
Müsterih ol.
Ey, mecazi firarım düş zembereğim:
Günü uyuttum da geldim dünün
öyküsünde saklı bir neferim iklimlerden seken kuş misali.
Durgun gölün duru rengiyim
addedildiğim kadar saflığın miladında saklı bir hayal gibi yüreğimin
kapaklandığı o dik yokuşun her miliminde alın terimle yaşamanın da meali iken
sevgi ektiğim hüzün biçtiğim.
Dişi bir tebessüm.
Oysaki ırkı cinsiyeti olmayan
acılardan iştigalim hemhal olduğum hüzün teknem ayracı ömrün, başımdan uçan
takkem bir tekke belki de soluklandığım her şiirde, önünü alamadığım kâh hüzün
dalgası kâh s/onsuzluğa meylettiğim sözcüklerin lahzası.
Mealim yok.
Titrim yok.
Tinim yok.
Titremiyorum da artık çünkü olmayan
benim.
Olmazın oluru bir sevgiye bir renge
kanat açmışlığım kadar yokum hem.
Kapattığım kapılar değil bilakis
yüzüme kapanan kapılar ve işte bu yüzden Hak yolunda ulaşmak adına bana
açılacak son kapıya varma telaşı.
Üstüm örtülü anne sesiyle.
Yüreğim mahşer yeri.
Yalnızlıksa ön görülen bir izdiham.
Neylerdim olmasaydım eğer ki sevginin
neferi?
Düne biat.
Cihandaki sevgisizliğe inat.
Yeni senenin ilk günleri yerdiğim ne
ki dünde mi kaldı?
Yardığım kadar kalbimi tutuşan
kabrimde mi saklı yoksa huzurun ederi?
Öznem yitik ya da bitik: ne fark eder
ki bendeki bu özlem olmasa?
Seyyah duyguların örtülü olduğu atlas
yorganın sökülen iplikleri ve münazara ediyorum biteviye duyduğum acılardan
değil duymadığım seslerden mustaribim.
Şaşalı bir coğrafya saklı içimde.
Köprülerin yıkılmış ayakları ve sönen
ışıklar gizi evrenin bitiminde günün geceye meyleden bir yabancı mısra
çalmışken kapımı ve işte şiirlerin mizacında sular seller gibi yaşadığım
hissettiğim yazdığımdan da öte yazılmış kanıksadığım kaderime alabildiğine
yabancı imha edemediğim kadar yalnızlığı tütsüler yakıyorum.
Tüten dumanın gözlerimi yaktığı değil
aksine içimde büyüyen bir yangın il kıvılcımın ne zaman nereden geldiği değil
artık önem arz eden sadece bitmesini istediğim bir yolculuk varsın olsun hüzne
mazhar varsın olsun dökümlü eteklerimden dökülen taşlar kadar taşlandığımın da
yok iken önemi yeter ki Allah katında taçlandırılayım.
Kaçıncı kuvveti sahi kaçıncı kaçışım
kaçıncı kaçkınlığım mahal verdiği kadar dipsiz kuyularda yüzmekten ziyade yüz
görümü beşi bir yerde duyguların mealinde körleşen bakışlarım korlaşan
duygularım kardığımdan ziyade önümü kandığım kadar aldatılmışlığın tekrarı.
Bir minval ki çıkış noktam.
Yetilerimden kaçamadığım kadarım.
Keşkelerin mahcup türküsünde yaktığım
kadar gemileri yaktığım kadar mektupları yanmanın efkârında tüten dumanda saklı
ahım.
Gardını aldı mevsim
Mahcup gülümsemesinde saklıyım
Azadesinde renklerin solgun
hatıraların izinde
Demlendiğimden fazlasıyla
Dertlendiğim
Meczup ruhumun saçaklarına saçılmış
sözcüklerim
Ne kibirli ne de Kaf Dağını mesken
tutan
Aralıksız af dilediğim…
Reşit bir alfabe içimin ikbalinde
süzülen sözcüklerim sürgün edildiğim kıtaların hezimeti yılgın katlarında ömrün
bir yılkı atı gibi gem vurduğum hazan kaynakçamsa sonsuzluğu tavaf ettiğim
kadar içimden sökün eder o izdiham ölümle tokalaşan değil ellerim bir gövde
gösterisi hiç değil yaşamak gürül gürül akan yüreğimin tenhalarında oynaşan
gölgeler misali içime kaçtığım içimden geçenleri tek lokmada çekip de içime…
İçerlediğim kadar içlendiğim.
İçtimada gök kubbe.
İhmal ettiğim yine kendim bir o kadar
imha edemediğim bu yüzden infilak etmekle yok olmak arasında bir yerdeyim.
Dar.
Darası dünün.
Dik alası hüznün.
Demi kederin.
Akan damı ömrün.
Diklendiğim hayat.
Direttiğim kadar direndiğim.
Sınandığı kadar dirayetim.
Dingin bir ömür için neler vermezdim…
Hulasası sözcüklerin kat izinde
sevdanın hamt ettiğim kadar huzura meylettiğim yine de yetemediğim cihana
sunduğum özrüm kayıp özneme sirayet eden bir özlem umuda mahal veren her
buluştuğumda kendimle kabrime giden yolda titrerken ayaklarım künyemdeki ismime
ihanet etmemek adına isyanlardayım hüznün mealinde soluklandığım kadar da
kurtulamadığım zincirlerim.