‘’Ben iyi
değilim
Kendime,
söyleyecek söz bırakmadım. Kuvvetimi büyütmüşüm gözümde.
Şimdi her
satırı, “bu satırı da neden yazdım?” diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum.
Aziz varlığımı son dakikasına kadar aynı görüşle ayakta tutmak gibi bir görevim
olduğunu hissediyorum.
Oysa sevgili
Bilge, aziz varlığımı artık ara sıra kaybettiğim oluyor. Fakat yaralı aklım,
henüz gidecek bir ülke bulamadığı için bana dönüyor şimdilik. Biliyorum ki, bu
akıl beni bütünüyle terk edinceye kadar gidip gelen aziz varlık masalına kimse
inanmayacaktır.
Ben ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek
istiyorum.
Bu nedenle, sevgili Bilge, mutlak bir yalnızlığa mahkûm edildim.’’(Oğuz
Atay)
Uzun uzadıya sevmek isterdim ama sadece
kendimi:
Telkin ettiğim kadar kendime kendimden
kopmakla iştigal sönük gecenin ferinde yola düşmüş bir seyyah yabancı saklı
içimde aralıksız içtimada ve gel-geç sevgilere ateş püskürdüğü kadar da düşman
kendine.
Yelloz rüzgârla içli dışlı şehir ise aralıksız
nöbette tıpkı benim gibi iflah olmaz varlığından haz etmediği kadar insanlara
düşkün bir o kadar insanlar şehre düşkün.
Düşkün kollarındayım aşkın, ihbar ettiğim
kadar ele güne.
Düşmez kalkmaz bir Allah ve her gün soğuk duş
alıp düşlerime takılı aklımla sevişiyorum yabani bir hayvan gibi ve yeme-içme
ihtiyacından çok ötesine ilişiyorum aslında içimi boşaltmakla eş değer mideme
tek lokma girmesine dahi tahammülüm yok.
Göğün uzantısı iken şehrin kubbesi.
Hırlayan sesi ölümün uzaklardan beni çağıran.
Bense afaki bir nöbette ömrü nöbette geçmiş
bir asker gibi siperimdeyim ve gözlerim açık dikili iken önüme lades demesin
diye düşman, teyakkuzda iç ve dış mihraklardan soyutlanmak adına yalnızlığım
nasıl da kesirli bir sayıya denk geliyor ve ben yokuş aşağı yuvarlıyorum iç
sesimi en başta sıfıra tüm ondalık düzen hükmünü kaybetmişken sonsuzluk az
sonra infilak edecekken açıyorum gözlerimi.
Gözüm açık göreceğim rüyaların beklentisi
içindeyim.
İçimde mırıldayan bir kedi misali tırnaklarımı
geçiriyorum önümde serili o boş ve bakir ve beyaz sayfaya.
Parmak izim solmadan.
Sükseli heyecanlarım sonlanmadan.
Peyda olan gün ışığına dahi öfkeli.
Kukumav kuşları ölmeden.
Gözlerimden süzülecek her yaşa duacı bir çocuk
gibi sadece susup bekliyorum doğru zamanı.
Doğrudan kasıt ne ise artık ve ben gibilerim
benim gibi bitimsiz duyguları ile hayatı bir şölene dönüştürme isteğine yenilip
de kuram dışı vasıfları ile yaşayanların yolunu gözlüyorum.
Afaki olan her uğraş benim minvalimde.
İzafi olan her duygu istişare ettiğim evrenin
ve insanların bana taktığı kulpun endamında bana yol gösteriyor ve ölüme
yürüdüğüm kadar geçen zamanın en sadık yolcusuyum terk edilmişliğin ummanında
kayıtlı sarhoş bir ayyaş gibi kibirli insanları nakavt etmek adına telkin
ettiğim kadar iyi niyetime tavaf ediyorum ruhumun çorak coğrafyalarını.
Bitimsiz bir sevgiye meylettiğim çocukluğumun
eseri ve esiri iken yüreğim…
Kasıtlı kasıtsız sevdiğim insanlar benden
alabildiğine uzak iken içine düştüğüm tuzağın yenik en devrik cümlesi ve
imgesiyim bir şiire daha pay verdiğim şarkıların sesinde ruhumun dans ettiği
çocukluk günlerimden hem uzak hem de yakınım içimdeki çocuğun sesine.
Rıza göstermediği kadar ulema.
Razı gelmediğim kadar söylenen yalanlara.
Düzenbaz cihanın rütbesini söktüğüm kadar.
