Peygamberimiz H.Muhammad Mustafa (s.a.v)in hatırasına ithafen
Hayat hikayesinin 68.bölümü
bir alın yazısı bu
var ile yok tarihleri arasında bir sınanma
hani bilinmeyen ellerde
iç içe daireler çizen pergellerin
birbirine ne yakın
birbirine ne uzak
çizgileri var ya
ezelden ebede olmuş ve olacakların
çetelesi onlar
zamanın ve mekanın
şartların ve konumların
sebeplerin ve sonuçların çizelgesi onlar
hayır ile şer arasında bize tertiplenmiş bir kez
iyiye şükür
kötüye hamt
iyiler de, kötüler de
miras olur bazen
devralınır geçmişten
potasında hayatı damıtır durmadan
ıssız sokakların açık avuçlarına çizilince rotalar
yalnızlıklar sağanak olur birden
bazen bir uzayışın salıncağında
beklemeyi beklemek düşer
bazen kaskatı duvarlarla örülür
özgürlüklerimizin her ciheti
zaman gün olur
gölgesine düşman olan uygun adımlarla
yürünür umutsuzca
dengesiz dalgalar vurur kıyılarımıza
zamansız fırtınalara tutuluruz
akıl edemeyiz bir türlü
karanlığa tüneller açabilmeyi
ilk ışıklara teşne seher güllerince
yüreklerimizi al al kanatmayı
bazen olmayan kervanları bekleye bekleye
yitirdiğimiz umutlarımızı
yıldızsız ve aysız gecelerde
bize elleri bağlı beklemek düşer.
sen kaderi böyle belleme
sen anlayamazsın kaderi çünkü
yolculuklarını içine yapmadıkça
anlayamazsın…
kader buymuş diyemezsin
koşu varken yürümeye kader diyemezsin sen
dallarını fırtınalar
çiçeklerini ayazlar vururken
yapraklar dökmeye kader diyemezsin
ancak o vakit baht olur her dua
ancak o vakit taht olur her hayal
olmayacaksa…
ya sonumuz nice olur
nice olur ötemiz…
dünya ahiretin üzerinde incecik bir tül
ışıklar sızar oradan buraya
buradan oraya ışıklar düşer
öbür tarafa kayar ayaklarımız
gün geçtikçe
dünyada kaybederiz
elimizden çıkar sevdiklerimiz
elinden çıkacağız sevdiklerimizin
belli ki kaybedeceğiz
bilirler tarlayı ekerken görünüşte kaybedeceklerini
razıdırlar en kıymetli canlarının toprağa düşeceğine
can tohumlarını bırakırlar toprağa
bir çiftçinin umudu ile azalırlar dünyada
az alırlar dünyadan
onlar hasadı bilir
umarlar daha çoğunu
bilirler tükenenin ardında tükenmeyeni
sonsuzluğa aşinadırlar sonların sonunda
ahireti gözler onlar
bu yüzden
dünyanın gözünden kurbanlar düşer toprağa
dünyayı düşürür gözlerinden kurbanlar
gözyaşı gibi
kurbanlar verir
dünyanın en değerlileri
en mümtazlar kurban diye alınır
belli ki…
her can kurban olmaya değmez
ibrahim’e ismail kurban
yakub’a yusuf
zekeriyya yahya’sını ekti toprağa
imran meryem’i adadı
meryem isa’sını
kurban diye doğurdu
çünkü
tarlanın hasadı için
toprağa değerli tohumlar düşmeli
çünkü
dünya dünyadan ibaret değil
dünyayı dünyadan ibaret bilenler
dünyadan ötesine körelenler
hesapları tutmaz
onlar kurban pazarına gelmez
onlar hasat mevsimini bilmezler
*
peygamber efendimiz, medine'ye teşrif etti
işte bu sırada
yeni bir zümre daha ortaya çıktı
kalben inanmadıkları halde
Müslüman gözüken münafıklar
aralarında senelerce süren
dahili çarpışma ve kavgalardan bitkin düşen
medine'nin yerli kabileleri evs ve hazreç
aralarında anlaşarak
abdullah bin übey bin selül'ü
kendilerine hükümdar yapmaya karar vermişlerdi
hatta, başına giydirecekleri
hükümdarlık tacını bile sipariş etmişlerdi
ve fakat
abdullah bin übey'in hükümdar olma hayalleri
resul-i ekrem medine'ye teşrifleriyle suya düşmüştü
evs ve hazreçlilerin hemen hepsi müslüman olmuşlardı
imanlarının icabı efendimizin etrafında toplanmışlardı
bu durum reislik hayalleri suya düşen
abdullah bin selül'ün fazlasıyla ağrına gitti
çevresinde fazla kimsenin de kalmadığını görünce
istemeye istemeye müslüman olmuş gözüktü
zahiren müslüman olduğunu
bunda etrafının psikolojik baskısı bulunduğunu
bizzat kendisi de ifade etmişti
müriysi gazası esnasında
muhacirlerle ensarı birbirine düşürmek için
olanca gayreti sarf etmiş
medine'ye dönersek,
izzetli ve kuvvetli olan
zelil ve zayıf olanı oradan
muhakkak sürüp çıkaracaktır
diyecek kadar da ileri gitmişti
bunun üzerine münafıklar hakkında
münafikun süresi nazil olmuştu.
