Düş telkinleri…
Maviden bir mısra belledim ben
gözlerini izini silemediğim gizin ve bu haşmetli sevginin meali.
Öznemden firar ettim özgüvenimdi
öncelikle kaybettiğim ve özümde saklı iken sözüm göğün ve yerkürenin salkım
salkım üzümleri misali belki de salkım söğüt iç dünyam ve işte neşrinde
asaletin ve işte nesir bildiğim yazdığım her şiirin hikâyesi…
Temkinliyim hem artık severken en çok
da kendimi.
Ve ben terbiyeli bir hüzün çiçeğiyim
en çok da dikenlerimi sadece kendime batırdığım.
İsmimle müsemma olsam bile ismimden
haz etmeyen yabancı dünyalara sitemim ne de olsa ben dünde kalmış dünde
kaykılmış bir hüzün misali solsa ne ki gül çehrem söylenmesi zor gelse ne ki
ismim sadece bir şarkı adı değil ve ismim babamın tadının damağında kaldığı bir
esintinin komple sirayet ettiği varlığım nasıl ki: kıymetlisiydim babamın ve
ailemin…
Gülüm:
Komik bir reverans insanların sorguladığı.
Yıldız:
Soğuk bir mevsim ve sönük bir güdü
kendimi diğer ismime şikâyet ettiğim.
Gül ve de:
Annemin çağırdığı ve rahmetli halamın
ve teyzemin insan iklimlerinden ruhuma sirayet eden kısaltılmış iken adım ve
işte adımladığım hayatın aslında özetidir bu üç ismim.
Günüm günüme uymaz madem…
Ve arkadaşımın kulakları çınlasın
nasıl ki bulmuştu ismimin manasını babasından yadigâr bir kitapta:
‘’Gül kadar güzel gülden de güzel.’’
Manası imiş meğer ismimin mademki gül
bahçelerinde zikrediyorum fikrimi mademki gülüm/semenin diğer ismi iken içimde
sönmeyen insan sevgim ve maneviyatım.
Rengimin de müptelasıyım.
Rakımı bana ait olsa keşke o ulu
dağların.
Ve işte d/ağlandığı kadar kalbim ve
işte yerli yersiz darağacında sallandırıldığım ve işte kaykıldığım o zemin.
Gün geçmiyor ki üzerinden anıların.
Sözcükler nasıl ki eksilmiyor iç
cebimden.
Bense yorgun bir mahlasa dahi
tahammül edemezken haizi olduğum bu üç ismimle…