikatının başında patlamış ve şeyleri Esad Efendi yaş haddinden idamdan yırtsa da pek çok Nakşi'nin hayatı idam sehpasında son bulmuştur. Bu isyan anlatılırken de konuya hep '' Derviş Mehmet adında Nakşibendi Tarikatına mensup bir yobaz..'' Diye başlar anlatımlar. Ders kitaplarında böyle başlanır konuya..
Peki Fevzi Çakmak nedir bütün bu yıllarda? Yani ne iş yapar?
Bildiniz: Genel Kurmay Başkanıdır.
Tarikatlara, ama özellikle de Nakşibendi Tarikatına göz açtırılmadığı yıllarda ( Ki tarikatlara göz açtırmayan askerin başında kim var? Fevzi Çakmak ) bir Nakşi şeyhi olan Küçük Hüseyin Efendi'ye dokunulmaması, adamın rahat rahat faaliyette bulunması fazlasıyla garip değil midir?
Arkasında Fevzi Çakmak varsa hiç de garip değildir.
Peki Fevzi Çakmak, Şeyh Küçük Hüseyin'in arkasında mıdır?
Her ne kadar torunu '' Atatürk'ün en yakın silah arkadaşının tarikatlarla, şeylerle ne işi olur? Tamamen yalan.'' dese de eldeki veriler Fevzi Çakmak'ın, Şeyh Küçük Hüseyin'in arkasında olduğunu gösteriyor. Hatta arkasında el pençe divan vaziyette olduğunu...
Çünkü Fevzi Çakmak Paşa çok dindar bir insan. Genel Kurmay Başkanlığı binasına seccadeyi sokan ilk ve tek kişi o... O derece dindar... Dindar ve son derece itaatkar bir insan...
Şimdi sizlere bir soru: Menemen İsyanını kim bastırdı ve bu isyanı bastıran kişi daha sonra neler yaptı?
Konuyu az buçuk bilenler '' Menemen İsyanını Mustafa Muğlalı bastırdı, akabinde de suçlu, suçsuz pek ayırt etmeden bir sürü insanı ipe gönderdi. İrticai bir ayaklanma ile cumhuriyeti yıkma teşebbüsünde bulundukları gerekçesiyle.'' Diyecektir. Doğrudur. Doğru olmasına doğrudur da Mustafa Muğlalı'ya '' Kimsenin gözünün yaşına bakma'' emrini veren kimdir? Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak.
1925'deki Şeyh Sait İsyanında da askerin başında Fevzi Çakmak vardı ve yine askere '' Kimsenin gözünün yaşına bakmayın denmiş ve bir Nakşibendi Şeyhi olan Said'in gözünün yaşına bakılmadan idam edilmişti.
'' İyi de hocam, Fevzi Çakmak eğer çok dindar ve hele hele de bir Nakşi şeyhine bağlı idiyse normalde Şeyh Said İsyanında da Menemen isyanında da isyancıları koruması, en azından şeyhlere dokunulmamasını sağlaması gerekmez miydi? '' Diye soran olabilir ki böyle bir soru haklı ve mantıklı bir sorudur. Ama?
Amasını gelin Küçük Hüseyin Efendi'nin ölümünden sonra şeyhlik postuna oturan Ömer Fevzi Mardin'in Yahudilerle ilgili sözlerinden çıkarmaya çalışalım.
Ömer Fevzi Mardin Diyor ki:
“Dikkat: Fakat iyi dikkat edelim ki: bu lanet[ Yahudilerin lanetlenmesini kast ediyor.] ; Hazret-i Davud veya Hazret-î İsa tarafından değil, Allah tarafından edilmiştir. Allah Teâlâ, ettiği lanet için Hazret-i Davud ve Hazret-i îsayı ifade vasıtası olarak kul anmıştır.
Şimdi, Allah Teâlâ’dan gayri hiç kîmse, (Nebî olsun, velî olsun, her kim olursa olsun) kendiliğinden, değil bir milleti, hatta bir ferdi bile tahkir, tezlîl etmek hakkını haiz değildir. Bu hak; yalnız Allah Teâlâ’nındır. insanların Rabbı; Allah Teâlâ-ı azîmüşşanındır. Yaradan, yaşatan O dur; O ister azarlar, ister över, hak O’nundur, mahluk O’nundur.
