Lütfenimi çok görme, ey ukala
kalbimde gezinen yabancı ve bil ki: yüce Rabbin lütfettikleridir seni sevmeme
sebebiyet veren.
Her yokuş bak, duy beni:
Her yokuş bir imtihandır ve bir
yakarış ve ben hüznün perdesinin ardına g/izlendiğimden de öteyim.
Kaderim makûs ise ne haddime şikâyet
etmek?
Eğer ki duygular ağır basıp da baskın
nasıl ki basanındır ve işte basmakalıp sözcüklerden uzağım ve nüktemdeki şive
ile geçiyorum aynanın karşısına.
Mübalağa etmeden sevdiğim.
Münazara ettiğimden öte içimin dillenen
lalden alfabesi ve ben sadece bir çift kömür göze vurulmadım hem de seni
görmeden sevebildiğimdir yaptığım latife.
Afiyette olduğunu umarım ve umarsız
kalbinden değil sadece kendi kalbimden kendi kalıbımdan taşarım.
Efsunludur içime esen rüzgâr.
Neye mahal verir ya da vermez ama bildiğim
o ki:
Aşk bu aşk: nasıl da lütufkâr.
Hacmi ve hanesi; bir bileşik sıfattan
da ötesi zikredilen fikrime eş ve kabul görmediğim kadar şu dünya atlasında mal
mülk edinmek ne ki: benim maneviyatımla iştirak oldum kadere ve kedere.
Hükmedene sevdalıyım hürmet
ettiğimden de öte başım gözüm üstüne ve seyrine yabancıyım âlemin ne de olsa
iki cihanda da aziz olmaktır tek dileğim…
Ve direncim.
Ve dirayetim.
Aklımın direktifinden ziyade kalp
gözümde saklı ölümsüz bir nefere meylettiğimden öte sonsuzluk denen sarkaçta
hamt ettiğim kadar harp ettiğim şunca siper ve ulak bildiğim kalemin
alametifarikasında gezinendir seyyah ve hüzünlü düşlerim.
Bir elmanın iki yarısı olmadığım
kadar da insan izlekleri ile.
Yarım ağız sevenlerden de alabildiğine
uzak.
Düştüğüm ise sevgi denen tuzak.
Bilim ve nesir ve nice hikâye kabul
görmek değildir artık arzuhalim kabullendiğim kadar dünyayı telaffuz edemediğim
nice şey katıksız yeni halkalar ekler zincirime.
Bir edim.
Bir de edinim.
Bir dilek.
Dilemması yüreğin.
Direttiğim ne varsa diken üstünde
yaşamaktayım adeta lakin kendi dikenim değildir yüreğime batan: onca imkânsızlık
ve çaresizlik ile hemhal sevginin ve sevdiklerimin hatırına üstlendiğim vazife.
Hazzı mı hayatın?
Haiz olduğum mudur yalnızlığın?
Hak hukuk tanımaz iken insanlar ve
insanca yaşamaya şerh düşüp batıl yüreklerden alabildiğine uzak diyarlarda
hududuma yaklaşan her kim ise ve işte boca ettiğim binlerce sözlük hatta
binlerce şiir bense meylettiğim şiirin ta kendisi ve bir ömür ne kadar uzak
kalmış olsam bile şiirden meğerki şiirmiş yaşadığım eksen.
Namı da almış yürümüştür hani
duygularımın ve hüznün renginde saklı iken göreceli isyanlarım elbet haşa
Rabbim, demekle mükellef ve beklemeye aldığım kadar hayatı ve mutluluğu
fıtratımla örtüşen bir fıkra adeta içimde seken heyecan ve umudun da sürdüğü
saltanatı sonlandırmasın yeter ki yüce Tanrı.
Hüznüm.
Makbulüm.
Mihriban’ım.
Katıksız sevdam ve kalp gözümde
yeşeren yaşaran duygularım.
Lafügüzaf elbet asla laf salatası
değil hem neyime gerek boş konuşmak hem boşa düştüğüm hem içimin boşaldığı hem
de boşluktan nemalanıp hoşluk dilerken aslında kendimi ansızın bulduğum bir
avuç kumda saklı iken hassasiyetim ve hissiyatım ve işte sonsuzluğa eş bir
yakarış bir sevginin de hulasası.
Mahşer.
Matem.
Mızrap.
Metanet.
Makber.
Eş güdümlü duygular iz düşümü hayatın
ve hüzün denen girdabın yuttuğu minvalde her şeye rağmen de başım dimdik ve
ayaktayım.
Karakaşın kara gözün, al senin olsun.
Yeter ki karartma içini yaşadığım
acılarla.
Varsın karartma gecelerinde ve hüznün
bahçelerinde sallandırılayım darağacına ve işte beni tamamen yutmaya müsait o
kara delik ve kara gece ve kara karıncanın ayak sesine dahi vakıf iken yüce
Tanrı, neylerdim ben inancım olmasa?
Göğün tefrikası.
Yerkürenin hafızası.
Havsalamdan taşan ne var ne yok ve
de.
Ne uyruktur beni bağlayan ne de
sıradan bir ulaktır kalemimle neşrettiğim şu yalan cihan.
Hüznüme muhalif dahi iken insanlar.
Ruhlarındaki kara damgalar.
Karanlığı alt etmekle iştigalim
oysaki ben.
Varsın mermer mezar başlığım olsun
başımı yasladığım yeter ki zihnim durmasın yeter ki kalemimin nüktesi susmasın.
Sancım.
Sanrım.
Sevdam.
Sakıncaları yaşadığım hayatın ve işte
uleması iken tüm ama tüm yoğun yaşadığım duyguların.
Hatırı sayılır bir mertebeye ulaştım
iç dünyamda ve şevkim kırılsa bile binlerce kere ant içtim sevgimin üstüne ve
söz verdim canım anneme:
Yazmakla mükellef ve sevginin büyüyen
bahçesinde en duru ilham iken içime doğan ve işte kalemimle zikrettiğim her
fikri bana bahşeden mademki yüce Huda…
Ar bildim.
Arz ettim edeli.
Ayan beyan yazmaya duyduğum aşkın da
solmadan gövdesi ve mezhebi ve işte ruhumu kamçılarken onca acı onca hüzün ve
işte ritim bozukluğunda yaşadığım şu hayatın kefilim ben iç sesime ve kefilim
ben Allah sevgime mademki Allah var gam yok; en gamlı notalar bile dize
getiremez beni Allah’ın izniyle.
Solsam da.
S/üzülsem de.
Sürgün edilsem de…
Katıksız bir minvalde sekerken
kalemim ve kat izinde yaşadığım kadar inancın ve umudun ve sevginin ve evet,
ben kimine göre bir öğrenci kimine göre seyyah bir gölge kimine göre gereksiz
ve fuzuli kimine göre yaşadığım eksende yazdığım her sekmede bir renkten de
fazlası ve alacalı bulacalı göğün ve sevdalı meltemin ve mahremiyetin odağında
hak gördüğüm ne ise yeter ki istesin yüce Rabbim ve sevdalardan en haşmetlisi
ile hemhal varsın kalayım en sona varsın kalaylasın cümle âlem beni yeter ki
kayda geçsin iç sesim ve hüznüm ve umudum Rabbin çağrısında tutulan nutkuma
binaen kalemin eşref saatinde esen bir rüzgâr gibi doğurgan duygularıma ve
inancıma nasıl da nasıl da kefilim…