‘’Sen biliyor musun acaba giden neden böyle büyük özlenir.”(Bülent
Parlak)
Aldatmaca olsaydı keşke gidip de dönmeyenlerin öyküsü…
Ah, içimin her burkulduğunda
Koluma takılası burma bilezikler
Ruhumun ve aşkımın tortusunda saklı gidip de dönmeyecekler.
Ve söyle bana:
Hangi rengin özlemi saklı semada?
Hangi ön söz ve öz veri kapaklandığı kadar yere
Sözcükler midir yüreğin hem redifi hem neferi?
Ah, aksayan ayakları kalemimin,
Nalı diken şiirlerim
Bense onları sevgiyle özenle nasıl da bir bir dikmiştim
Akabinde gözlerimi dikip de uzaklara
Bilsem de tuzağa düşeceğimi
Varsın olsun yıldızlar kadar uzaktan seveyim seni?
Sencileyin bir rota.
Bencileyin bir nota:
Hem gam dolu hem de rüya
Elbet notaların ağır yükü
Sağır Sultanın kulağına kadar giden haykırışlarımın özü
Bazen fısıltı babında
Ve nice çekince dolu
Riyaların değil vidaların gevşediği
Gerçeklerin değil rüyaların eşleştiği
Bazense tohuma kaçan bir v/eda
Geçkin kadınlar
Geçimsiz gün ışığı
Gecede konaklayan yalnızlığımı
Kilit altına da aldığım kadar isyanlarımı
Ve yakarışımı kodlayan
Ve de kollayan mademki yüce Tanrı
Aşkı hibe ettim yetmedi
Tasfiye ettiğim yüreği yine de incinmedi
Tahliye edemediğim kadar senden beni
Ruhumda titrek mum ışığı
Gazellerin saklı akvaryumu
Düşe kalka büyüyen bir çocuk da olmadığımdan mıdır hani?
Düş misali serptiğim yıldızın tozu
Ruhumun dikiz aynası
Yeşeren gözlerimin yaşına eşlik eden nazı
Eksik etmediğim niyazı
Nolur kabul etsin Huda
Bir hazan
Bir de hüznün öyküsü
Öykündüğümse ölümcül bir güdü
Gidenlerin ardından yazmaya doyamadığım kadar da ölümü
Ön sözü doğum sancısı olsa ne ki öykümü
Sona taşıyan bir gülü külünden yeniden doğdu diye mi
Sürgün etmeli başka başka şiirlere
Bir ütopya olsa bile mutluluk
Yaş alan değildir her şiir her vecize
Yas alan yasa mahiyetinde de sevdi mi insan biteviye…