SADAKAYA GEÇİT YOK!
Devlet
dediğimiz varlık soyut bir kavramdır. Devleti devlet yapan tüm kurum ve
kuruluşlarıdır. Devlet, ülke ve insanlara kurum ve kuruluşlarıyla hizmet
götürür. Devlet, mevcut iç ve dış sorunlarını milli imkânlarıyla çözer. Gerektiğinde
devlet vatandaşa yaslanabilir; bunda bir sakınca görülmemelidir: Sel, deprem,
yangın ve salgın hastalıklarla mücadele etmek için devletin gücü yetmeyebilir.
Bu durumda devlet erki seferberlik ilan edebilir; vatandaşlar elindeki imkânlarla
yaraların sarılmasına katkı sağlar ki; bu durum, millet olma bilincinin doğal
bir sonucudur.
Devlet dediğimiz kurumun asli vazifelerinden biri de ülkede açlık, yoksulluk ve işsizlik gibi temel problemleri ortadan kaldırmaktır. Devletin yüzlerce sorununun olduğunu düşündüğümüzde bu karmaşık sorunların çözümü-nün zorluğu aklımıza gelebilir. Ancak şu var ki; devlet aynı zamanda planlama yapan bir kurumdur. Her bir sorunu mevcut imkânlar dâhilinde planlar ve çözer. Planlı davranmak, zamanında müdahaleyi sağlar ve sorunların ötelenmesini ve çaresizliği ortadan kaldırır.
Sorunlara
dini açıdan bakıldığında, yardımlaşma öne çıkar. Zenginlerin fakirlere yardım
etmesi öğütlenir. Din, yardım edenlere cennet vaadinde bulunur. Şunu
belirtmekte fayda var ki; bin küsur yıl önceki sosyo-kültürel şartlarda bu
ilahi emrin yerine getirilmesi kaçınılmazdı. O dönemin şartlarında henüz dört
başı mamur bir devlet anlayışı yoktu. Savaş ganimetlerinin dağıtılması, zenginlerin
fakirlere yardım etmesi; sadaka, zekât ve fitre gibi uygulamalar o dönemde çok değerliydi
ve olması gerekiyordu. Hz. Muhammed, Medine Site devletini o dönemin şartlarına
göre kurmuştu: Fakirleri zenginlere zimmetlemişti. Alacak-verecek meselesi
ribanın ortadan kaldırılmasıyla çözülmüştü. Müslümanlarla
gayri Müslimlerin pazar yerleri birbirinden ayrılmıştı ve böylece kargaşa ve
bir takım tartışmalı konular ortadan kaldırılmıştı. Kölelik, özendirici
uygulamalarla ortadan kaldırılmıştı. Aile hukuku yeni bir düzene kavuşmuş; çok
evliliğin değil, tek evliliğin daha kıymetli olduğu anlayışı yerleştirilmişti. Kız
çocukları artık diri diri toprağa gömülmeyecek; kervan baskınları, yağma-talan
ve kabileler arası savaşlar ve husumet sona ermişti. Kız çocukları istemediği
kişilerle evlendirilmeyecekti. O dönemlerde Müslüman sayısının çok olması
gerekliydi. Zira İslam’a saldırılar olasıydı. O nedenle mücadele etmek için
nüfusun çokluğu önemliydi.
O
dönemler geride kaldı. Teokratik devlet anlayışının yerini geçen süreç içinde
modern devletler aldı. Tüm dinler ve özellikle İslam Dini bir devlet şekli
belirlememiştir. İslam dininin yöneticilerden istediği tek şey adalet, ehliyet
ve liyakattir. Adalete dayanan devletler, sorunları planlar ve çözer: İnsanlık
ayıbı olarak gördüğümüz açlığı, sefaleti, dilenciliği ve yağmayı ortadan kaldırarak
toplumsal barışı ve huzuru temin eder.
