Ölüm İçin Çok Erken...





Hüzün bir girdaptı, ey azizim…

 

Bir tutam sakalım olsaydı, ah, keşke oysaki eksik etekli dediler bana ve içimdeki manidar kuşa tekme vurdular.

 

Hazandı eksilen yanım ve yâdım.

 

Sözcüklerse açtığım hamur misali bir avuç imge ve şerbet nasıl da atmıştı aşkın pabucunu dama bense dama taşı gibi seyrüseferinde evrenin, kıtalarca şiir aştığım yetmezmiş gibi uzak coğrafyalara savurdular beni ve beti benzi atmış kuşların öfkesine tanık oldum hani, aç kaldıklarında ruhumu gagalayan hani, tok karınlarına bir damla suyun peşinde misal…

 

Öykündüğümdü gerdan kıvıran kumrular ve şehla gözlerinde aşk kırpıntıları.

 

Öldürdüğümdü içim dışım ise istimlak edilmiş beyhude düşler kalesi.

 

Kaile alınmadığım ne ki: ne ilkiydim ne ikincisi sadece damağımda tadı kalan anne lezzetli köfteler misali nasıl da köftehor idi acılar:

 

Aç aç donat sofrayı.

 

Aç biilaç savur nidanı koru raconunu.

 

Kor misali düşler közünde şehrin özünde ömrün özenle sevdiğim ayrı dünyaların insanları olsak bile aynı iken içimiz ve uydumuz ve garantimiz ve şehla gülüşlerimiz…

 

Afakanlar da bastı mı bir hışımla kendimi sokağa attığım gecelerin nasıl da uzağındayım ve sere serpe uzandığım hayallerim yok artık benim ben sadece tüten bir duman misali içimi eşelediğimden de öte dış mihrakların öfkesi savrulur yağız tenine şiirlerimin ve recim edilen bir imge bir şive kutsanmış hüznün martaval odaklı mevsiminde gel-geç aşklara geçiş hakkı tanımadığı kadar evren gölgeli bir yolda belki de ölüm için çok erken.

 

Mağdur gölgelerin ve seyyah yüreklerin ve sabahın erken vakitleri afyonumun patlamadığı şafak vakti söküklerim salınan ve nazlı yüreğim üstüne alınan göğün diviti yalnızlığın dikiti sözcüklerinse bitik neslinde alfabeden çaldıklarım kadar da var hani her harf bir yaşam her yaşam bir aldatı köhne binaların çökmüş temeli ve çöken avurtlarımın bana söylediği her yalanı duymazdan geldiğim.

 

Şimdi ölmek vardı ya…

 

Ve dönmek sözünden.

 

Vardiyası bitmeyen hüznün töhmeti ve girift acıların yayın yasağı dedim ya, azizim:

 

Her ne kadar her ölüm iken erken ölüm şimdi ölmek vardı ne de olsa kuş kondurmuyordum insanların yalanlarına kuş misali s/üzüldüğüm kadar gücüm neydi ki de her acının delalet olduğu yeni bir başlangıcın da rotasını çizendi mademki kader…

 

Günü b/ölüp de gitmeliyim hüznü derleyip toparlayıp…

Ah, be sevgili: ben sadece seni ve bu şehri

Güdüp de gitmeliyim kendimden…

 

T/arifsiz bir sevginin mazhar olduğu yalanları da demedi deme de hani dediklerimin yangından ilk kaçanları olduğunu bilmeden sen bildirmeden ben bilmezden gelenlere rağmen tek bildiğim nasıl ki hiçbir şey bilmediğim ve esefle saati kurduğum her kuşluk vakti kurda kuşa da yem olmadan gitmelerin zamanıdır icazet eden ricada bulunduğum ve de hüznün katmanları soyağacımda saklı bir resim gibi ortasından ikiye b/ölüp paraladığım.

 

Mücbir sebeplerden istifa ettim ben hayattan hem de çok erken.

 

Malum olmayan ne varsa mazhar olduğuna tanıklık ettiğim uyku öncesi içtiğim süt tadında anamdan emdiğim sütü ilerleyen yıllar için biriktirdiğim elbet de asla değildir mübalağa ettiğim ve münazara ettiğim hangi gölge ise kursağımda takılı bir hicap makul değil mümkün olmayanlardan inşa ettiğim bir hane gibi varsın olsun hayat dört duvar bir kapı.

