sonbaharında ekimi yaşayan kalbini
hüzünle dağladın mı hiç
hüzün ki su ve ateştir ılgım salgım
gülünü de gülistanını da
ırmağı ve lalesini de
ateş ve suya döndürür
hani ateşe değince bir su
bakılır ya niceliğine ırmak mıdır
veya yağmur mu
yağmurlu havanın yangını büyük olur ya hani
hani serpintiler ateşi besler ya
bardak bardak boşalır ya bir su
söner ya alevler
yağmur yağmur serpilince çoğalır ya hani
hüzün ki kalpte başlayan bir yanıştır
elbet onu söndürmek için
gayrete gelir göz pınarları yağmur yağmur
ve yazık ki ırmak olamadıkça
yalnızca içindeki yangını çoğaltır
kalbi yandıkça ağlayanın
kentler tutuşturacak yangınlar çoğaltmakta
turfa yüreğinde
yazık ki başkaları habersizdir alevlerden
onlar Allah’tan başka bir şey düşünmezler
ne kadar uğraşırsa uğraşsın güney rüzgarları
sevdiğimin ayak izlerini yok etmeye
nafiledir biliyorum
benden yanadır kuzeyden esen yel
inadına güneyin
deli poyrazları içimde üryan
mor bulutları ellerimle bağlayacağım
durun ve susun
görürsünüz
kar ceylanlarının hüznünü
çöl kumlarında
yamaçlarında dağların
kök boyası nakışlarda bir duvar
yarısı silinmiş bir resim
ayrılık sabahında yüklerini alıp
gittiler
göçüp gittiler birer birer
ahbap, dost, yaran
mekke de hurma ağacıyım sanki, gölgesiz
ve siz
süslü püslü urbalar içinde
cadde cadde yürürsünüz
beni böyle görürsünüz
ne bilsinler ki
bilemezler ki
çarem, dermanım, şifam
gözyaşımda gizlidir
ne bilsinler ki
bilemezler ki
kalbim bulutlarla sözlüdür
yer yer silinip giden
bu izlerin yanında
çöl kumlarında
hiranın gölgesinde
düşünürsünüz
diyeceğim şu ki
gizliden gizliye halime bakıp
boşuna gülüşürsünüz
hey ki hey
gönül hey
*
efendiler efendisi otuz altı yaşında
miladi 607 senesi
mekke`de şiddetli bir kuraklık
amansız bir kıtlık baş göstermişti
çoğu aile
geçim sıkıntısından perişandı
geçim sıkıntısı içinde bulunan ailelerden biri de
resul-i ekrem efendimizin amcası ebu talip ailesiydi
efendimizin kalbi
şefkat ve merhamet kaynağıydı sanki
asla unutmuyordu zatına yapılan iyilikleri
kendisine karşı gösterilen kadirşinaslıkları
asla karşılıksız bırakmak istemiyordu
böylesi güzel ve eşsiz bir mizaca sahipti
işte şimdi
geçim sıkıntısı çeken biri vardı
kendisine, elinden gelen yardımı esirgemeyen biri
çocukluğundan beri
şefkatli kanatları arasında büyüdüğü biri
ebu talip
amcası geçim sıkıntısı içinde iken
o nasıl rahat edebilir
nasıl yardımına koşmazdı
derhal harekete geçti
hali vakti yerinde olan diğer amcası
hz. abbas`a koştu
durumu kendisine arz etti
sıkıntı içinde kıvranan ebu talib`e
yardım ellerini uzatmaları
yükünü bir nebze olsun hafifletmeleri
gerektiğini anlattı
hz. Abbas memnuniyetle karşıladı
efendimizin bu davetini
birlikte ebu talib`e vardılar
maksatları onun evindeki kalabalığı biraz azaltmak
hiç olmazsa
bir ikisinin geçim yükünü omzundan kaldırmaktı
maksatlarını ebu talib`e açınca
o bundan memnuniyet duydu
sonunda efendimiz ismini bizzat koyduğu hz. ali`yi
hz. abbas da hz. cafer`i himayesine aldı
o sırada hz. ali beş yaşında bulunuyordu
henüz bu yaşta
resul-i kibriyanın himayesine girmesi
hz. ali için eşsiz bir mazhariyetti
bundan sonra
onun terbiye süzgecinden geçecek
davet edildiğinde derhal iman edecekti
peygamber efendimizin
islama davet ettiği ikinci insan
yine en yakınlarından biri olan hazret-i ali idi
o, dört beş yaşından beri
efendimizin terbiyesi altında bulunuyordu
ve o, eşsiz terbiyenin eseri
feraset ve ahlak bakımından üstün bir seviyedeydi
bir gün resul-i ekrem efendimizi hazret-i hatice ile
namaz kılarken gördü
hayran hayran seyredip namaz bitince
nedir bu diye sordu
resul-i ekrem
ey ali, bu Allah'ın seçtiği, beğendiği dindir
ben seni bir olan Allah'a iman etmeye davet eder
insana ne faydası ne de zararı dokunmayan
lat ve uzza'ya tapmaktan sakındırırım dedi
hz. ali, bu teklif karşısında
tatlı çocuk bakışlarını yere dikerek bir an durakladı
sonra şöyle dedi
benim şimdiye kadar görmediğim
işitmediğim bir şey bu
babam ebu talib'e danışmadan bir şey diyemem.
