Peygamberimiz H.Muhammad Mustafa (s.a.v)in hatırasına ithafen
Hayat hikayesinin 42.bölümü
kalptir insanın emin beldesi
ya sonra diye ağlayanı
geçmişin hüznüyle sızlayanı
geleceğin korkusuyla titreyeni
kabe'sidir insanın
ateşli telaşların ertesi
fırtınadan kıyıya koşmaların gölgesi
yangından gölgeye sığınma serinliği
nefes nefese adımlanan yokuşların zirvesi
sıcak arayışların kesik sesi
şahittir taşlayanlara bel bağlayışı
vefasızlara aldanışı
taşlayanların ardından dünyaya razı olamayışı
bu dünyaya kanmayışı
kanayışı öteler için
elçi’nin emin belde arayışına şahittir
ayrılık uçurumlarından ayaklarını uzak tutuşuna
hasretini sona,
en sona saklayışına
sığ buluşmalardan hoşlanmayışına
anlık kavuşmalarla doymayışına
şahittir
toprağa gömülü tohum gibi
kabuğunu çatlatmak için
için için kaynıyor elçi
dal budak uzanmak istiyor ahrete
sonsuzluğun yeşil ovalarında sakinleşiyor ancak
yarım kalmayacak diye fısıldıyor kalbi
ayağını kanatan taşlardan sıyrılıp
hece hece kalbimizin çağırdığı yere
çağırıyor bizi
kalbimizin arzularına nöbetçi
hiç susmayan tesellici
hiç usanmayan müjdeleyici
incirler çoğaldıkça
zeytinler olgunlaştıkça
taifin kalbi olacak elçi
vaktin kuru dal uçlarından tebessüm diye
hasat edecek hüzünlerimizi
ömür ağacımızın sıcacık meyvesi diye
avuçlarımıza dökecek korkulu bekleyişlerimizi
hira dağı durdukça
taifin ufuklarına ışıklı müjdeler düşürecek elçi
asasıyla dokunacak taş katılığındaki kalplere
yaracak dünyanın kan kızılı denizini…
şerha
şerha..
*
müşriklerin insafsız ve merhametsiz tutumu,
resul-i kibriya efendimizi fazlasıyla müteessir ediyordu
bu sebeple taif'e gitmeye karar verdi
maksadı, kureyş müşriklerine karşı
taif'te oturan sakif kabilesinden
kendisini korumalarını
islam davasını kabul etmelerini istemekti
taif, arabistan'ın mühim yerlerinden biriydi
bağ ve bahçeleriyle şöhret bulmuştu
resulullahın süt annesi halime'nin
mensup olduğu beni sa'd kabilesi
buraya yakın oturuyordu
efendimiz, bu belde sakinlerinin islama alaka duyup
imanla şereflenebilecekleri ümidini besliyordu
bu ümidi tahakkuk ettiği takdirde
kureyş müşriklerine karşı
büyük bir güç de elde etmiş olacaktı
tarih, bi'setin 10. yılı
şevval ayının 27'sini gösteriyordu
reesul-i kibriya efendimiz
hz. zeyd bin harise ile birlikte,
mekke'den ayrılarak taif'e vardı gizlice
orada sakif kabilesi ileri gelenleriyle görüşmeye başladı
islam dinine davet etti onları
kavminden muhalefet edenlere,
kendisiyle birlikte
karşı koymalarını talep etmek için geldiğini anlattı
kaldığı on gün zarfında
hiçbir müspet netice elde edemedi
üstelik hakaret ve istihza ile mukabele gördü
türlü türlü ithamlara maruz kaldı
reislerinden biri
Allah, peygamber göndermek için
senden başka kimse bulamadı mı…
diyecek kadar küstahlıkta ileri gidip
mübarek kalplerini hüzne boğdu
bir başkası,
vallahi…ben hiç bir zaman seninle konuşmayacağım
çünkü, sen şayet dediğin gibi
Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber isen
senin sözünü reddetmekle kendimi
büyük tehlikeye atmak istemem
eğer, sen Allah'ın peygamberiyim diye
Allah adına hilaf-ı hakikat konuşuyorsan
o takdirde de ben
seninle konuşmaya lüzum görmem
resul-i ekrem efendimiz
bu davranışları ve sözleri üzerine
sakiflilerden hayır gelmeyeceğini anladı
çok üzüldü
müşriklerin bu durumu haber alıp
cüretlerini arttırmalarından endişe duyduğu için de
yanlarından ayrılacağı sırada onlara
bari konuştuklarımız aramızda kalsın
başka kimse duymasın dedi
ne var ki, şirk inancının kuvvetle yaşandığı
ikinci bir belde olan taif sakinleri
resul-i zişanın bu arzusunu da kabul etmediler
gençlerinin islamiyete alaka duymalarından korkarak
iki cihan güneşi efendimize şöyle dediler
memleketimizden çık
nereye gidersen git
kavmin ve hemşehrilerin söylediklerini kabul etmeyince
çıkıp bize geldin
vallahi, biz de senden
elimizden geldiğince uzak duracağız
isteklerini kabul etmeyeceğiz
lat ve uzza'ya tapmakta
mekkeli müşriklerle yarışıp duran sakifliler
bu çirkin sözlerle de yetinmediler.
