‘bir
hiçlik adeta bendeki çığlığımı duymayan sizlere
söylenmezken
ölümüm radyoda
kalbimdeki
söküğü teğellemeye kelimeler yetmez
dün
gece kara bir kefen gibi üzerime giydiğim
allı
pullu sen, yıldızlara konu olan sen, gölgeme çelme takan sen
yaşıyorum
san diye,
gördüğüm
rüyadan kendimi cimcikliyerek uyandırdığım ben
hiçlikte
buluşalım ben ki o zaman taşırım ahrazlara seni
karşımdaki
masada seni görürken ben
dostumun
gözlerinde mutlu olurken hüzünlendim bir seher vakti
ölüm ki
keyiflidir,
ölmesini
bilene…’’(Alıntı)
Düş tekkem, sevgili bayım…
Hani, hani sevgisizliğin üstünü atlas
yüreğimle örttüğüm bir muamma gibi üstüne üstük zimmetli iken sözcüklere
zanların arifesinde hali hazırda savunma makamıyım madem bir avuntudan ziyade
savunulası yüreğimde saklı iken düşlerim ve düşlemsel mizacımla nasıl da dip
dibeyim.
Ölümmüş meğer duyulmayan o çığlık.
Ölümüne sevdiğim sevdiklerim.
Kanamalı yüreğimin yarısını b/öldüğüm
annemle bir düş sepetinde yaşarken ikimiz dip dibe.
Frapan bir yansıması var bulutların
ben ki:
Şiirlerle soluklandığım ve şiir yiyip
şiir içtiğim kadarım.
Rakımım belli.
Rabıtasıyım aşkın.
Rengim beyaz ve saklı tutulası
masumiyetim peyda olan ansızın o ilham dolu bulutların sağanağına yakalandığım
izini sürdüğüm o gizem; t/aşkın hecelerinde ilhamın yana yakıla sevdiğim
yazdığım kadarım madem…
Ah, yüreğimde tüten o matem ve
annemin dualarında yükümü hafifleten Mevla’ma minnettarım sadece.
Minnet etmediğim bir Allah’ın kulu.
Meylettiğim o yol ki: aşkın ufku.
Mealim sevgi içim dışım taşkın
solumdaki vurgun hali hazırda şaşkın mizacım, umuda ve hayallere yakalandığım.
Bilinmezin ta kendisi iken hayat.
Basmakalıp sorulardan başımı aldığım
kadarım.
Bir radarım da eş minvalde elbet
yüreğin atarı acının saltanatı eşlik ederken bana yattığım dünya denen kabirde.
Tabiri caizse ölüm yakın duran.
Tabiri caizse umudun peçesinde
saklandığım.
Uçuşan tül perdenin yırtığında ve
sökülen dikişleri hüzünlü yüreğimin minvalinde sadece Allah aşkı ile sadece
mevsim ile sadece umut ile s/özlendiğim ve yüreğimden atamadığım rüzgârın
üşüttüğü rengimle kâh solduğum kâh açtığım nasıl ki Hünkârım yüce Mevla nasıl
ki O’nun Hükümranlığında adımlarım cenneti…
Öksüz kalmamak adına tüm duam.
Öksüz ve yetim: ikisini bir arada
kaldıramam.
Bir kaldıraç ise kalem.
Bir de bilmediğim kalibresi şakağıma
dayalı namlunun ucundan firar eden mermiler değil mermerden ağır deyimler ve
saf tuttuğum s/afiyet yüklü bir mecrada Ala çatısında hüznün dem tuttuğum
yaldızlı yıldızlı geçmişimin yolculuğunda belki de Cunda adasıdır terk ettiğim
kimliğim inzivada geçen ömrüm ve seferisi olduğum iklim.
Bir şatafatlı yalnızlıktır ki
benimkisi.
Alı al moru mor.
Bir hengâmede doğan şiirin tecellisi
ve işte teselli bulduğum huzurun peşinde bir iklimden diğerine seken Kaldırım
Serçesi.
Hazzın değil.
Haiz olduklarımın neticesi.
Yetinmeyi bildiğim kadar yetemediğim
insanların acı dolu hikâyesi.
Açığa alınmış bir memur gibi belki de
ya da…
Bakaya kalan bir askerin üniforması.
Sökülen yüreğimden dökülen dikiş
izleri d/işlediğim kalemin hicvi ve hicreti:
Gök gözlü annemin varlığından doğan
umudun güneşin resmini çizmek bir anlamda benimkisi.
Beni bana sunan evrenin hikâyesi ve
ikamesi.
Şairin de dediği gibi hem:
‘’ Ölüm ki keyiflidir
Ölmesini bilene…’’
Ön sözü umut olan hayatın dairesinde
saklı o son halka yeter ki sevdiklerimin acısını yaşatmasın bana Huda: ben ki
ölmeye dünden razı üstüne üstük defalarca ölebilmenin mealinde saklı iken hikâyem
ve hayatım dibini gördüğüm kadar da yaşamın…