Rengi değişken mizaçların küfrüne eşlik eden
sözüm ona kültürlerine de pay vermeden aralıksız eşeliyorum toprağı.
Bir maden işçisi gibi bazen.
Bazen bir denizci.
Boşalan kum saatinde saklandığımdan da öte.
Kumdan kalelerimin rüzgârda yere serildiği.
Z/amansız gidişlerin duayeni ölümün seferi
yolcusu ve içimde kalan ukdelerin ufkuna bandığım iken kederin esef yüklü
sesinde kaderime razı gelmekten ötesi de gelmez iken elimden…
Akıl melekelerim yerli yerinde olsa da aklımın
uzamında sonsuzluğun coşkusunda zılgıt yiyen ufak bir çocuğun tek isteği iken
oyuncaklarını başkalarına kaptırmamak bense çoksa kaptırmışken yüreğimi şüheda
aşklara sür-git o müzmin duygumla ve özlemimle çağ atlıyorum sözüm ona çıtası
yükseldiği kadar sevmelerin ve o tok sesinde kaderin içimden geçenleri alt
yazısı bellediğim kadar hayatın, sevmelere doyamıyorum yazmalara da en çok da
kendimden hem feragat hem firar etmenin umuduyla şaştığım kadar düzene arkamı
dahi kollamadan biteviye adımlar atıyorum.
Soytarı bir mim sanatçısının özlemi misal.
Tedarik edebildiğim kadar savunma mekanizmam
da çökmeden biliyorum aslında her şeyin ve de yazdıklarımın bir avuntu bir
kandırmaca olduğunu aralıksız sorgularken iç sesimi ve dış sesin baskın
tezahüratında soytarı alfabenin harfleri ile de yetinmeyip sadece kendimi aşma
kendimi geçme telaşı ile sessizliğin ve hüznün ve yalnızlığın inşa ettiği o
alfabede kendimce şakıyorum bir bülbül gibi yetmedi çiçek kimliğimle kendime
dönük iken sitemim, serzenişim biliyorum da insanları nasıl oluyor da gözümde
büyüttüğümü.
Bir araz.
Bir azık.
Bir de azap.
Sarıklı hocanın söylemlerinde kaybolurken.
Cübbemin de eteklerine basıp yere devrilirken.
Toplayıp da pılımı pırtımı gidemezken
kendimden söküklerin en usta terzisi olsam bile salkım saçak s/alınıyorum
yorgun ruhumun devasa çorak coğrafyasında biteviye afallıyorum da yalnızlığın
onulmaz v/edasında başım dik gururla yaşamanın imkân dâhilinde olup da başarma
duygusuna en yakın olduğum kadar biliyorum da aslında hayat okulunda sınıfta
kaldığımı:
Alaylı olmadığım kadar da alayına maruz iken
alayların.
Mektepli kimliğimle kaç bin kitap eskitmişken.
Manen yaralı madden çökük mihrabı yerinde olsa
da içimin telaşında döküyorum eteğimdeki taşları.
Bir yenilginin odağındayım.
Yanılgı yüklü olduğum kadar en çok da kendimi
yeriyorum.
Bir kompliman ise sevmek.
Bir kaos iken yaşamak.
Yaratıların en endamlısı ve akıllısı ve
donanımlı olanlardan olsam da izini sürüyorum bilginin ve ifa ediyorum
duygularımı aslında ifşa ediyorum iç dünyamı.
Tercihte bulunmadığım kadar da tercih ediliyor
varlığım.
Bir hümayun.
Bir Anka kuşu.
Bir kırlangıç
En basitinden zora giden yolda değil zor
olandan başlayıp da hiçliğimi savunduğum açlık-tokluk mekanizmasında soluklanan
ruhum gibi, bedenimi hırpaladığım kadar beden dilimden yansıyan her mimik ve
ruh iklimim iken dirlik düzen içinde yaşıyor olmanın albenisine kapılıp da
sadece ve sadece huzurun peşinde olduğum peşim sıra sürüklenen sözcüklerin de
bitmeyen vardiyasında gönüllü bir yürek işçisiyim ben yüreğimle yaşadığım,
sevdiğim ve yazdığımdan da ötesi yok iken her ne kadar ötekileştirilmiş olsam
da Yaratandan dolayı illa ki yaratılan her canlıyı kolaylıkla içtenlikle
sevdiğim…
Ve olan biten her şeye rağmen, sevgili Oğuz
Atay’ın da vurguladığı üzere:
‘’Ben mutlak bir yalnızlığa mahkûm edildim.’’