“Ben
ümmetimin çokluğuyla övüneceğim” hadisi üzerinden Müslüman kitleler fazla çocuk
yapma yarışına girmiştir. Çocuk yaparken ülkenin içinde bulunduğu siyasi,
iktisadi ve sosyal sıkıntılar hiç dikkate alınmıyor. Peydahladığı çocuğunu
nasıl doyuracağını, topluma faydalı bireyler olarak yetiştirip
yetiştiremeyeceğini hiç düşünmüyor! Ülkelere şöyle bir baktığımızda en fazla dilencinin bulunduğu ülkelerin ne yazık ki, Müslüman ülkeler olduğunu
görüyoruz.
Günümüzde
dilencilik artık bir meslek haline geldi. Kucağında küçük çocuğu, henüz yürümeye
başlayan diğer çocuğuyla dilencilik yapıyor. Ortay çıkan gerçeklere
baktığımızda bu tür dilencilerin banka hesaplarının olduğu ortaya çıkıyor. Yapabileceği
işler var iken, çalışmak yerine dilenmeyi tercih ediyor ve para alabilmek için bin
bir türlü yalan sıralıyor. Kâh çocuğu kanser, kâh kocası sakat vs.
Köşe
başlarında gördüğümüz dilencilerin çoğunun arkasında bir saklı şebeke vardır.
Zayıf ve muhtaç kişiler, hayatta kalabilmek için bu saklı gücün zorbalığına
mecburen boyun eğmektedir. Gün boyu topladığı paraları bu şebeke elemanlarına
vermek zorunda kalıyorlar. Örgütlü kötülüğün elemanları, duygu sömürüsüne
dayanarak elde ettiği paralarla günlerini gün ederken, kullandığı zayıf
insanlara hayatı cehenneme çevirmektedirler.
Devlet erkinin umursamaz tavırları sonucunda bu tür olumsuzluklar artarak devam ediyor. Devlet,
dilenmeye mecbur kalan insanları, dilencilik çetelerinin ellerinden kurtarmalı;
çetelerin duygu sömürüsü yaparak elde ettiği tüm mal varlığına derhal el koyup,
mağdurların fonuna aktarmalıdır. Çetelere de hak ettikleri cezayı vermelidir.
Planlı
ve programlı devlet yapısında kesinlikle işsizlik, açlık ve sefalet bir
milletin kaderi olmaz; dilencilik bir meslek haline gelemez. Modern devlet
düzenlerinde her çalışan vatandaştan vergiler alınmaktadır. Bu vergi dilimlerinden
fakirler, kimsesizler, özürlüler ve işsizler yararlanmalıdır. Mağdurlar için
toplanan vergiler kesinlikle bir başka amaç için kullanılamaz. İş ve imkân sağlandığında
toplanan vergiler başka mağdurlara verilmelidir. Vatandaşlar, ramazan ve kurban bayramlarında
fakire-fukaraya ve kimsesizlere yardım derdine düşmez. Böylece toplanan tüm
vergiler, mağdur insanlara sadaka, zekât ve fitre olarak yılda bir defa değil,
her gün devlet yardımı olarak verilmiş olur. Dine dayandırılarak, insanları İlle
de zekât, fitre ve sadaka vermeye zorlamak yoksulluğun devamını istemek olur
ki; bunu hiçbir din ve vicdan kabul etmez.
Yardım
amaçlı kurulan vakıfların ve yardım derneklerinin hali geçtiğimiz dönemlerde
ortaya çıkmıştı. Toplanan yardımların yönetici görünümlü çetelerin ceplerine
nasıl girdiğine şahit olmuştuk! O sebeple; devlet, bu tür sahtekâr
organizasyonları bir an evvel ortadan kaldırmalı, gerekli cezalar verilmeli ve
tüm mal varlığına el konularak muhtaç insanlar fonuna aktarılmalıdır. Türkiye
bu utancı sırtından bir an evvel atmalıdır, diye düşünüyorum.