Sırları vardı simyacı şehrin: aşkın
isyanına yenik düşen ölü nefsin ve öldürücü güdülerin t/uzağına düştüğü kadar
hem yalnız hem sıra dışı bir rüzgâra denk düşen özlemi üstünde tüten dağınık
bir yatağın üstünde oyalı mendil:
Her çocuk bir renk.
Her renk semaya yolcu.
Simasında gölgeler oynaşan karanlık
yolların derdest edilmiş ve tutulmuş nutku sönük coşkusu.
Ser verip sırları da serili
surlarında şehrin su misali sevip yaşayan aşkın yandaşı sevdalıların kırık
güftesi.
Bir nebze de olsa ses olmaya aday iç
sesin nüansı ve kırık kalemin ölümle olan dansı.
Reverans yüklü bir kıyam, referansı
aşk ve içten bir ç/ağrı:
Noktası virgülüne kadar şair yaşama
sevdalı.
Ya da bir zamanlar öyleydi:
Kendinde vazgeçmişliğin yanık
sesinde, aşkın o masum busesinde saklı:
Kimler geldi kimler geçti şehrin iki
yakasından arda kalan bir yangın kulesi:
Her kim ise iki yakasının bir araya
gelmediği ve işte takvimde işaretli göç mevsimi.
Uluyan sessizlik.
Kendimi arayışımın külliyesidir yazın
yangınım: sürmanşet arkası yarın rüyalarım ve de cebelleştiğim karanlığın boyu
posu yerinde korkuları…
Bir yanım anne kalan yarım döngü
bense tamamlanmayı bekleyen kesirli bir sayı gibi aralıksız yuvarladığım ve de yuvarlandığım
yokuşların nöbetini tutuyorum.
Bazen bir yanılsama bazen içimi
üşüten dejavu.
Bazen aksıran iç sesim bazense
sessizliğe gömülen oysaki ben çoktan demir alıp açıldım enginlere içimin
surlarına kalelerine de tek tek dizdim kurşundan askerlerimi gel gör ki:
kimsenin paye vermediği kuruş değer biçmediği her biri.
Bir imla hatasından doğdum belki de:
Kökü ve iyelik eki, zaaf dolu
sözcüklerin simyacı yurdunda bulmuşum belki de kendimi:
İfade yoksunu ara duraklar tabelası
düşmüş boş evler her başa sardığımda boş veremediğimin yansıması ve her boş
verdiğimde kendimden çekip gitmek adına.
Çenginin karartısı.
Çalgının başımı ağrıtan uğultusu.
Mimarisi gizemli şehrin hem ulağı hem
uleması.
Biçer-döver kalemim arzı endam eden
kalem-kakan kimliğim ve unutulmuş kitapların kabaran kiri ama hiç birinde kin
yok hiç birinde son yok gerçi son yazan son sayfaya ulaştığımda içimde yeniden
okuma isteği doğduğu kadar kitabın yazarını kıskandığımdan mıdır ne, özet geçmek
adına kitaba bir tane de benim yazmaya aday olduğum elbet edebiyatın muhtevası
ve sihirli dünyası…
Rivayet o ki: sefil düşlerin
kırık tekerinde saklı yüreğin miğferi belki de kapı arkasına yaslı mazinin
tütün kokan hayali.
Düş erbabıdır içimin çocuğu ve
sözcük erbabı olmaya kanat açtığım okunaklı el yazımın dokunaklı bir kalpten
nemalandığı iken tek gerçek ve gözlerim kapalı yaşamış olduğum hayatın da
rövanşıdır yazdıklarım.
Mağlup ya da galip gelmenin bir
önemi yok artık bu saatten sonra ve ikişer defa çekilmiş 32 düşümden arda kalan
sadece uyuşuk bir çene uyumsuz bir ruh ve uygunsuz bir zamanda kapıyı çalan
kara melek.
Devşirmenlere öykünüyorum.
Bir sağaltım iken hayal dünyam ve
sarmalında gerçeklerin neyin kokusu içime çeksem çocukluğumu duyumsuyorum.
Sağımda saklı solumun kalan
yarısı: sarnıcın susuz bekleyişi.
Eklenti babında hayata alt yazı
geçtiğim ve volta attığım şehrin sokakları yakamdan düşmek bilmeyen sesler
adabı muaşeret kurallarının hem sağdıcı hem de en sadık neferi.
Düş yakamdan.
Yalvarışlar düne ayarlı.
Optimum seviyede bir uzantı iken
sesler sessizlikle yoğurdum benliğim hatta bedenim üstünü karaladığım mazim düş
yakamdan asi ve asil düşlerim.
Benzersiz bir dünyanın misafirim
halen himayesinde babamın hala yaşadığım çocuksu düşlerim.
Bin sene geçmiş olsa da üstünden
iliklerime kadar üşüten karlı kış geceleri şehri İstanbul’un buz tutan
yokuşları ve ev hapsinde iken öğrenciler kışı sert geçen yılların üşüten
pozları üşüten poyrazı.
Düş yakamdan.
Seferi seyyahıyım acının aşkın da
ve acılarım iç bükey bir aynada ser verip sır vermese bile sır dolu aynayı
kırmanın tek çare olduğunu biliyorum ve içime düşen ateşi değil söndürmek daha
da körüklüyor iç sesim.
Öyle bir minvaldeyim ki öğrenci
kimliğime kayıtlı her bilgi ve pasomda saklı özveri ve yalnızlığın hikmetli
varlığı ve serzenişi…
Renklerin asasıydı adeta heybetli
imgeler öyle ya: ha renk ha duygu katmanı yoksa bir karnaval mıydı renklerin
uzantısında baş veren imge yüklü yakarışlar meylettiğim aşkın ihbarı mıydı
yoksa yarı yolda bırakılmışlığım…
Ne öncem vardı ne de sonram ne zamanki
kalemi elime alsam transa geçen bir ruhtum önceleri: hem soluk hem solgun hem
silik…
Silik kızlardan olmadım asla ve saf
da tutmadım bana benzemeyenlerin ne yanına yakıştırdılar beni ne de uzağına
sadece bir gölge mahiyetinde yaşadım kendi gölgemi öldürsem bile kendimi
öldüremediğim kadar da kendimin yabancısı.
Sevdanın nesri ve neşri idim öncemden
firar edip yarınlara odaklandığım o hayal dünyam ne de olsa sevgiydi hem şiarım
hem de andaki mevcudiyetim ve kendimi cihana ihbarım ve ben hep sevdim tarafsızca
işin kötüsü sevildiğime inandım ve güvendim yakınımda uzağımda kim varsa
enselendim de ne de olsa ser verdim sır verdim ve işte sırlı aynam her
kırıldığında çoğaldı esaretim büyüdü rehavetim sonlanmasa da asaletim canım
yandı delicesine yamandım ruhuma ne şehvetli ne isyankâr bir punduna getirdi
insanlar sevildiğim nasıl da aşikârdı elbet başka bir baharda başka bir zaman
ve mekânda.