İnsanlara düşen vazîfe; bîr insan veya kavim hakkında Allah Teâlâ’nın ettiği muahaze( kınama) veya medihden( övme ) ibret, hisse, ders almak, muahaze edilen hallerden, hareketlerden kaçınmak, övülenlerine doğrulup özenmektir. Yoksa, Allah falan kimseye veya falen millete ağır tenkitte bulunmuştur diye onlara karşı ayni lisanı kullanmak, ayni tavrı takınmak kimsenin hakkı, haddi değildir. Bundan büyük küstahlık, terbiyesizlik olmaz. İyi bilelim ki böyleleri; azarlanıp muahaze edilenden daha tehlikeli bir gaflete kendini kaptırmıştır.
Allah Teâlâ’nın gayreti; kulu kula ezdirmeğe, hırpalatmağa müsait değildir. Musevî mukaddes kitabında bir Allah kelamı vardır. Meali sudur. ‘Sen, harab ettin, gel şimdi de sen harab edileceksin.’ buyurulduğu gibi böyle küstahlara da bir gün Allah Teâlâ; (sen hırpaladın gel şimdi de sen hırpalanacaksın) diye hakkında gazab izhar edebilir. Hakikat sudur : Allah Teâlâ’nın kulunu tahkîr eden; Allah Teâlâ’ya hürmetsizlik etmiş olur. Allah Teâlâ’nın kulunu inciten; Allah Teâlâ’yı incitir. Kula eziyet eden, Allah Teâlâ’ya eziyet eder.
Özetle: Yahudiye hakaret eden Allah'ın gazabına uğrar.'' Diyor.
Yani Ömer Fevzi Mardin çok çok farklı bir şeyh. Hani vardır ya bizde bazı vatandaşlar '' Tarikat-Şeyh '' deyince tüyleri diken diken olur ama çok çok aykırı bir şeyh olan Şeyh Bedrettin'e adeta taparlar, hatta adına destanlar yazarlar, işte öyle bir şeyhtir Ömer Fevzi Mardin... O öyledir de onun şeyhi Küçük Hüseyin Efendi öyle değil midir? O da öyledir. Öyle olmasa tarikat ve dergahların hallaç pamuğu gibi atıldığı bir dönemde böylesine korunma altında olabilir miydi?
Peki Şeyh Küçük Hüseyin ve ondan sonra gelen Ömer Fevzi Mardin bu kadar Yahudisever olduklarına göre Sebatayist miydiler?
Bence hayır. Sebatayist filan değillerdi. Tam tersine Müslümandılar. Hatta dindardılar. Ama din anlayışları çok çok farklıydı. Tam anlaşılsın diye söylüyorum: Küçük Hüseyin Efendi de Ömer, Fevzi Mardin de Şeyhülislam Ebussud Efendi türünde değil, Şeyh Bedreddin türünde Müslümanlardı.
Ya da daha anlayabileceğiniz bir örnek vereyim: Hz. Ali'yi şehid eden İbn-i Mülcem Müslüman değil miydi?
Hz. Ali'nin Kafasına kılıcı indirirken '' Hüküm yalnızca Allah'ındır Ya Ali '' Diyecek kadar Müslümandı? Namaz kılmaktan, secde etmekten alnı ve dizleri nasır bağlamış bir Müslümandı ama Kur'anı kendi kafasına göre yorumluyordu. Şeyh Hüseyin ve Ömer Fevzi Mardin de işte böyle Müslümanlardı.
Böyle bir Müslümanlıkta Atatürk'ün en önem verdiği ilkesi laikliğe karşı olmak söz konusu değildi. İşte o sebepledir ki askeri amirlerine de dini amirlerine de son derece itaatkar olan Fevzi Çakmak Paşa, Atatürk'ün yaptığı hiç bir inkılaba, hiç bir icraatine karşı çıkmadı.