beldelerinde misafir olarak bulunan cihan peygamberine
ayak takımını ,sokak gençlerini ve kölelerini
kışkırtarak saldırttılar
gözü dönmüş, kendini bilmez küstahlar
yolun iki tarafında sıralanarak
kainatın efendisi ve hazret-i zeyd'i taşa tuttular
resulullahın mübarek ayakları kana bulandı
öyle ki,
isabet eden taşların açtığı yaraların acısı
yürümeye engel olur hale geldi
resul-i ekrem, zaman zaman oturmak zorunda kaldı
lakin bu vicdansızlar,
her seferinde onu zorla ayağa kaldırarak
yeniden yaralı ayaklarını taş yağmuruna tutuyorlardı
ayak takımı, peygamber efendimizi
ızdırap içinde bırakırken
taşlarıyla beraber kahkahalar da savuruyorlardı
hz. zeyd, hayatını hiçe sayarcasına vücudunu
resul-i kibriya'ya siper etmişti
şirk ehlinin elinden çıkan taşların
ona ulaşmasına mani olmaya çalışıyordu
fakat nafile idi
o da kan revan içinde kaldı
resul-i ekrem, bu adice saldırıdan
ancak kendini bir bağa atmakla kurtarabildi
bağın sahipleri kendilerine uzaktan akraba sayılan
utbe ve şeybe bin rabia adında iki kardeşti
resul-i ekrem bitkin bir vaziyette
kendisini bir asmanın altına attı
insanlığı utandıracak bu adice saldırının tesirinden
biraz olsun kurtulduktan sonra
şu hazin münacaatta bulundu…
Allah'ım
kuvvetsiz ve çaresiz kaldığımı
halk nazarında hakir görüldüğümü
ancak sana arz eder
sana şikayet ederim.
ey merhametlilerin merhametlisi olan Allah
herkesin hakir görüp de dalına bindiği
çaresizlerin Rabbi ancak Sensin
benim Rabbim de ancak Sensin
Sen, beni kötü huylu
yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek kadar
merhamet sahibisin.
Allah'ım
yeter ki, Senin gazabına uğramayayım
ne çekersem ona katlanırım
fakat senin af ve mağfiretin
bunları bana yaptırmayacak kadar geniştir.
Allah'ım
Senin gazabına uğramaktan
ilahi rızandan uzak durmaktan
Senin o zulmetleri aydınlatan
ve ahret işlerini yoluna koyan
ilahi nuruna sığınırım.
Allah'ım
Sen razı oluncaya kadar, affını dilerim
Allah'ım
her kuvvet, her kudret ancak seninle kaimdir.
bağ sahipleri, resul-i kibriya efendimizin maruz kaldığı
menfur saldırıyı uzaktan seyretmişler
acıma duyguları harekete geçmişti
köleleri addas'la efendimize biraz üzüm göndererek
ikramda bulundular
addas tabak içindeki üzümü alıp
peygamber efendimize getirdi
resul-i ekrem üzümü, bismillah… diyerek
alıp yemeğe başlayınca
addas'ın dikkatini çekti
kendi kendine vallahi… bu sözü
bu beldenin halkı bilmezler ve söylemezler
fahr-i alem efendimiz
ey addas, sen hangi dindensin
addas, ninevalıyım ve hristiyanım
efendimiz…demek, sen o salih kişi
yunus ibn-i metta'nın hemşehrisisin
addas…
sen, yunus ibn-i metta'yı nereden biliyorsun
efendimiz…o, benim kardeşimdir
o bir peygamberdi
ben de peygamberim
addas kendisini tutamadı
resulullah efendimizin başını, ellerini ve ayaklarını öptü
manzarayı uzaktan seyreden
bağ sahiplerinden biri diğerine
senin adamın, gözünün önünde kölenin itikadını bozdu
addas, yanlarına dönünce de
ikisi birden ona çıkıştılar
yazıklar olsun sana, addas
sen bu adamın başını, ellerini ve ayaklarını nasıl öptün
addas'ın cevabı şu oldu
yeryüzünde, bu zattan daha hayırlı bir kimse yok
bana bir şey bildirdi ki,
onu ancak bir peygamber bilebilir
resul-i ekrem efendimiz,
bağdan ayrılıp düşünceli düşünceli
teessür içinde yoluna devam etti
mekke'ye iki konaklık bir mesafe kalmıştı ki
zatını bir bulutun gölgelemekte olduğunu gördü
dikkatlice bakınca
bulutun içinde hz. cebrail'i fark etti
cebrâil (a.s.),efendimize seslendi
şüphesiz Allah,
kavminin sana neler söylediğini işitti
sana şu dağlar meleğini gönderdi
kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere
ona emredebilirsin
o anda görünen dağlar meleği
emrine amade olduğunu
istediği takdirde
ebu kubeys ile kuaykıan dağlarını
müşriklerin üzerine kapanırcasına
birbirine kavuşturabileceğini söyledi
şefkat ve merhamet kaynağı resul-i ekremin
arzusu başka idi.