fakat, resul-i kibriya efendimiz
henüz davasını açıkça ilan etme emrini almış değildi
bu sebeple hz. ali'yi ikaz etti
ey ali
eğer söylediklerimi yaparsan yap
yok eğer yapmayacak olursan
gördüğünü ve işittiğini gizli tut
kimseye bir şey söyleme
hazret-i ali
bu ikaz üzerine sırrını muhafaza edeceğine söz verdi
o geceyi düşünerek geçirdi
şafak aydınlığı ile birlikte gönlüne de aydınlık doğdu
resulullahın huzuruna giderek
Allah, beni yaratırken ebu talib'e sormadı ki
ben de O’na ibadet etmek için gidip kendisine danışayım
ve böylece müslüman oldu
müslüman olan ilk çocuk şerefini kazandı
o sırada on yaşında idi hazret-i ali
tedbir, her zaman güzel bir harekettir
ama bir davanın yeni yeni yayılmaya başladığı sırada
çok daha güzeldir
işte Allah resulü
hazret-i ali'ye gördüklerini ve işittiklerini
şimdilik kimseye anlatmama
ve duyurmama ikazında bulunmakla
kainatta da cari olan
tedbir, tedric ve hikmet kanununa riayet ederek
bizler için de bir ölçü veriyordu
gerçekten tedbire başvurma
zaman ve mekanın şartlarını göz önünde bulundurarak
davasını yayma
Allah resulünün tebliğ hayatında
mühim bir yer işgal eder
iman safında yer almada
hazret-i hatice ve hazret-i ali'yi
resul-i ekremin evlatlık edindiği
zeyd bin harise r.a. takip etti
müslüman olduktan sonra
hazret-i ali ile hazret-i zeyd'in
nebiyy-i ekrem efendimize gönülden bağlılıkları
yeniden tazelendi ve güç kazandı
artık, efendimizden ayrılmıyor
namaz ve ibadetlerini onunla birlikte ifa ediyorlardı
hazret-i ali
zaman zaman resul-i ekremle birlikte kabe'ye gider
orada namaz kılarlardı
afif-i kindî, alışveriş maksadıyla geldiği mekke'de
henüz imân etmediği bir zamanda
peygamberimiz s.a.v., hz. hatice ve hz. ali'yi
namaz kılarken görmüştü
müslüman olduktan sonra
o hallerinden gıpta ile bahsederek şöyle demiştir
ben, o zaman iman edip de
onların dördüncüsü olmayı ne kadar isterdim
peygamber efendimiz
davasını henüz umuma açıklamamış olmasına rağmen
müşrikler onların kabe'de namaz kılmalarından
yaptıkları ibadetten farklı bir ibadet yapılmasından
pek hoşlanmıyorlardı
bu sebeple bir müddet sonra
peygamber efendimiz, hazret-i ali ile
namazlarını kırlarda, vadilerde
eda etmeyi daha uygun buldular
resul-i ekremi bir gölge gibi takip edip
yalnız bırakmayan hazret-i ali'nin bu hali
anne ve babasının endişe ve telaşına sebep oldu
bilhassa anne fatıma hatun fazlasıyla korkuya kapıldı
kocasına,dikkat et,
oğlun muhammed'le çok dolaşıyormuş
sakın ona bir şeyler olmasın
ebu talib anlayışlı bir insandı
durumu bizzat peygamber efendimizden öğrenmek istedi
bunun için bir gün resul-i ekrem efendimizle
hz. ali'nin arkalarından gitti
onları mekke'nin bir vadisinde namaz kılarken buldu
fahr-i kainat'a
ey kardeşimin oğlu ,bu din, ne dindir
peygamber efendimiz
ey amca ,doğru yola davet edeceklerimin
ve bu davete koşması gerekenlerin başında sen varsın
ve sen buna herkesten daha layıksın
putlara tapmaktan vazgeç
ve bir Allah'a iman et. diye
teklifte bulundu
bir an düşünceye dalan ebu talib
sonunda şöyle dedi
ben, eski dinimden ayrılamam
fakat, sen üzerinde bulunduğun dinde devam et
Allah'a yemin ederim ki
ben sağ kaldıkça,
yapmak istediğini tamamlayıncaya kadar
kimse sana el uzatamaz,
hoşlanmadığın bir şeyi sana eriştiremez
sonra da oğlu ali'ye döndü
oğulcağızım…
senin üzerinde bulunduğun bu din nedir
hz. ali,babacığım
ben, Allah'a ve O’nun resulüne iman
onun Allah'tan getirdiklerini de tasdik ettim
ona uydum ve onunla birlikte namaz kıldım
ebu talib ,ey oğlum…
amcan oğlunun dinine
sana da isteyerek girmek yaraşır
o, seni ancak hayra davet eder
ona itaat et diyerek
hem resul-i ekrem efendimizi
hem de hz. ali'yi sevindirdi
sonra da oradan uzaklaştı
eve dönen ebu talib'e
hanımı fatıma hatun telaş ve şiddetle
nerede oğlun
hizmetçim, ciyad mevkiinde onu muhammed'le birlikte
namaz kılarken görmüş
oğlunun dinini değiştirmesini uygun görüyor musun
ebu talib
sus be kadın
vallahi, amcası oğluna arka çıkmak
ve yardımcı olmak,
elbette herkesten çok ona düşer
telaş ve endişeye mahal olmadığını ifade etti
sonra da,
eğer nefsim, abdülmüttalib'in dinini bırakmak hususunda
bana itaat etmiş olsaydı
ben de muhammed'e tabi olurdum
çünkü, o halimdir
çünkü o emindir
çünkü o tahirdir
redfer