Bu kadar dindar bir insanın Genel Kurmay'ın başında olması siyasi iktidarın da işine geliyordu. Neden mi?
Hatırlasınıza Osmanlı Devletinde bütün isyanlarda iki sınıf en öndedir hep: 1- Askerler 2- Ulema sınıfı. Laikliğe karşı olmayan bir asker ve laikliğe karşı olmayan bir ulema sınıfı iktidarın işine gelmez mi? Elbette gelir. Sırtını orduya ve ulemaya dayayayan bir iktidarı kim yıkabilirdi ki? Aynı şekilde sırtını iktidara dayayan bir ordu komutanını ya da tarikat şeyhini kim devirebilirdi?
İşte o sebepledir ki Fevzi Çakmak Paşa Genel Kurmay Başkanlığı koltuğunda tam yirmi iki sene oturmuş, Hüseyin Efendi de Ömer Fevzi Mardin de şeyh olmalarına rağmen dokunulmazlık kazanmışlardı.
Buraya kadar yazdıklarımızdan sonra sanırım ''Fevzi Çakmak, şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin kabrinin ayak ucuna gömülmeyi vasiyet etti mi?'' gibi bir soruya cevap vermek abes olur. Böyle bir vasiyeti olsa ne yazar olmasa ne? Bu tamamen bir tesadüf olsa ne yazar olmasa ne?
Ama şu Bet El Sinagoku meselesi önemlidir.
Caddebostan'daki Bet El Sinagoku Fevzi Çakmak Paşa'nın köşkü filan değildir beyler bayanlar. O Köşk'ün bir kısmı ( Tamamı bile değil ) Yahudi iş adamı Moiz Behar Ebeoğlu tarafından sinagok yapılmak üzere asıl bedelinden çok çok düşük bir fiyata Yahudilere satılmış olup Sinagok olarak inşaatının tamamlanması 1954 yılında olmuş ancak resmi olarak Sinagok olması 1961 yılında gerçekleşmiş. Adı ise taaa 27 Şubat 2011'de Hahambaşı Rav İshak Haleva’nın onayı ile Kal Kadoş Bet El olarak onaylanmış. Bu sinagokun Fevzi Çakmakla alakası yok. Sadece evi de o semtte olduğu için karıştırılıuyor o kadar.
Fevzi Çakmak'ın köşkü 1952 Yılında yani ölümünden sonra Yahudilere kiraya verilmiş ve Yahudiler bu binayı Sinagok olarak kullanmışlardır. Ancak aile, sinagok yapılacağını bile bile mi kiraya verdi yoksa bilmiyorlar mıydı kesin bir şey söylemek mümkün değil.
Bir diğer husus: 1950 Yılında yani Fevzi Çakmak Paşa ölmeden önce Hürriyet Gazetesinden birileri onunla röportaj yapmış ve röportajda ''Atatürk'ün yaptığı hiç bir şeye karşı olmadınız. Bunun sebebi nedir?'' Diye sorduğunda '' Şeyhim izin vermedi.'' Demiş. Şeyhi de malum Küçük Hüseyin Efendi.
Böyle bir şey anlatılıyor ama bununla ilgi kesin bir belge bulamadım.
Evet... Bence ne kadar inkar edErlerse etsinler Fevzi Çakmak Paşa, Küçük Hüseyin'in, hatta daha sonra gelen Ömer Fevzi Mardin'in Müridiydi. Öyle olmasa onu -Genel Kurmay Başkanlığına seccade sokan bir insan olarak- yirmi iki sene o koltukta oturtmazlardı. Aynı şEkilde Şeyh Hüseyin Efendi de, Şeyh Ömer Fevzi Efendi de öyle rahat rahat at oynatamazdı bu ülkede.
Peki Üzeyir Garih Sabetayist miydi?
Şeyh Küçük Hüseyin ve Fevzi Çakmak'ın Sabetayist olduğu ya da olmadığı tartışılır da bana göre Üzeyir Garih'in Sabetayist olmadığı tartışılmaz. Evet, Üzeyir Garih Sabetayist filan değildir. Neden mi?
