Satılık Ömür
Neşe arkadaşının evindeki partide kendisine sorulması muhtemel soruları kafasından peşinen cevaplayarak yoluna devam ediyordu. Heyecanlıydı. Hayatında ilk defa varlıklı ve pahalı bir ailenin evinde bir partiye katılacaktı. İlk defa zengin ama çok zengin insanların arasına katılacak ve hayallerindeki kadar pahalı eşyaları bir arada görecek olmak heyecanını kat be kat artırıyordu. Kendisine sorulabilecek soruları tekrardan düşündü;

- Nerede yaşıyorsun?
- Baban ne kadar pahalı?
- Kendine ait odan var mı?
- Kaç kardeşin var?

Bunlar gibi bir kaç benzer soru daha sorulurdu muhtemelen. Eğer şansı yaver giderse bu sorularla hiç karşılaşmayabilirdi de. Ne olursa olsun heyecanlanmamalı, sakinliğini korumalıydı. Eğer bir pot kırarsa rezil olacaktı ki bunu aklına bile getirmek istemiyordu. Ne var ki bir sorudan çok korkuyordu. 'Baban ne kadar pahalı?' Bu soruyla karşılaşmamayı diliyordu içinden yürürken. Artık iyice yaklaşmıştı. Arkadaşının pahalı evi yolun karşısındaki yeşil düz arazinin ortasında tüm ihtişamıyla yükselen büyük kırmızı bir villaydı. Üzerindekileri son bir kez kontrol etti. Evet elbisesi, çantası, ayakkabıları ve kolundaki zarif bileklik... Hepsi de oldukça pahalı ürünlerdi. Önünde durduğu mağazanın camına yansıyan görüntüsünden saçlarını da kontrol etti. Saçları da oldukça pahalı duruyordu. İlk defa gittiği kuaför işini iyi yapmıştı. Artık hazırdı. Yolun karşısına geçti. 

Zili çaldığında derin bir nefes aldı. Kapıyı evin hizmetlisi açtı. 

- Hoş geldiniz. İsminizi öğrenebilir miyim?
- Neşe. Neşe İmrenen. 
- Ah, evet. Buyurun Neşe hanım. Sude hanım ve arkadaşları arka bahçedeki havuz kenarındalar.
- Teşekkür ederim.

İlk sınavını başarıyla vermişti. Sakinliğini korumalı, heyecan yapıp da fazla konuşmamalıydı. Pahalı insanlar asla çok konuşmazlardı. Ucuz olduğunu belli edecek her türlü hareketten kaçınmalı, pahalı insanların nasıl yaşadıklarını en ince ayrıntısına kadar gözlemlemeliydi. Ne de olsa ileride yaşayacağı hayat bundan farklı olmayacaktı. Pahalı bir insan olmak için her şeyi yapmaya hazırdı. 

Biraz yürüdükten sonra arkadaşı Sude'nin kendisine el salladığını gördü. Eteğini hafif yukarı kaldırarak basamaklardan yavaşça indi. Avucunun içinde gevşekçe tuttuğu deri çantasının elbisesini tamamlayan zarif ve şık görüntüsünü fazlaca sergilediğinden emin oldu. Havuz kenarındaydı.

- Hoş geldin Canım. Nasılsın?
- Sağ ol tatlım. Davetin için de ayrıca teşekkürler. Çok naziksin.
- Ne demek şekerim. Sen benim arkadaşımsın. Bu arada çok şıksın. Modacınla mutlaka tanışmalıyım.
- Teşekkür ederim. Sen de harika görünüyorsun. Bugünün senin günün olduğunu seni gören herkes anlar. Yeni yaşın kutlu olsun. Bu senin.

Çantasından çıkardığı küçük zarif kutuyu açarak içindeki pırlanta kolyeyi Sude'nin boynuna taktı. Kolyenin ucunda büyük ve parlak bir taş vardı. Taşı çevreleyen çiçek bukleleri özenle tutturulmuştu birbirine. Oldukça pahalı bir hediyeydi.

