Tekir bir düş idim öncemde sazı sözü
kayıp bir romans.
Varlığın tekerinde saklı gözyaşı
atıfta bulunası bir bulut bir de umut iken yürek y/arası:
Emre amade cihan emir kulu kipler
ölüm öncesi toprağı eşeleyip nasıl da dişler kalemini şair bir kalemde kim
silmişse gölgesini sonu gelmez kelamın öfkesini dindirmek ile yükümlü bağdaş
kurduğu kanepe ruhunun çözeltisi ve nemli bir isyan barındırır içinde…
Ha düş gezgini ha düşmeye gör!
Melodisi kayıp arsalarda bir ot bir
de odu sözcüklerin yareni aşk yavuklusu sitem yankısı silinmez derinlerin.
Bağdaş kurduğu yalnızlık.
B/atılı ruhun ve korunaklı dünyasının
çoktan yel olduğu ve el olduğu kadar ahvali el atmak ne kelime şairin içli
dünyasında volta atan imgelerden başını kaldırıp da baktı mı sahiden insanlar
içine en derine…
Sevebileceğimden de ötesi
Rüştünü ispatlamak ne kelime ki?
Ruhun yorganı
Duyguların yanan tabanı
Yalıtılmış bir coğrafyada saklı
Aşkın nüansı
Kaç beden büyük olsa da aşkın
kimyası…
Düşlerimde düştüm ben aşka hayatsa
hayta ve yorgun bir kıtadan ibaret ve ruhumun yerleşkesi acıdan mütevellit olsa
ne ki verilen hükme de hep riayet etmedim mi ben…
Göğün komplimanlar sunduğu bir
yerküre.
Görgüsüz sevdalar bulvarında saklı
nice hücre:
Hani, hani içine tıkılası; hani, hani
benliğin tek kıstası…
Yıllar devirdim yıllar hatırşinas bir
kalpte yaşadığı kadar insan.
Sözcükler kulvarında renkler
sokağında ve içimi ters yüz ettiğimden de öte içilesi bir şerbet kadar mutlak
ve de genzi yakan ve işte ruhun yorgunluğuna eşlik eden bedenim.
Beylik bildi insanlar sevgiyi ve
sıradan ve sır dolu oysaki müptelası olmuştum ben sevginin çocuk yaşımda
kalmadığım kadar çocuk kalbimde saklı iken onca tını onca tanı…
Yıllar devirmişim meğer
meylettiğimden de öte bir yaşta yaş aldığım kadar yası da devridaim yaparken
hayat.
Gönül gözüm bıçkın ruhum taşkınlara
sebebiyet veren ve işte göğün locası aşkın yoncası kalemse yongam yorgunluğumu
giderdiğim rotamdan ayrı düşmediğim kadar tebessüm yüklü bir manivela bir masal
bense sistematik bir acıya b/ağladığım kadar kalbimi biçemi ve de biçimi renkli
bir duygunun da sarmalı hak ettiğimden de öteee hak gören kimse başım gözüm
üstüne kader ve sevgi.
Gönlüm tufan misali.
Sözcüklerse türettiğim.
Acıma müstahak bir şiir ima
ettiğimden öte iman gücümle bükülmezken bileğim.
Şimdimle varım dünümle ise yananım:
Ve yarınlarım ve yaşım ve yasım ve
kalemimle tuttuğum defteri kebir.
Müzmin bir coğrafya iken yaşam
iksiri.
Sözcüklerden muaf tutamadığım kadar
benliği.
Ve kalemimin kat izi ruhumun ütüsü
ölümsüzlüğün ülküsü ve gaipten gelirken sevgim rıza göstermese de insanlar için
için sevdiğim ve çaktırmadan ve göz ucuyla da değil kalp gözümle içtimada isyan
etmeden inkârından çok öte.
Sevebilmek.
Bir de doya doya sevilmek.
Bir kumpas iken kimi zaman yaşam ve
kumarda asla kazanmadığım kadar aşkın renginde aşkın hükmünde bilediğim kalbim
ve kalemim.
Beni deniz tutar hem azizim bir de
otobüs tutar işte bu sebepten gezmeyi sevmediğim kadar genzimi yakar kimi zaman
tutuşan ruhum.
Bir münafık gölge iken takılan
peşime…
Riayet ettiğim kadar da hayata ve kadere…
Ve işte zırnık sevmeyenlerin şerrine
inat sevecen bir iklim belledim ben hayatı.
Kat izim.
Kayıtsız mercekler.
Kaybolmaya müsait bir döngü kaybetse
de insan kendini bulmaya ant içmedi mi?
Hala çocuğum.
Hala ergen…
Oysaki insanların yeri gelip abla dediği
oysaki insanların gözünde tütenden aldığım kadar payımı ve işte büyümeyen çocuk
kalbime tutmuşken sözümü.
Yasın müridi bir yasa hele ki yaş da
kemale erdi mi.
Ve renklerin locası ve işte en önde
sıralı kahramanlar:
Üstü örtülesi değilken de duygular en
çok da aşkın şanına yaraşır bir asaletle önce döngüye riayet ettiğim sonra da
aşka sirayet eden duyguların tekbirinde saklı izafi bir masal.
Bazen yazdığım.
Bazense okuduğum.
Münferit duyguların yerleşkesi iken
de o tekil münferit ve asil hece elbet aşkın bekası elbet aşkın bakaya kalan
özelim ve de çaktırmadan sevdiklerim kendimi bildim bileli.
Çocuk yaşımda bir hayale âşık
olduğum.
Çocuk yaşımda imkânsız bir aşkla kafa
bulduğum.
Devirdiğim onca yılın ardından ve
işte ağzımla kuş tutsam bile…
Kuş tutsam bile tuşa gelen.
Tuşa gelsem de er meydanında güreş
ettiğim sair duygu ve hece.
Renklerin nasıl ki bir dokunulmazlığı
var ve işte şerh düşülesi aşklara değil mi ki gönülden bağlıyım ve işte
yaşadığım domestik hayatın neresine kulp takıyorsa da artık insanlar.
Menşeim aşk.
Meşrebim şükür.
Mealim sevgi.
Ve işte tek lüksüm yazıyor
olabilmenin yankısı ve yâdı ve dünde saklı.
Ön sözü nasıl ki yok hayatın…
Ve sona ilerlediğimiz kadar son sözü
söyleyecek olan elbette ki Tanrı.
Sıdkım da sıyrılmadan.
Sırat köprüsünde onca geçmişliğim…
Kendimden geçmişliğimi noktalayıp
kendime koştuğum kendimi kucakladığım ve kurtarmakla eş değer yine kendimi ne
zamanki yanaşsam uçuruma…
Beylik bir kafiye olmasa bile
mutluluk.
Tasası hem kime kaldı?
Ve içimde yüzen nice ukde seferi
tanıklığında meleklerin elde olmadan varsın olsun elde kalsın sıfır gel gör ki
ben de ruhum da çocuk kalbimde sonsuzluğa ayarlı ölüm ötesi bir yolculuk da yok
mademki ve işte çocuk kalbimin sür git kanayan yarası adı aşk adı umut adı
huzur adı çocuk adsız şiir…