surenin nazil olması üzerine abdullah bin übey'e
ey ebu hubab
senin hakkında pek şiddetli ayetler nazil oldu
resulullaha (a.s.m.) git de,
senin için Allah'tan af dilesin denilince
şu cevabı vermişti
benim iman etmemi emrettiniz, iman ettim
malımın zekatını vermemi emrettiniz, verdim
muhammed'e secde etmemden başka
hiçbir şey kalmadı
abdullah bin übey'in
reislik tasavvurunun suya düşmesinden
ne kadar müteessir olduğunu
bunu bir türlü hazmedemediğini
şu hadise de açıkça gösterir
bir gün peygamber efendimiz
evinde hasta yatan sa'd bin ubade hazretlerini
ziyarete gidiyordu
yolda, abdullah bin übey'in evinin gölgesinde
müslüman, müşrik araplardan ve yahudilerden
bir takım kimselerle
oturmakta olduğunu görünce
selam verip yanlarına oturdu
onlara kur'an'dan bir parça okudu
iyi hareketinden dolayı
cennete kavuşulacağını müjdeledi
kötü hareketinden dolayı da
Cehenneme girileceğini anlatarak sakındırdı
peygamber efendimiz, sözlerini bitirince
abdullah bin übey şöyle dedi
ey konuşan kişi
eğer söylediklerinde doğru isen
onlardan daha güzel şey olmaz
fakat, sen evinde otur
onları, sana gelenlere anlat
sana gelmeyenlerin,
söylediklerinden hoşlanmayanların
toplantılarına gelip de onları rahatsız etme.
efendimiz
abdullah bin übey'in bu sözlerinden dolayı
son derece müteessir oldu
kalkıp oradan ayrıldı
yoluna devam ederek
sa'd bin ubade hazretlerinin evine gitti
üzüntüsünün sebebini anlatınca
sa'd bin ubade hazretleri şöyle dedi
ya resulallah
sen ibni übey'in kusurunu affet
hem onu mazur gör
sana kur'an'ı indiren Allah'a yemin ederim ki
Allah'ın iradesi sana
peygamberlik vermek suretiyle tecelli etti
halbuki, şu beldenin halkı
ibni übey'in başına taç giydirmeye
hükümdarlık sarığı sarmaya
onu kendilerine hükümdar yapmaya hazırlanmıştı
yüce Allah, size
ihsan buyurduğu peygamberlikle
onların bu tasavvurunu gerçekleşemez hale getirince
ibni übey, bundan son derece üzülmüş
o, gördüğün çirkin hareketi
bunun için yapmıştır.
uhud harbi sırasında
abdullah bin übey'e uyarak ayrılanların sayısı
üç yüz kadardı
bin kişilik islam ordusunun üçte biri kadar
bu, elbette küçümsenecek
bir rakam değildi
bedevi diye adlandırılan çöl arapları arasında da
münafıkların bulunduğunu
kur'an-ı kerim'den öğreniyoruz
‘medine çevresindeki bedeviler arasında
münafıklar da vardı
medine halkından da
münafıklıkta inat edenler vardır ki
onları sen bilmezsin
ancak biz biliriz’
bütün bu münafıklar aynı vasıfları taşıyorlardı
birinci vasıfları
kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylemekti
içten inanmadıkları halde
inanmış gibi görünmeleri idi
böyle görünerek
müslümanlar arasına sokuluyorlar
onlarla düşüp kalkıyorlar,
suret-i haktan görünerek
onları şüpheye düşürecek şeyler soruyorlardı
bütün maksat ve gayeleri
müslümanları fesad ve tefrikaya götürecek
fikirler geliştirmek
efendimizi yalan dolan binbir türlü iftiralarla
müslümanlar nazarında küçük düşürmekti
bu menhus emellerinin gerçekleşmesi için
her türlü yola başvuruyor
her şeyi mübah sayıyorlardı
bu uğurda tevessül etmeyecekleri adilik
sahtekarlık yoktu
resul-i ekrem bunlara karşı takındığı tavır
takip ettiği siyaset
oldukça düşündürücü ve ibretlikti
islam kalesini içten sarsmak
sinsi gayesine matuf faaliyetleri
efendimize bir çok defalar intikal etmişti
peygamberimiz derhal harekete geçip
bu tür faaliyetlerde bulunanları
huzuruna celp ederek sorguya çekiyordu
onlar, her defasında
hiç bir zararlı faaliyette bulunmadıklarını
suçsuz olduklarını söylüyorlardı
arkasından da kelime-i şehadet getirerek
mü'min ve müslüman olduklarını tekrarlıyorlardı
efendimiz ibn-i übey'i huzuruna çağırmış
bana haber verilen sözleri
sen mi söyledin diye sormuştu
übey'in cevabı aynen şu olmuştu
hayır…sana kitabı indirmiş olan
Allah'a yemin ederim ki
ben, o sözlerin hiçbirini söylemedim
zeyd muhakkak yalancıdır.