- Canım benim. Zevkine hayran kaldım. Çok hoş bir kolye. Çok teşekkürler. Zevkle taşıyacağım boynumda. Doğrusunu istersen doğum günüm için bu elbiseyi ta İspanya'dan getirttim ama onu tamamlayacak bir takı bulamamıştım. Ama sen aklımı okumuş olmalısın. Hediyen tüm kombinimi tamamladı sanki, değil mi?
- Haklısın. Çok yakıştı. 
- İçecek alsana.

Neşe kendisine uzatılan tepsiden uzun ve ince kadehteki kokteyli aldı. İzlediği filmlerden aklında kalanları aynen uyguluyordu. Kadehi bardağın hemen altından üç parmağıyla ve narince tuttu. Serçe parmağı havadaydı ve hafifçe ağzına götürüp küçük bir yudum aldı. Sonra da duyduğu lezzetten memnun olduğunu yüz ifadesiyle gösterdi.

- Gelsene seni arkadaşlarımla tanıştırayım.
- Tabii.
- Merhaba kızlar. Arkadaşım Neşe. Kendisi çok pahalı bir ailenin tek kızıdır. İnternetten tanışmıştık. Doğrusunu isterseniz çok hoş sohbet birisi. Magazine ve modaya çok hakim.
- Merhaba Neşe, ben Melisa. Tanıştığımıza memnun oldum. Elbisen çok hoş.
- Teşekkürler. Ben de tanıştığımıza memnun oldum Melisa. Sen de çok şıksın. Küpelerine bayıldım doğrusu.
- Teşekkürler.
- Ben de Sevtap. Ünlü Sevtap Kozmetik'in sahibiyim. 
- Gerçekten mi? Tanıştığımıza çok memnun oldum. Severek kullandığım bir marka.
- Ciddi misin? Yüzündeki makyaj pek bizim ürünlerle yapılmışa benzemiyor ama yine de çok güzelsin tatlım. 

Kadının sözlerinde iğneleyici bir ton sezen Neşe'nin nabzı birden hızlandı. Aşağılamak için mi söylenmişti yoksa öylesine söylenmiş bir söz müydü tam kestiremedi ama bu durum onu dumura uğratmıştı. İlk falsoyu vermiş miydi acaba? Daha evvel hiç Sevtap Kozmetik ürünleri kullanmamıştı. Çok pahalı oldukları için almayı istemiş ama alamamıştı. Ya Sevtap ona ürünlerle ilgili sorular sormaya başlarsa diye tereddüt etti.

- Sormayın. Kuaförümü değiştirdim. Onun da hangi ürünlerini kullandığını bilmiyorum.
- Ah canım ya. Daha evvel hangi kuaföre gidiyordun?

İkinci falso. Bu aptal kadın neden yeni kuaförü değil de öncekini soruyordu ki şimdi. Çabucak bir isim bulmalıydı. Aklına internetten takip ettiği fenomen bir kuaför geldi.

- Zerafet.
- Gerçekten mi? Zerafet kuaförler içinde bir numaradır. Şaşırdım değiştirmene.

Kadının yüzüne iyice yerleşen manalı ve aşağılayıcı bakış karşısında yine bir şey diyemedi. Yaşadığı heyecan boğazının kurumasına neden olmuştu. Kokteylden bir yudum daha aldı. Sevtap'la göz göze gelmemeye çalıştı bir süre. Yanakları ateşlenmişti sanki. 

Kızlar kendi aralarında sohbete devam ederlerken etrafını süzmeye başladı. Gördüğü şatafat onu cezbetti. Ona yakışan hayat bu olmalıydı. Başka bir hayatı düşünemiyordu. Neden pahalı bir insan değildi ki sanki? Babası hep ucuz biri olmuştu. Hiç değerlenememişti. O sebeple de hep ikinci sınıf insanlar gibi yaşamışlardı. Sırf bu partiye gelebilmek için babasıyla yaşadığı şiddetli tartışma ve devamında intihara kalkışması geldi gözünün önüne. İntihar teşebbüsünün akabinde babası her istediğini ayakları önüne koyup ondan özür dilemişti. Babasına istediğini yaptırmanın yolunu bulmuştu. Demek ki ucuz bir insan da olsa bu kadar pahalı şeyleri alabiliyordu. O halde bundan sonra babasına acımayacaktı.