Üzeyir Garih Sabetayist değildir zira Sabetayist, Yahudi olduğu halde Yahudiliğini gizler, Müslümanların içinde Müslüman gibi yaşar. Oysa Üzeyir Garih Yahudi olduğunu hiç bir zaman gizlemedi. Kendisini hiç bir zaman camide namaz kılarken görmedik ki adam Sabetayist olsun.
Küçük Hüseyin Efendi'nin müridi miydi?
Yahu iyi de o zaman Küçük Hüseyin Efendi'nin kabri başında ne işi vardı? Neden her hafta onun kabrini ziyaret ediyordu?
Peki asıl ziyaret ettiği Fevzi Çakmak Paşa'nın kabri ise?
Allah Allah, Üzeyir Garih niçin Fevzi Çakmak Paşa'nın kabrini ziyaret etsin ki? Hem de her hafta?
Nasıl bir minnet borcu bu?
Yazı uzayacak ama bu bölümde bitireceğim için onu da açıklayayım:
1942 Yılında başlayıp 1944 yılına kadar süren Varlık Vergisi yıllarında, (yani Üzeyir Garih'in henüz 13 yaşında olduğu yıllarda) en ağır vergiler Yahudilere yüklenmişti ve bu vergileri ödeyemeyenler ( Rum, Ermeni ve Yahudiler ) Erzurum- Aşkale'ye taş ocaklarına gönderiliyor, ağır şartlar altında çalıştırılıyorlardı ve bu ağır çalışma şartları yüzünden ölenler oluyordu. İşte bu dönemde tüm azınlıklar arasında hükumetin azınlıkları topluca imha etmeye karar verdiği söylentileri dolaşmaya başladı ve kısa sürede bu konu diğer azınlıklarda olmasa da Yahudilerde tam bir paranoya haline geldi.
Diğer azınlıklar neyse de Yahudiler, hükumetin kendilerini topluca imha edeceğine öylesine inanıyorlardı ki korkudan geceleri gözlerine uyku girmiyordu. Ancak bir mucize oldu daha sonra.
Fevzi Çakmak Paşa normalde Nafıa Vekaleti ( Bayındırlık Bakanlığı ) emrinde olan özellikle Yahudileri - ağırlığını koyarak - Milli Müdafaa Vekaleti ( Milli Savunma Bakanlığı ) bünyesinde topladı. Böylece Yahudileri kendi koruyucu şemsiyesi altında toplayarak imha edilmekten kurtardı.
Evet, Yahudiler buna can-ı gönülden inanıyorlar ve kendilerini imha olmaktan kurtaran Fevzi Çakmak Paşa'ya minnet duyuyorlardı.
Jack Kamhi de Vitali Hakko da '' Fevzi Çakmak Yahudilerin en büyük hâmisiydi'' Derken kastettikleri şey Yahudiler arasında adeta efsane olan bu toplu imhadan kurtulma olayıydı.
[ Bazı arkadaşlar ne kadar açık yazarsam yazayım yine de soracaklardır: '' Hocam ! Hükumet Yahudileri topluca imha etmeye mi karar verdi?'' Yok yahu.. Elbette yok da Hitler'in yaptıkları gözlerini o kadar korkutmuştu ki kamplara alınmak, zorla çalıştırılmak gibi uygulamaları, hükumetin onları topluca imha edeceğine yordular. Halen de öyle inanıyorlar ve Fevzi Paşa'yı kurtarıcı olarak görüyorlar. ]
Üzeyir Garih'in hem Fevzi Çakmak Paşa'nın hem de Paşa'nın bir Yahudi dostu olmasında büyük katkıları olan Küçük Hüseyin Efendi'nin kabrini ziyaret etmesinin sebebi budur işte: Sadece ve sadece minnet borcudur; Sabetayistlik filan değil... Sabetayistin Sabateyist olduğunu kendisi açıklamazsa mümkün değildir bilmeniz.
(
Hazreti Üzeyir Garih- Şeyh Küçük Hüseyin Efendi- Mareşal Fevzi Çakmak---5. başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
3.11.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.