 

Hicvi ve de şarlatan gölgelerin dinmeyen vızıltısı.

 

Arı misali sokan.

 

Arı misali bal değil can yakan.

 

Arı misali uçuşan sihirli polenlerle hemhal varsın olsun her çiçekten bal alsınlar ben nasıl ki münferit bir çiçek olmayı boşladım ben nasıl ki yanılgı yüklü Çingene kadının bohçasında kokan bir çarşafım çarşaf gibi iken de denizin seyri kumsala vuran yorgun dualarımın ve dileklerimin tek savaşçısı kimse hudut tanımayan içimde kalan ukdelerin yongası bir göl durgunluğunda da yaşayamadığım kadar hayat ve zaman her misilleme yaptığında fren yapıp da kendimle çarpışmaktan son anda kurtulduğum asla değil yalan.

 

Düşlerimin kısrağında saklı bir düş kırıntısı düşlerimin her düşeş dediğinde yere düşüp sermayeyi kediye yüklediğimin resmi ve arazı ömrün ve şehla düşlerin örüntüsünde saklı teselli ben sadece bir düşten bir de hüzünden ibaretim, baylar bir de Eylül iken fonum ve Eylül iken yüreğimin cıngılı, soyutlandığım o lalden alfabe oysaki otuzuncu harfi olacaktım ben kâinatın, yaz dediği, her şiire cephe alsa da yalnızlığım ve seferi tanıklığında kalemimin nidalarının…

 

Yorgun bir miladım da ezelden.

 

Temkinle yazılır şiirler ve tebessüm ehli bir surette saklıdır imgeler ve şairin hayal gücü…

 

Nemalandığım suretler eksik etmediğim sureler Eylül ve gevşeyen contaları hali hazırda fabrika ayarlarıma dönemememin de ezikliği var içimde.

 

Cahilce bir tufan ve devasa bir parantez yetmedi imleci duyguların ve ihbar ettiğim serseri yalnızlığım dikilesi bir kale gibi bir put gibi bir punduna getirip de her pot kırdığımda pembeleşen simamda saklı iken sema ve işte eş güdümlü duygular ve işlevini unutan organlarım önce acıkmayı unuttuğum sonra yürümeyi sonra konuşmayı en nihayetinde taşa döndüğüm yetmedi çırpı bacaklı bir kalem ve insansı görüntümü yitirip, kalem-kakan kimliğimle saklandığım iken kuru bir ağacın kovuğu…

 

Sezilerim ayaklar altında ezilen ezelden ve zelzele sonrası bir yıkım misali meşrebimle mezhebimle mıntıkamda saklı ortak duygularım insan olmanın alfabesi ve hali hazırda tutuklu dilim ve işte sonunda otuzuncu harfe geldiğim belki de üç otuzunda hüzün belki de mihrabı yerinde ölümün belki de cafcaflı bir sunum, aşkın hatırına kalemi bandığım mürekkep lekesi iken alnıma sürülen her lekenin de hakkını verdiğim ve ispat ettiğim kadar masumiyeti yorgun bir mevsimle eşleşip en sevdiğim Eylüle kavuştuğum varsa yoksa yorgun bir mahlasın peşine düştüğüm aşkla şevkle kalemimin yazmasını da ön gördüğüm…

 

Ve işte açtığım o köşeli parantez hibe ettiğim duygularım tevafuk eseri bilinmezin şerh düştüğü acının tabelasında yazılı bir şiir bir efekt ve geniş açılı bir üçgen dinamit yerleştirdiğim içimin aşılmaz dağları ovaları platoları oysaki ben sadece kuru bir ağacım nihayetinde kaleme dönüşen ve ruhumun kovuğundan firar eden ilhamım ve ilham perilerim göğün kabul gördüğü kabul edildiğim iken yüce Makam, aşkla şerh düştüğüm gizin meali ve işte tüm bulgularım aşka namzet özleme delalet yorgun mahlasımın her göz kırpışında asılı kaldığım Eylülün meramı ve mizacı ile eşleşip Eylüle ve hüzne denk düştüğüm.

 

 

 


( Ölüm İçin Çok Erken... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 9.09.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu