
‘’Elimde, cennete yollamak istediğim tek kelime “çocukluğum”
kalmıştı.
Çocuk hep güler, anne hep dua ederdi.
Hayallerimle bile her şeyi sevilebilir, yaşanabilir ve ilgi
çekici yapabilirdim.
Sonra birden ve hızlıca, baş edilemeyen sağanak
bir yağmur seli gibi büyüdüm.
Şimdi nereye baksam yabancı bir yüz, kirli bir
dünya, kırılgan bir kalp, bir inşirah beklentisi…
Kim çocukluğunu bulursa onu kirlenmemiş temiz
bir kalpte saklasın.
Çünkü ben, geleceği konuşmaya başlayıp,
büyüklerin masallarına inandığımdan beri çocukluğumu terk ettim.’’(Alıntı)
Türbülans geçiren
bir iklimdeyim, anne: tüketilmiş seyyah imgelerin rüzgârında saklıyım bir de
senin yüreğinde en derinde kasıtlı kasıtsız öldürenlerin verdiği hükümde
veremediğim bir mola gibi belki de hayatı ağırdan alıp molla dedikleri kibirli
bir düş’ ün eteğine dolanan aşk gibi yalnızlığımla kıyama durduğum bir düş
perisi misali tam da yüreğimden vurulduğum bir hikâyenin merkezinde alaşağı
edilmişliğin öfkesi ile yaşıyorum ve sadece sensin sen dualarında hayat bulduğum
mavi deniz misali gözlerinde kaybolduğum dünyanın altını üstüne getiriyorum.
Öncemsin sen ve de
geleceğim.
Andaki
mevcudiyetimde yanan bir meşale gibi içimi delen hüzün gibi ve sözcüklerin
meşrebinde seken bir hece gibi ya da kör bir kurşun ve işte kordan yüreğim
kordon boyu yürüdüğüm şehrin sevdalısı nazenin bir gül’ üm mademki nasıl ki
insan ismiyle yaşarmış yeter ki yeşeren gözlerimden eksik etme şehla
bakışlarını.
Yüreğimin külünden
firar edeceğim az sonra.
Yalnızlığımın da
söndü sönecekken feri.
Endamlı bir
sevgiden de almışken ağzımın payını…
Ve işte bir türlü
r/eşit kılamadığım imgelerin nasıl ki dokunulmazlığı da vardır aşkın mahrem
rüyaların değil taşkınlara mahal veren acıların ve sırların küpeştesinde nöbet
tutuyorum elbet tüm güzelliğin ve o muhteşem vasıflarında hali hazırda bir
çocuk gibi gülümsüyorum tüm masumiyetimle ve yalnızlığımın gölgesinde yeşeriyor
sözcüklerim nasıl ki hem öncemsin hem tüm zamanlarımın sadık neferi yeter ki
terk eyleme başucumdaki mahrem hüviyetini.
Yer gök ne zaman
kavuşur ki birbirine?
Ne zaman diner
süregelen bu zulüm ve ne zaman gülecektir tüm çocukların ve mazlumların yüzü?
Yüz görümü iken
sözcükler…
Yüz yüze baktığımız
tüm insanlar çoktan terk etmişken bizi.
Yüzümden düşen bin
parça değil hele ki sayende de yüzümde güller açtı mı…
Kasvetli bir
havanın dağıttığı iki yakamın nasıl ki bir araya gelmek gibi bir vasfı da yok iken
sevdalandığım şehrin iki yakası ve işte yakamdan düşmeyen sorular ve gizem dolu
yüreğimin kayıp miğferi.
Aydınlandığımsa
yolunda aşkın nihayetinde erdiğim İlahi Makamın beni ezelden bu yana aralıksız
çağıran sesi.
O minval ki anne,
tepetaklak olduğum senin yokluğunda…
O sergüzeşt iklim
ki: rüzgârın dinmediği zemherinin aralıksız zulmettiği ve kaknem gölgelerden
uzak sensizlikle yoğrulan iç sesime tuzak mahiyetinde dilimin damağımın
kuruduğu kadar tadı damağımda kalmış çocukluk yıllarımın da bir benzerini
yaşıyorum senin elini her tuttuğumda ve gözlerinde dalıp gittiğim rüyaların
gerçeğe dönüştüğü seninle yürüdüğümüz bu ortak yolda biliyorum ki: annem sen
benim cennetimsin yüzünde yüreğinde otağı kurduğum ve yerleşkesi duyguların
sair sözcükle aramda bir b/ağ kurduğum…
Yetilerim bazen
solgun…
Yetim kalmışlığımı
dahi kabullendim senin her gidişinde asla da ümidimi kesmedim geri döneceğine
yürekten inandığım kadar da eksik etmezken dualarımı.
Ve işte İlahi
Ateşin sıcaklığında Rabbime verdiğim sözün de arkasındayım nasıl ki
merhametlilerin merhametlisidir yüce Huda ve işte o düş meclisinde verilen
hüküm ve verilen karar ertesi hem sen yeniden doğdun hem de tüm ihtişamınla
beni defalarca doğurdun.
Çocukluğumun
külliyesi.
Çocuk kalmanın bir
rivayet değil bir asalet olduğuna dair inandığım kıvançla kendimi ve
masumiyetimi bir kenarda saklayıp ait olmadığım bu yalan dünyanın verdiği her
fetvada ben sadece inandım ben sadece yalvardım Rabbime ve tüm gidişlerinin
ertesi şükürler olsun ki Rabbim yarı yolda bırakmadı beni.
Rengim solgun değil
artık.
Sözcüklerimse asılı
göğün tepesine.
Ve işte O İlahi
Rakım, asla kopamadığım…
Aşkın hicretinde
doğan güneşin güleç yüzünde ve çocuk kalbimle sırdaşım bildiğim kalemin yaz
dediğinden de öte yazılası binlerce hikâyem ve şiirim var onlar bile yetmezken
duyduğum şükre asla da dinmeyen bir nazım var ve nice niyazım: Rabbimin verdiği
her ‘’ol’’ emrinde nasıl ki düşmez kalkmaz bir Allah ve işte ruhumun cıngılı
iken İlahi Adalet ve işte aşkın merkezi bir huşu içerisinde serili kaldığım o
rahlenin her zerresinde de senin g/izin var, anne…
Telaşla yaşıyorum.
Telaşla yazıyorum.
Telaşla da
soluyorum ama yeniden açacağıma hükmeden Rabbim sayesinde güç kuvvet bulup
kalktığım yerden yeniden başlayıp hayatı defalarca içime çekip nice hayat yaşıyorum
tek bir bedende ruhumla ve yüreğimle hasbıhal ettiğim kadar da kalemle kayıp
minvallerden sökün edip cenneti yaşıyorum.
‘’Çocuk hep güler, anne hep dua ederdi.’’
Şairin de vurguladığı üzere beni yaşatandır duaların…
Ve de senin de söylediğin gibi:
Sahi, seni yaşatan benim ettiğim dualarım mı?
Sevginin duayeni ve fısıltıların haykırışa döndüğü.
Kırık mızrabımın sazımın tellerine vurup da sönmez ve dinmez
iken kâinatın bestesi nasıl ki sırlardır ve nasıl ki sevgidir dinmeyen huzurun
da ayak sesinde kendimi sende bulduğum nihayetinde Rabbin Makamına koştuğum.