‘’Bir yabancı
geliyordu uzaktan, birini mi bekliyordum? Evet. Hayır. Ağaçların vazgeçişini
kutsayan yağmurlar yağdı günlerce. Haftalarca.
Bekledim. Biliyor musun bu
yolu daha önce de yürüdüm. Başka bir hikâyede. Yazar beni o günlerde daha sık yürütürdü.
Sürekli dinlettiği bir şarkı vardı. O şarkıyı dinleye dinleye yürümüştüm. Hava
soğuk olmalı ki kırmızı beremi hatırlıyorum. Ve çıplak ağaçları. ‘’(Alıntı)
Öykündüğüm
bambaşka bir hayatın misafiri olmak adına haizi olduğum saltanatın bahtsız
seferisi.
Bir bedevi
belki de: hani, hani, bedeller ödeyen.
Kır saçlarında
saklıyım umudun ve işte bir kır bahçesi hatta bir kır düğünü lakin ortada ne
damat var ne gelin sadece kuşların kundakladığı yeşillik ve de her bir kuşun
uçuşan duvağı ve de beyaz pelerini.
Sisli bir ruhum
var kimine göre.
Kimliksiz değil
alabildiğine kibar ve de sunulan kinayelerin tesiri altında kalmayıp hali
hazırda savunduğum ilkelerim ve uçuşan imgelerim: ne soğuk ne çatık kaşlı varsa
yoksa rüzgâra atıfta bulunduğum dağınık ve gür saçlarım güzel desem olmaz güzel
demesem o da olmaz ve bu yaşta dahi karar veremediğim güzel mi çirkin mi
olduğuma gerçi görünen köye kılavuz gerekmemekte lakin ne köyüm ne kasabam var
benim ne de olsa İstanbul’a zimmetli bir İstanbul neferi bir İstanbul müdavimi
ve aşığıyım her gün kıtalar arası yolculuk yaptığım günlerin de özlemi var
içimde.
Bir hümayun.
Bir hüviyet.
Bir de
hürriyet…
Kız başıma baş
koyduğum şu münferit yol ve yaldızlı sevgileri dünde bıraktığım uleması adeta
acıların ve duayeni inancın ve dilemması satırların iz bırakmak ne kelime
gizini sevdiğim rüyalarım ve tüm yazdıklarım aslında yazanın kimliğinden ziyade
mademki bir yazarın yazmaya durduğu bir kahramanım…
Bazense
anlatıcısı.
Bazen
hegemonyası sözcüklerin ve zift karası imgelerin mübalağasız sevdiğim
edebiyatın çengeline takılı bir ruh gibi ya da kukla gel gör ki içimden geldiği
gibi yazıp yazdırdığım aslında kayıp asasında ilham perimin şerh düştüğüm
münferit duygularım ve yabancılaştığım iken kendim fi tarihinde ve işte fil
hafızası ile kalemin didiklediğim zaman ve iyileşmeyen yaralarım.
Z/afiyet yüklü
bir rüzgârım.
Belki de dünün
Zennesi.
Zihnimde volta
atan düşüncelerin hengâmesi.
Köle pazarında
satışa sunulmuş cümlelerin en heyecanlı en atak alıcısı ve birileri var bağıran
içimden düşük yapan bir cümleyi kurtarmak adına cirit atan bir yengi belki de:
Yok mu
arttıran?
Yazı mıyım
yoksa yazar mı?
Şiir miyim
yoksa şair mi?
Dibi görsem ne
ki tepeye çıkmadıktan sonra?
Tepe noktasında
kâinatın ve işte uzayın yırtılmış peçesi ya da kayıp gelinin yırtık duvağı,
davası büyük derdi büyük umudu büyük ve seferi yalnızlığın seyyah yorgunluğumun
da muadili ve kök hücrem ve kök saldığım ve köklenmiş hayallerim aslında karekökü
hayatın kararan yüzünde cihanın ve kara bulutların rahmeti boca ettiği bir
infaz vakti ki şiirlerin künyesinde şair kuvözünde şiir büyüten masum bir çocuk
gibi tefekkürde ve tecelli eden kaderin himayesinde dingin bir ömre öykünen
şair.
Yazgım.
Aslında ben bir
yazıyım.
Lakin yazdığını
haykırıp da yazarın ceketini giydiğim kadar yazarın dikte ettiği.