kur'an-ı kerim,
münafıkların bu tarz davranışlarına
şu ayetiyle işaret eder
‘münafıklar sana geldiklerinde
şehadet ederiz ki
şüphesiz sen Allah'ın eesulüsün dediler
Allah bilir ki sen elbette O’nun resulüsün
münafıkların yalancı olduklarına da
Allah şahittir’
onlar, suçlarını inkar ederken,
inen vahiy, bu suçları işlediklerini
yalan söyleyerek bu suçlarını
inkar etme yoluna gittiklerini
efendimize bildiriyordu
buna rağmen resul-i ekrem onlara karşı
sabır,müsamaha ve afla mukabele ediyordu
münafıklar zümresinin belli başlı vasıflarından biri de
iman edenlere rastladıklarında inandık derler
şeytanlaşmış reisleri ve arkadaşlarıyla baş başa kalınca da
aslında biz sizinle beraberiz
onlarla sadece alay ediyoruz derler
yaptıkları bu iki yüzlülükle iftihar ederlerdi
bu vasıflarını apaçık gösteren bir misali,
bizzat reisleri abdullah bin übey göstermişti
bir gün avanesiyle sokağa çıkmışlardı
ashab-ı kiramdan bir kaç kişinin
karşıdan gelmekte olduğunu görünce übey,
bakınız ben bu gelenleri
başınızdan nasıl savacağım. der
yaklaştıkları zaman da
hz. ebu bekir'in elini tutar
merhaba beni temim efendisi
resulullahın mağaradan arkadaşı
nefs ve malını resulullah uğrunda
seve seve sarf etmiş bulunan sıddık
sonra hz. mmer'in elini tutar
merhaba beni adiyy efendisi
dininde kuvvetli
nefs ve malını resulullah uğrunda
esirgememiş bulunan hz. faruk
sonra hz. ali'nin elini tutar
merhaba resulullahın amcazadesi, damadı
resulullahtan sonra
bütün beni haşim'in efendisi
hz. ali bu riyakarlığa dayanamayıp
ey übey.. Allah'tan kork, münafıklık etme
çünkü, münafıklar
Allah'ın en şerir mahlaklarıdır
bunun üzerine übey
ey ebu'l-hasan
benim hakkımda böyle mi söylüyorsun
vallahi, bizim imanımız sizin imanınız gibi
bizim tasdikimiz sizin tasdikiniz gibidir
deyip ayrılır
sonra da arkadaşlarına dönerek
gördünüz mü nasıl yaparım
işte siz de bunları görünce benim gibi yapınız …
dahili düşmanın zararı daha şiddetli olur
zira içteki düşman kuvveti dağıtır, cesareti azaltır
hariçteki düşman , aksine tesanüt ve salabeti artırır
bu sebeple kur'an-ı azimüşşan
münafıklar üzerinde çokça durmuştur
mü'min ve müslümanların onlara karşı
daima uyanık bulunmaları
onların oyunlarına gelmemeleri hususunda
bir çok ikazlar yapılmıştır
Cenab-ı Hakkın bildirmesiyle
resul-i ekrem onları tanıyordu
bazı sahabilere de bildiriyordu
ancak umuma açıklamıyordu
kabahatlarını da açıktan açığa yüzlerine vurmuyordu
peygamberimiz (s.a.v.)in bu tarz davranmasında
göz önünde tuttuğu mühim bir husus daha vardı
o da onların işledikleri kötülüklerden
fesat ve nifak hareketlerinden
tedricen vazgeçmeleri ihtimali idi
bazen kötülük açığa vurulmazsa
zamanla ortadan kalkması ihtimali vardı
fakat, teşhir edildiği takdirde
kötülüğü yapan kimsenin hiddetini tahrik eder
fenalığı daha da fazla yapmasına sebep olur
peygamber efendimiz
kur'an'ın bu hususta ortaya koyduğu
münafıkların vasıflarından bahsedip
şahıslarını tayin etmeme tarzını tatbik ediyordu
islam muhitinde ve islami hükümler altında
büyüyecek olan evlatlarından
ciddi müminlerin yetişmesine imkan tanımak
onların, kalben inanmadıkları
ilahi hükümleri zahiren yaşamak suretiyle
duydukları manevi sıkıntı ile baş başa bırakmak
bundan pişman olup
halis müminler safına geçmelerini
temin edebilmekti
redfer