Hasretin Esen Derin Rüzgârları 1
Birçok okuyucum diyecek ki, "Neden bu kadar aşkı ve
hasreti yazıyorsun? Başka konular yok mu?" Lakin ben aşkı ve hasreti o
kadar dolu dolu yaşadım ki atamıyorum içimden. Gönlümün içindeki hasret
koridorunda gezinmeden, o mutlu günlerin yansımasını yazarken hissetmeden
duramıyorum. Her an o hasret koridorundayım ve o koridordan da çıkmak
istemiyorum; bu yüzden aşkı ve hasreti yazıyorum. Gözlerim, her sabah doğan
güneşle birlikte açtığımda, içimde bir boşluk hissiyle uyanıyorum. O boşluk, aşkın
özlemi ve hasretin hissettirdiği derin bir duygunun yankısı galiba.
Hatırlıyorum, rüzgârın saçlarımı okşadığı o sıcak yaz gününü; onunla birlikte
yürüdüğümüz sahil yolunu. O an, aşkın en güzel halini yaşamıştık. Bir
gün, bir çiçeğin açtığını gördüm. O an, aşkın yeniden yeşerebileceği umudunu
hissettim. Ama her çiçek gibi, onunla olan anılarım da, anıların
koridorunda hala solgun ve kırılgan. Hasret, bir rüzgâr gibi esiyor, ama ben
yine de bekliyorum o hasretin koridorunda. Beklemek, belki de en zor olanı. Her
gün, kalbimdeki boşluğu biraz daha büyütmek için değil onunla doldurmak için.
Bir akşamüstü, rüzgâr hafifçe esmeye başladığında, içimde bir
umut ışığı belirdi. "Gel," dedim içimden, "gel ve bu hasreti
sonlandır." O an, kalbimde bir şeylerin değiştiğini hissettim. Belki de
hasret, aşkın bir parçasıydı. Beklemek, belki de sevginin en güzel haliydi. Gözlerim
ufka dalarken, dalgaların sesi bir melodi gibi yankılanıyordu kulaklarımda.
Bahçedeki kuşlar, birbirleriyle cıvıldarken, içimdeki özlem biraz daha büyüyor.
"Gel," diyorum içimden, "gel ve bu hasreti sonlandır."
Belki de bir gün, o güzel günlerin hatıraları, yeni anılarla dolacak. O zaman,
aşkın sıcaklığı, rüzgârın serinliğini mutlulukla esecek.
Bir gün döneceğini biliyorum. O gün geldiğinde, rüzgârın
sıcaklığıyla sarılacağım sana. Hasretin yerini, aşkın sıcaklığı alacak. O
zaman, her şey yeniden başlayacak. Ama şimdi, sadece rüzgârın sesini
dinliyorum; içinde senin adını fısıldayan bir melodi gibi. Her gün, deniz
kenarındaki o eski bankta oturup, dalgaların kıyıya vurmasını izliyorum.
Dalgalar, sanki senin sesin gibi, içimdeki hasreti kabartıyor. Her bir dalga,
seninle paylaştığımız anları hatırlatıyor. Gözlerim, ufukta beliren her küçük
noktada seni arıyor. Belki de bir gün, o nokta sen olacaksın. Bir gün, bir
çiçekçi dükkânının önünden geçerken, gözlerim bir çiçeğe takıldı. O, tam da
senin sevdiğin türden bir çiçekti: mor menekşe. Onu alıp, evime getirdim. Artık
her sabah, pencerenin önünde açan menekşeler, bana senin sıcaklığını
hatırlatıyor. Gözlerimi kapattığımda, yine o güzel günlere dönüyorum. Seninle
birlikte gülümseyen yüzlerin arasında kayboluyorum.
Gözlerim ufka dalarken, dalgaların sesi bir melodi gibi yankılanıyor. Bahçedeki kuşlar, birbirleriyle cıvıldarken, içimdeki özlem biraz daha büyüyor. "Gel," diyorum içimden, "gel ve bu hasreti sonlandır." Belki de bir gün, o güzel günlerin hatıraları, yeni anılarla dolacak. O zaman, aşkın sıcaklığı, rüzgârın serinliğini mutlulukla esecek, ben bekliyorum. Belki de bir gün, o güzel günlerim yeniden gelecek, yeni anılarla dolacak hasret koridoruyla bu gönlüm. O zaman, aşkın sıcaklığı, rüzgârın serinliğini mutlulukla esecek. Ben bekliyorum. Beklemek, umut taşımak demek; her yeni gün, içimde bir parıltı taşıyor.
Yeni anılar biriktiğinde, belki de geçmişin ağırlığı
hafifleyecek, derinden bir “oh” çekeceğim. Gözlerimdeki hüzün yerini
gülümsemeye bırakacak. O an, geçmişle barışıp geleceğe daha cesur adımlarla
yürüyebileceğim. Her sabah, güneşin doğuşunu izlerken, içimdeki umut büyüyor, büyüyor,
büyüyor... Yeni anılar, belki de beklediğim o rüzgârın getireceği değişimle
yeniden başlayacak. Aşk, her zaman bir yolculuk; bazen kaybolduğum, bazen
yeniden bulduğum bir yolculuk. İşte ben, bu yolculuğun her anında onunla
anılarımla birlikteyim.
Mehmet Aluç