Aşkın aksinde düştüm gözlerinin ta
içine:
Öncemden de arındım sonrasız olmama
müsaade etmediğin kadar sevdim seni.
İçine düşülesi miydi peki gözlerim?
Yoksa iç sesim miydi baskın çıkan dış
sese diklendiğim kadar senin varlığınla dolu dolu iken içim, yağan karın
zerreleri kadar masum kalabilmeyi mademki şiar edinmiştim ta ezelden…
Derken Kutup Yıldızı gibi doğdun
geceme.
Zühre’si olmaya adaydım ben
yalnızlığım ve adaklarım hız kesmeden kendimi de sevgiye adamışlığımla baş da
koymuşken ben şiirlere…
Üstü örtülü idi öncem.
Yarısı karanlık günüm yarısı aydınlık
gecem:
Tek lüksüm ise sevgi.
Sevgiyi sevmekle iştigal sevildiğime
de pek emin!
Saflığım hız kesmediği kadar s/afiyet
dolu varlığım ve saf tuttuğum tarafsızlık bilememişken de Araf’ta takılı saklı
kaldığımı.
Bir mum sanmışken kendimi…
Meğerse devasa bir ışıldak imiş
yüreğim yetmedi kalemimin teşrif ettiği bense yenilgilere o kadar alışmışken
bilemedim kalemimin hız kesmeyeceğini:
Hızını alamamışken sağanağın.
Sağalttığımı dahi fark edemedim
acılarım.
Firarda yürek.
Firarda aşk.
Fidan boylu kalemim ve çıtkırıldım
yüreğim ve mihrabım ve Çıfıt çarşısı duygularım ve kırık mızrabım ve sen!
İçtiğim iken su.
İçerlediğim kadar dünüme.
İçtimada geçeceğini dahi bilmezken.
Ve işte şerh düştüm tarihe:
Kalemimle yeniden doğmuştum.
Kalender yüreğim buz tutmuşken…
Sonra nurumdu doğan nurumdu yüzüme
ruhuma yağan ve tutulan nutkum öylesine bir yola girmişti ki…
Ben çağladım.
Kalemim ağladı.
Ben çığırdım aşkı.
Çığ gibi de büyüdü iç sesim.
Ne yazsam yetmezken.
Seni ne kadar çok sevsem de
yetinmediğim.
Ruhumun sarnıcı.
Yüreğin dergâhı.
Aşka aşkla yürüdüğüm Hakkın yolunda
açılan kapılar bense rüzgâra eşlik eden:
İçime esendim.
İçine estiğim.
Bir es dahi veremezken ve ben ses
etmeden yaşamışken bunca zaman.
Sözcüklerdi zehrimi alan.
Sözcüklerdi alnımın akı.
Sözcüklerdi öncemde lal.
Sözcüklerdi içim kıyıldığında sayfaya
dökülen.
Sözcükler.
Kıyama durduğum.
Mademki aşkın rabıtasıydı ruhum.
Mademki şiarımdı aşk.
Mademki yoldaşımdı kalemim:
Ve bana, ‘’yaz’’ diyen yüce Huda.
İçliğimdi yalnızlık.
Hiçliğimle peyda olduğum.
Gücüme gitmiyordu artık nefret
soluyanlar.
Solsam da yeniden açıyordum.
Mademki ismiyle müsemma idi insan!
Hele ki iki ismim var iken!
Göğün yıldızı yerkürenin çiçeği aşkın
rüzgârı hız kesmediği kadar kalbim.
Yeniden doğuşumu müjdeleyen şafak.
Şakağıma dayalı kalemim.
Putperest nankör münafıklar gölge
etse bile ben ki: kendi gölgemi dahi kovabilmişken kapıdan.
Mil çeken kim ise gözlerine.
Kalemimse bir mim sanatçısı değildi
bilakis içtenliğin doğaçlama yazdığımın yaşadığımın bir göstergesi ve en içten
duygularla yaşayıp yaşatırken sevgimi yazabildiğime vakıf!
Ne bir tek nesir yeterdi beni bana
anlatmaya.
Ne de sadece bir şiir keserdi acımı.
Balmumundan bir heykel değildim etli
canlı bir o kadar bıkkın bedeninden ve kendimle uzlaşmanın arifesinde Rabbim
bana zembille indirmişti kalemi gökten bense sevgiyle yaşayıp büyümüş ve de
kopmamışken kökümden…
Kök hücremle.
Etimle tırnağımla.
Eşelediğim toprağın altında bazen
yalnız ve saklı iken annemin dualarında.
Neşreden gün.
Nesirler ekleyen kalem.
Şecerem.
Seccadem.
Şiarım.
Şiirlerim.
Ve de sen eşlik eden…
Ayağına taş değmesin azizim.
Hoş geldim ben bana uzak bir yıldız
iken ve açmayı unutmuş bir gonca ve işte sözcüklerimle yürüdüğüm kadar aşkın ve
Hakkın yolunda…
Hoş geldim ben kendime.