- Neşe.
- Efendim.
- Daldın.
- Babamla biraz tartışmıştık da. O geldi aklıma.
- Ah, baban demişken. Gel seni babamla da tanıştırayım.
- Tabii.

Sude Neşe'nin koluna girerek havuzun karşı tarafında oturan babasının yanına gitti. Babası uzunca boylu, yakışıklı, hafif kirli sakalları olan, koluna altın sarısı spor bir saat takmış, üzerindeki spor tek ceket ile içine giydiği beyaz üzerine mavi puanlı gömlekle oldukça karizmatik görünen bir adamdı. Neşe kendi babasının da böyle görünmesini öyle çok isterdi ki. 'Neden bu adam benim babam değil? Tanrım, ne şanssızlık!' diye hayıflandı içinden.

- Merhaba baba.
- Merhaba benim güzel kızım. 
- Seni arkadaşımla tanıştırayım. Neşe.
- Merhaba Neşe. Ne güzel bir ismin var. Memnun oldum.
- Ben de Efendim. Nasılsınız?
- Ah, çok iyiyim güzel kızım. Sen nasılsın?
- Ben de Efendim. 
- Söyle bakalım. Kimlerdensin?

Neşe yutkundu. Bu soruyu beklemiyordu. Her şey yolunda giderken  bu soru da nereden çıkmıştı şimdi. Rezil olacaktı. Tam beynine hücum eden kanlar yüzünü kıpkırmızı etmişti ki imdadına Sude yetişti.

- Baba. Ne konuşmuştuk seninle?
- Ne dedim ki?
- Neşe babasıyla tartışmış, küsüşmüşler. Şimdi hiç sırası değil.
- Anladım. Af edersin Neşe.
- Önemli değil Efendim. 
- Biz biraz dolaşalım en iyisi. Gel Neşe!

Rahatlamıştı. Sude Neşe'nin koluna tekrar girerek onu bahçenin iç taraflarına doğru götürmeye başladı. Geriye dönüp Sude'nin babasının mahcup ifadesine gülümseyerek  karşılık verdi. Bundan sonra hiç bir aksilik yaşamayacağını uman Neşe anın tadını çıkarmaya kararlıydı. Şimdi soru sorma sırası kendisindeydi.

- Sude.
- Söyle tatlım.
- Baban çok hoş bir insan. Ayrıca çok da hoş giyiniyor doğrusu. 
- Evet. Zevkine düşkün birisidir. 
- Ne iş yapıyor acaba?
- Ömür tüccarı.
- Ömür tüccarı mı? Nasıl yani?
- Hiç duymadın mı bu mesleği?
- Hayır, ilk defa duyuyorum.
- Aslında haklısın. Çok az insan yapıyor bu işi.
- Nasıl bir iş? Anlatsana.
- Şöyle söyleyeyim; pahalı hayatlara özenen ucuz insanlar babam gibi ömür tüccarlarına giderek ömürlerinden bir kısmını para karşılığında satarlar. 
- Nasıl yani? Gerçekten mi? Çok ilginç.
- Aynen. Babam bu işlerin kurdudur. Çok ucuza aldığı ömürleri, ölmek üzere olan pahalı insanlara çok yüksek fiyatlara satıyor. Cemiyette fazlaca tanıdığı olduğu için de müşteri bulmakta hiç zorlanmıyor.
- İnsanların bile isteye ömürlerini azaltmaları doğrusu çok şaşırtıcı. Böyle bir şeyi başkasından duysam inanmazdım.
- Senin daha duymadığın neler var şekerim. Aramızda kalsın bu işin gaspçıları bile var. 
- Nasıl yani? 
- Müşteri bulmakta zorlanan bazı ömür tüccarları zorla başkalarının ömürlerini satın alıyorlar. Yoksa öldürmekle tehdit ediyorlar. İnsanlar ölmektense ömürlerinden birazını satmayı kabul ediyorlar mecbur.
- Çok yazık ya. Babanın öyle bir durumu yok ama değil mi?
- Tabii ki. Benim babamın müşteri sıkıntısı yok. Ama en sevdiği kaynakları acil paraya ihtiyacı olanlar. Onlardan çok ucuza bolca ömür satın alıyormuş. Hatta geçen gün başına öyle bir şey gelmiş ki anlatsam gülmekten kırılırsın.

