Terk edilmiş bir düşü evladım bilebilirdim ya da yalnızlığın zikrinde fikrime verdiğim değer gibi değer görmeyen yalnızlığıma yeni bir kılıf daha biçebilirdim uzamında göğün basireti b/ağlanmış bir masalın anlatıcısı olmayı becerdiğim kadar mutlu sona koşan kahramanı dışlayan kalın bir sözlük kadar da tüm sözcükleri tek noktada tek noktayla azat edebilirdim.

Sonlarla da bozmuşken aklımı tehir ettiğim ölümü içime tek nefeste çekip nefsimi boğmanın verdiği kıvançla yaşamayı ümit ettiğim kadar rengim solgun olsa bile ben aslında gök kuşağının tembihli bekçisiydim ve karanlığın rozeti yakama takılı ikilem yüklü hayatımın mateminde salınan umut zerrecikleri ile iştigal ve kalemimin nidalarında saklı o nüans ile yaşamanın verdiği huzur kadar.

Sona meyleden bir melodi.

Sonun bir başlangıç olduğu belki de.

Kuram dışı bir hükmü geçerli kılmanın handikabını sırtlamışken ve işte ruhumda cirit atan gölgeler ve insanoğlu değil mi ki üç maymunu zevkle oynuyordu tek lüksü iken ölüm tek seferde doğan günü geceyi dahi mezesine katık ediyordu.

Hiçliğimi kuşanmıştım içre dönük yolculuğum kutsanmadığı kadar baskın olan dış sese de dayanma gücüm kalmamışken.

Rotamdan sapmış bir minvaldeydim gecenin rahmine düşse de ışık yolumu bulsam diye belli ki içime tıkılmış hiçliğin her zerresi idi beni yoksunluğun zirvesine taşıyan aşikâr aşina olduğum gölgemden dahi hayır yok iken sırtlandığım yükün tozu dumana katan çaresizliğin de bilincinde bir metruk heceye izbede saklı bir haneye düşmüşken yolum…

Avangart idi müphem duyguların soykırımında izini düştüğüm gizin mentollü nefesinde saklı soytarı bir hıçkırık ve yalnızlığımın da amblemi iken göğsüme iliştirdiğim rozet.

Hecelerin uzağında.

Hanelerin de kursağında kalmış bir şehir insanı.

Şehre olan aşkımın da sonlandığı ve her iki yakaya da ulaşamamanın verdiği hayal kırıklığı ile artık bu şehrin yerlisi olmayı reddediyordum.

‘’Bu hiçbir yere, hiçbir şeye ait olamama hissi, belki de hissedilenin en samimisi.
Ve belki de bu hiçlik; ait olunan tek yurt.’’(Alıntı)

 

Kemale ermiş derviş hüviyetimden kalan son damga ve de:

Zikrime denk düşen fikrimden ve tüm hayallerimden caydığım en caydırıcı cezaları almış olsam bile geçmeyen bu aidiyet yoksunu hissimde kendimi bulmakla kendimi kaybetmenin birbirine racon kestiği.

Ulak bildiğim kalemin de zerre umurunda değilken ve başıboş bir kalemin sönük nidalarında saklıydı kendime dahi itiraf edemediğim sırlarım, serpilmiş hangi gerçek duygu ise kaldıysa artık içimde ölüm gibi yokluk gibi kendimi kendimden men ettiğim…

Tabanları aşınmıştı ruhumun.

Vücudum ise beklemede.

Künyemden sarkan üç beş harf ben adımı dahi hatırlamazken ne çıkardı insanlar beni defalarca yok saysalar?

Yokluğun hicrinde.

Varlığın cilvesi iken bulutlar.

Ve içime yağan hüznün sertifikasında saklı o dip not:

’ Yıllar bütün omuzlara aynı ağırlıkta çökmez ’’ (Alıntı)

Bundan ötesi yok iken insanın ne tek satır yazası geliyor ne de okuyası ve mum gibi erirken gözlerimin feri geriye kalansa mahrumiyet ile mahmurluğun birbiri ile olan it dalaşı.

Hüzün çöreklenen huzur ise ebediyen sahip olamayacağım tek gerçek elbet ölümle tanışana dek…

 

 


( Huzura Dair... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 19.09.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu