sessiz ve durgun sular gibidir hayatın sırrı
derinden akar
görünenin ardında gizlidir hikmeti
derler ki dünya bir penceredir
her uğrayan şöyle bir bakar geçer
her yeni eskir
her yaşlanan zeval bulur
her canlı ölür
bazen geç bazen erken
peki nedir zaman
dünya nedir
nedir insanın dünyadaki hali
efendimiz der ki
dünyada ben
bir ağaç altında gölgelenen
sonra da onu terk edip giden
bir yolcu gibiyim
bir gölgeliktir dünya
bu gölgelikte kısa bir vakit dinlenen
yolcudur insan
yolcu olmak
kalmak ile gitmek arasında
var olmaya çabalamaktır
şahit tutmaktır ruhunu ve kalbini
takılıp sendelemeden
bir misafir gibi
geçip gideceğinin farkında olarak
kimi zaman yorulmak
çoğu zaman susmak
bazen gülmek ve ağlamaktır
geçtiğini farkın ederek
kendini aramak
en çok da kendine rastlamayı ummaktır
geçerken
yolcu olmak
geçerken güzel bir iz bırakmaktır Allah için
bütün yolların Allah’a çıktığını bilmektir
aslında ne geçtir
ne de erken
hepimiz bu dünyadan sadece bir kere geçiyoruz
sadece bir kere yaşıyoruz
mekan ve zamanları iç içe geçiren
üst üste yığan
birleyen
her seferinde başka bir terkibe dönüştüren
bir Yaratanımız var
her dakika
nesnelerin mevsimlerin bakışların
ve algıların durmaksızın değiştiğini
somut olarak izliyoruz
zaman ve mekan algımız alt üst oluyor
sıçramalara kesişme ve ayrışmalara gönderme yapan
mecazi bir hakikatin gölgesinde
devam ediyoruz usul usul
içimizde bir umut filizleniyor
fıtri bir umut bu
dünyaya ve memlekete dair taşıdığımız kaygılardan
hiçbir şeyin yerli yerine konulamayacağına dair endişelerimizden
zulmün tükenmeyişi yüzünden
duyduğumuz sıkıntılardan habersiz
yolculuğumuzun farklı katmanlarında
hep seyir halindeyiz
biz ve başkaları
şu sarmaşık
şu kedimiz
şu bahçede ki elma ağacı
seherde öten bülbül
denizde geçmekte olan bir yük gemisi
hıncahınç dolu bir halk otobüsü
hep aynı istikamete doğru akıp gidiyor
kendi yatağında
dünyanın dönüşünü izlemek
insanda sonsuz bir anın içinde olduğu hissini uyandırıyor
geçmiş ve geleceğin izafi kavramlar olduğunu fark ediyoruz
belki yine bu yüzden anın sonsuzluğunda
hep ol emrinin içinde olduğumuzu sezebiliyoruz
o halde
her geçen gibi
her akan gibi
tek bir andan ibarettir zaman
kimi zaman eski bir su kuyusunun kapağını kaldırıyor
kimi zaman yaşlı bir gül yaprağına dokunabiliyoruz
bazen çukurova ovasının kuru sıcağından
istanbul boğazın da görkemli bir tekneye sıçrıyor
bazen de ayasofya içinde selam veriyoruz
sağımıza solumuza
bazen kahve içerken buluyoruz kendimizi
televizyon ekranına düşen görüntüyü seyrederken
sonra başka şeyler de oluyor
sözgelimi adalara açılırken bir tekneyle
sahilden solgun bir ışık vuruyor gözümüze
yıllar öncesi bir anla karşılaşıyoruz
hemen sonra
üsküdar da kız kulesi önünde bir sonbahar günü
bizans taşlarının rutubetinde olgunlaşıyor bakışlarımız
kimi vakit kendi vehimlerimizle visale doğru
silsile silsile akıyoruz
geçmiş bir zamandan
esrarlı havzalara efsaneler bırakıp
bir kum saatinden zerre zerre
ırmaklarca hüzünler akıtıyoruz
ve sonra kayboluyor süveydadan akseden izdüşümleri
mavera mevsimlerine karışıp
gurbet akşamlarına gidiyoruz
ümitlerimizin sadrını açmak için
pare pare bin parçaya bölünüyor
saçılıyoruz en uzak köşelere
cehennem gibi harlanıp
yanıyoruz fitil fitil
dökülüyoruz alev alev
gece gündüz
çarpıyor yüreğimiz
hançer yarası kadar kutlu
kurşun yarası kadar makbul
gözyaşı dökmek kadar hüzünlü
fani bir zaman yaşıyoruz işte
her an
redfer