Belki de bir
resmin meali ne de olsa duyguların takla attığı ve düşüncelerin takvası varsa
yoksa ruhumun tekkesi nice şiir nice hikâye nice nesir ve esmeyi unutan rüzgâra
çağrışımda bulunduğum uçmaktan aciz ruhumun uçurtması misali her yazıyı her
şiiri uçurmakla iştigal kifayetsizliğim değil kinaye hiç değil kibarca rencide
edildiğim z kuşağının ilk harfiyim ve anlamaktan aciz oldukları aşkın hatırına
mademki en ihtişamı en doludizgin o tek heceyim nasıl da münferit bir o kadar
kaygılı ve işte algı eşiğinde saklıyım adı aşk iken aşikâr ve aşina olduğum
suskun rüzgârın cüretinde saklı bir nidayım!
Belki de
fısıltı…
Özümde saklı
iken közüm.
Sözümden
dönmeden yola düştüğüm bazen yolda çıktığım ve tek tapınağım yüreğimin kalesi
bazen kumdan inşa edilesi bazense kalemin nüktesi iken esir düştüğüm kalenin de
yıkılmaz duvarları arasında sıkışmış bir çağdayım ve de çatlağıyım o kalemin
alabildiğine sızan kimyam ve kanım ve sözcüklerim üflesem uçacak iken kalem ben
çoktan kendimi aşıp da cihana avaz avaz bağırdığım belki de babamın öldüğü
yaştayım şarkıcının da dediği gibi:
Ve işte yazma
nedenim!
Yazmaya
durduğum her vakit…
Altına imzamı
attığım her akit…
Ruhumu
sıvadığım ruhumu sıvazladığım sakalım yok ki inandırayım insanları ve yazarın
ima ettiği imha ettiği her duyguyu sahiplenen kak bir nesirim kâh bir şiir ve
cılkı çıkmış dünyaya feveran ettiğim sırma saçlı yalnızlığım…
O kara delik
mademki yazıp bu günü de kurtardım ve işte itiraf ediyorum:
Kâinatın uzay
boşluğunda ansızın hâsıl olan o devasa yırtık ve kalemin mimlendiği aslında
kara deliğin yırtık mintanı ve kainata kafa tuttuğum en çok da haksızlıklardan
çıkıp da yola Hakkın yolunda ilerlediğim kadar ve yanına çentik attığım
duygularım:
Abartısız
çığlık çığlığa mademki yazmadığım gün ölü bir şiir ölü bir nesir ötesinde
ölüden bozma sözüm ona yaşayan bir canlı misali uyurgezer varlığı ile kalemimin
nasıl ki güne şerh düşmedim o gün ve rölantiye aldığım duygularım kalem ki:
kaynayan kanım ve kimyam kaile alınmadığım bir ömre de meydan okuduğum:
Sahi ben kimim
ya da ne?
Yazan mıyım
yazılan metin miyim?
Şairin hoş
beşi.
Şairin attığı
düşeşi.
Şairin yazdığı
hisleri…
Hele ki
yazmadıklarının yanında ya da yazının ta kendisi duamın kabulü ve hayatın ederi
aşkınsa ç/ağrısı ve kafam alabildiğine karışık neyim ben ya da kim hümayunu
sözlüğün, lalden yüreğimin keman sesi ya da çocukluğumun hazinesi o duvar
piyanosunda esir düşmüş bir birey ve parmaklarım dokunurken fildişi tuşlarına
duvar piyanomun ve işte ruhuma şirk koşan bir duayen ne de olsa bilinmezin
peşinde bilindik duyguların da tekbir getirdiği bilinmezin g/izinde bilindik en
varsa güme giden ve gücüme giden itibarsız sevgisizliğinde insanların yıllanmış
öfkelerine şerh düştüğüm bir o kadar boşa düştüğüm aslında boşlukta salınan bir
beşik gibi ve işte algı eşiğinde evrenin Rabbimle baş başa kaldığım her an’ ın
da güzelliği ayrı saklı iken içimde…
Yazı mı?
Yazgı mı?
Yoksa yazmaya
riayet eden yazamama kaygım mı?
Yazdırana
şükrettiğim…
Ha yazıyım ha
yazar coşkuma denk düşen her cümlenin bahşettiği huzur ile tapındığım iken
sadece ve sadece yüce Rahman…