‘’Hüznün bütün
koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde
binlerce
bıçak ağzı… ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri
bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla
dolu bir
engebeler atlası.’’(Alıntı)
Göğün revnak
boşluğunda tutuklu kaldığım bir hoşluğun dilemması günü boykot ettiğim geceye
kamp kurduğum şafağınsa şafağının atacağı muhtemel ve işte şakağıma dayadığım
kalemim…
Metruk heceler
durağında verdiğim molayı sırtlanmış…
Bir o kadar
hayatı ağırdan aldığım ve tutuşan zanların söylencesinde:
Ağır ol da
Molla desinler, demenin zarif tınısında saklı iken hassasiyetim ve ruhumu boca
ettiğim şehrin külüstür Yeditepe’si ve yalnızlığımın külliyesi…
Ölümü irdeleyen bir bakış peyda oldu
ansızın ve ben gecenin duvağında saklı içten bir duaydım ellerimden kayan
bilinmezin peşinde bulamazken de kendimi koyduğum, kaybolduğum yer neresi ise…
Bir düş kıyımı idi geceyi resmeden
belki de sözcüklerin soykırımı aşkın lades dediği bir enlemde aradığım boylamın
ölçüsünde saklı içimde aralıksız çalan duyulmayan o geçkin şarkı…
Şakayıklar solgun.
Varlığım ve sevdam durgun.
Yanılgı mahiyetinde bir alıntı ve
işte içimden sökün eden o savruk nidalarım belki de unutulmuş bir kaldırım
serçesiydi geçen hayatın demli acısında saklı kendime duyduğum hasretin öncüsü
ve güne bir ön söz geçtiğim geceye ise yorgun bir dip not ekleyip nöbete
kaldığım hüznün bağrında ağrıma giden o ikircikli gülüşler solan yüzümde kaza
yapan bir araba gibi kendime çarptığım çarpmakla kalmayıp çakmak çakmak
yaktığım, yandığım o külüstür motoru yalnızlığın her nasılsa kıymete binmediğim
ve kaleme inme inmeden ineceğim o son durak nasıl ki kendimin peşinde bir o
kadar nasıl da kendimden kaçtığım…