dağlar meleğine şu cevabı verdi
hayır, ben böyle bir şey istemem
istediğim tek şey
Hak Teala'nın bu müşriklerin sülbünden
Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet edecek
bir nesil ortaya çıkarmasıdır
peygamber efendimizin maksat ve gayesi
insanları beddualarla yok etmek
bela ve musibetlere uğratıp perişan etmek değildi
aksine, insanların imana kavuşması
hidayete ulaşması
ve ebedi saadete ermesiydi
her adımını bu gayenin tahakkuku için atıyor
her hareketini bu ulvi maksat için yapıyor
her teşebbüsünde bu eşsiz hedef bulunuyordu
bu sebeple her dakikası bir nevi ibadetle geçiyor
ve her anı nurlu bir manzara olarak
maziye akıp gidiyordu
peygamber efendimiz, taif'ten dönüşünde
mekke'ye varmadan nahle adlı mevkide
bir müddet istirahat etti
namaza durduğu bir sırada
nusaybin cinlerinden bazıları oradan geçerken,
efendimizin okuduğu kur'an'ı duyunca
durarak dinlediler ve orada müslüman oldular
sonra da kavimlerine dönerek onları imana davet ettiler
kur'an-ı kerim, bu hadiseden bize
şu şekilde haber verir.
‘hani, kur'an'ı dinlemeleri için
cinlerden bir topluluğu sana göndermiştik.
huzuruna geldiklerinde, birbirlerine susun… dediler.
kur'an okunduktan sonra da
inkar ve isyandan sakındırmak üzere
kavimlerine döndüler
ey kavmimiz dediler
biz musa'dan sonra indirilen
kendisinden önceki kitapları doğrulayan
hakka ve dosdoğru bir yola ileten bir kitap dinledik
ey kavmimiz
sizi Allah'a çağıran peygambere uyun
ve ona iman edin ki
Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın
ve acı bir azaptan sizi korusun…’
peygamber efendimiz, mekke'ye yöneldi
kureyş'in kendisini kolay kolay
mekke'ye sokmayacağını biliyordu
bunun için o zamanın adetine göre
birinin himayesi altına girmesi gerekiyordu
hira'ya varınca birini göndererek
müşrik mut'im bin adiyy'in himayesini istedi
mut'im isteğini kabul etti
ve oğullarını silahlandırarak
kendisi de beraberinde olduğu halde
efendimizi hira'dan alarak mekke'ye getirdiler
müşrikler, mut'im'in bu hareketine çok kızdılar
ama ses çıkarmadılar
fahr-i alem efendimiz
müşriklerin kin saçan bakışları arasında
kabe'yi tavaf etti
harem-i şerif'te iki rekat namaz kıldı
ve oradan evine gitti
başta peygamberimiz (s.a.v.) ve bütün müslümanlar
müşrik olan mut'im bin adiyy'in bu iyiliğini
ömürleri boyu unutmadılar
resul-i ekrem, onun bu iyiliğini
müşriklere karşı kazandığı bedir zaferi sonrasında bile
yad etmiştir.
mut'im'in oğlu cübeyr
bedir esirleri hakkında konuşmak için
medine'ye gelmişti
peygamberimiz (s.a.v.) onu kabul etmiş
ricasını dinledikten sonra şöyle demişti
eğer, baban mut'im hayatta olsaydı
ve şu adamlar hakkında ricada bulunsaydı
şüphesiz ben onları mut'im'e bağışlardım
redfer