Neşe duyduklarına inanmakta güçlük çekiyordu ama ucuz bir insan olduğunu belli edecek en ufak bir şey yapmaması gerektiğini aklından hiç çıkarmıyordu. Merak etmiş gibi bir yüz ifadesi takındı.

- Anlatsana.
- Geçen gün koştur koştur bir adam gelmiş babamın ofisine. Randevulu olmadığı için içeri almamışlar ama kapıdan 'acil paraya ihtiyacım var' diye bağırınca babam adamı bizzat odasına davet etmiş.
- Ee?
- Ee'si adamın kızı pahalı bir insan olmak istiyormuş. Sürekli babasını suçluyormuş. 'Sen neden pahalı değilsin? Senin yüzünden bizim hayatımız da pahalı değil!' falan işte. Durmadan tartışıyorlarmış. En sonunda da kızcağız intihara kalkışmış.

Neşe lafın bu kısmında yutkundu. Gözlerinin dehşetle açılmasına mani olamamıştı. Sude ise anlatmaya devam ediyordu.

- Babam adamı teskin etmiş. Böyle çok olayla karşılaştığını söylemiş. Adamın parayı ne için istediğini sormuş.
- Ne için istiyormuş?

Neşe'nin nabzı deli gibi atmaya başlamış ve aniden yükselen heyecanını bastıramadığı için sesi de yüksek çıkmıştı.

- Dur şekerim, o kadar heyecanlanma. Adamcağız kızına elbise, ayakkabı, çanta ve kolye falan alacakmış işte. Tabii babam bu fırsatı teper mi hiç? Başlamış işlerin kesat gittiğinden falan konuşmaya. Sıkı bir pazarlıkla adamdan koparabildiği kadar ömür koparmış.

Neşe bu defa zar zor yutkunarak sordu sorusunu.

- Kaç ay?
- Ne ayı tatlım. Tam 10 yıla anlaşmış adamla.
- 10 yıl mı? Aman Allah'ım.
- Yaa, 10 yıl tabii.
- Baba!

Sude'nin şaşkın bakışları altında hızla koşarak evden uzaklaştı Neşe. Bahçe duvarından atlayıp doğruca caddeye çıktı. Hem ağlıyor hem koşuyordu. Babasına söylediği her söz için derin bir pişmanlık kaplamıştı yüreğini. Sırf az evvelki saçma partide pahalı bir insan gibi görünebilmek için babasının 10 yılına sebep olmuştu. Üstelik babası bu durumu ona hiç belli etmemiş, kendisinden yaşlı gözlerle özür bile dilemişti. Aynı şeyi kendisi babası için yapar mıydı? Neşe şimdi kendisini suçluyordu. Babasının hayatından kopardığı 10 yılı ona geri nasıl ödeyecekti? Ya babası başka istekleri için de ömrünü satmışsa? Ya 10 yıldan çok daha fazla gitmişse ömründen? Sorular peş peşe beyninde patlıyordu. Koşmaya ve ağlamaya devam etti. İçini yakan pişmanlığın verdiği derin acıyla bağırıyordu.

- Baba! Baba! Babaaa!!!




Mahmut UZUN
( Satılık Ömür başlıklı yazı Mahmut Uzun tarafından 29.09.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu