Yaralı


Peygamberimiz H.Muhammad Mustafa (s.a.v)in hatırasına ithafen 
Hayat hikayesinin 96.bölümü

yaralıyız işte… 
ümidimizi kesmişiz kendimizden 
zifir bir gecedeyiz
geleceğimize ölüm yazılı
ki gecemiz 
yunusun gecesinden bin kez daha korkulu 
denizimiz olmuş 

her dalgasında binler ölü vuruyor kıyıya
yunusun denizinden belalı
yutulmuşuz
elimiz kolumuz bağlı
nefsimiz yutmuş kalbimizi
hırsın ve şehvetin
heves ve hevanın ağzında 
sonsuzluk ümitlerimiz boğulmakta
kıyıya çıksak bile balığımız hep yanımızda 
bizimkisi daha tehlikeli 
yunusun dünyasından

bir duanın firarisiyiz artık 
yok başka gidecek yerimiz 
hepimiz taifden dönen Allah'ın elçisi'nin 
gözlerindeki o pırıltının özlemindeyiz
geleceğin korkularını 
aşmak üzere
dünyanın ölüm yüklü dalgalarından 
sıyrılmak üzere
kötülüğü emreden nefsin avuçlarından 
uçmak üzere…

dualı bir fısıltı taşıyor anımıza
şimdi o duanın avuçlarında 
yatışıyor yaralı kalplerimiz
sıcacık tebessümünde eritiyor acılarımızı 
yareli hatırasından 
bir yar eli değiyor yaramıza

hala orada 
okçular tepesi
o gün ki gibi 
öylece duruyor 
muhammedi şuurun taşa kazınmış hatırası
nebevi sezişin 
ateşli telaşlar arasından ruhumuza serince dokunuşu 
capcanlı…
ölüm kalım derdinden 
öte dertlerle dertlenmenin sarp yokuşu
var yok arası .

vazgeçişlerin kıyısında
duvardan düşen her taşla yaralanır insan
kalbini deler kurşunların hepsi
elinden tutulacak her çocuk 
avuçlarını kanatır insanın
küstürülmüş ihtiyarlar gelir
kapısının önünde ağlar 

terk edilmiş sevgililerin hepsi 
kucağına döker gözyaşlarını
ötelerde umutları tazelenir
başka ülkelerde bir yetim sevinse
bir öksüz doyuverse
hüzünleri silinir 
gözlerine pırıltı değer insanın.

bir masum ipten dönse 
bir zalim elinden bıçağını düşürse
yüzüne kan doluşur 
dudağına tebessüm dolanır
bombaların parçaladığı her beden 
bin pıhtı atar kalbine

yol kenarlarında
kuyu diplerinde 
çıkmaz sokak başlarında
köprü altlarında 
yalnız odalarda 
yakasına sarılmaya hazır hüzünler 
ve sevinçler nöbet bekler

ayağını geri çekemez insan 
başka hayatların kuytularından
uzak yoktur insana
hep yakındır acılar
çok yakındır hüzünler 

insandır çünkü
dağların taşıyamadığını taşır omuzlarında
gökleri çatlatacak o ağır sorumluluğu 
kalbinin odacıklarında ağırlar
ben olma sancısını büyütür göğsünde

kader böyle imiş işte 
dengesiz dalgalar vuracakmış kıyılarımıza
zamansız fırtınalara tutulacakmışız
içimizin kopmayan ipiyle 
darağaçlarına bağladığımız 
masumiyetlerimizin altındaki sandalyeleri
ayakların kudurmuş öfkesi tekmeleyecekmiş

olmayan kervanları 
bekleye bekleye yitirdiğimiz umutlarımızın
yıldızsız ve aysız gecelerinde 
katran kazanlarına atılışlarımızı seyrederken
ziftlenecekmiş cellatlarımızın yürekleri
bize elleri bağlı beklemek düşecekmiş

içini tersyüz etmedikçe anlayamazsın kaderi çünkü
yolculuklarını içine yapmadıkça anlayamazsın
gözyaşlarını öfkelerin doğrarken pare pare
kristal kürelerin taşlık yollarda tuz buz edilirken 
dallarını fırtınalar 
çiçeklerini ayazlar vururken 
kaderine sığıntı olamazsın

kader gelir bir vakit baht olur 
kader gelir bi vakit taht olur 
kaderimiz bunlar olmayacaksa
bu hayatta işimiz ne 

*
münafıklar güruhu her zaman her fırsatta 
kainatın efendisinin lekesiz, tertemiz mahrem hayatına 
dil uzatacak kadar küstah ve adice hareket ediyorlardı 

hz. aişe'den (r.a.) 
resulullah (a.s.m.) herhangi bir sefere çıkacakları zaman 
ezvac-ı tahirat arasında kur'a çeker
kime düşerse onu beraberinde götürürdü
beni müstalık aazasında
kur'a hz. aişe validemize çıkmıştı

hz. aişe validemiz anlatıyor
resulullah ile beraber sefere çıkmıştım 
bu sefer, tesettür ayeti inzal buyrulduktan sonra idi
bunun için ben hevdeçin içinde taşınır
konak yerine de hevdeç içinde indirilirdim.

resulullah (a.s.m.) beni müstalık gazasından dönüyordu
medine'ye yaklaştığımızda bir konak yerine indi
gecenin bir bölümünü orada geçirdi 
sonra göç edilmesini emretti

hareket emri verildiği zaman
ben kalkıp ihtiyacımı gidermek için 
yalnız başıma ordudan ayrılıp gittim
dönüp bindiğim devemin yanına geldim
göğsümü yokladığımda, 
yemen göz boncuğundan dizilmiş gerdanlığımın 
kopmuş olduğunu fark ettim

bu gerdanlığı annem ümmü ruman 
düğün hediyesi olarak takmıştı
dönüp gerdanlığımı aramaya koyuldum
onu aramak beni yoldan alıkoymuştu

ben öyle zannetmiştim ki
sefere iştirak etmiş olanlar bir ay bekleseler dahi
benim devemi, 
ben hevdeçte bulunmadıkça sevk etmezler

yolda bana hizmet edenler gelip hevdecimi yüklemişler
bindiğim deveyi de hareket ettirmişler
onlar beni hevdeç içinde sanıyorlarmış

hizmetçiler hevdeci yüklemek üzere kaldırdıklarında
hevdecin ağırlık derecesinin farkına varamamaışlar 
hem ben, küçük ve zaif bir kadındım
deveyi sürüp gitmişler

gerdanlığımı, ordu ayrılıp gittikten sonra buldum 
hemen dönüp ordugaha geldim
ancak onlardan kimseyi bulamadım
hepsi çekip gitmişti
ben de orada evvelce bulunduğum yere geldim
çarşafıma bürünüp yanımın üzerine uzandım
hevdeç'te beni bulamayınca 
aramak için yanıma gelirler sandım
o sırada gözlerimi uyku bürüdü, uyumuş kalmışım

safvan bin muattal ordunun arkasına kalır
halkın mallarını araştırır bir şey kalmışsa
kaybolmamak için alıp diğer konak yerine götürürdü

safvan, askerin arkasından yürüyerek
sabaha karşı bulunduğum yere doğru gelmiş
uyuyan bir insan karaltısı görünce
gelip başucuma dikilmiş 
beni görür görmez tanımış

safvan, beni görünce şaşırarak 
inna lillahi ve inna ileyhi racıun 
biz Allah'ın kullarıyız 
ve muhakkak O’na dönüp varıcıyız dedi
hemen onun sesine uyandım.
çarşafımla yüzümü örttüm

vallahi, onunla ne bir kelime konuşmuşuzdur
ne bir kelime işitmişimdir
bundan sonra safvan, devesini ıhdırdı 
beni, binsin diye ayağını devesinin ön ayağına bastı
bin… dedi 
ve kendisi geri çekildi

ben de hemen kalkıp deveye bindim
kendisi de devenin başını, yularını çekerek 
askere yetişmek için süratle ilerlemeye başladı 
sabaha kadar askerin arkasından yetişemedik
nihayet asker konak yerine inip 
yerleştiği sırada idi ki 
safvan'ın, devemin yularını çekerek 
konak yerine getirdiği görüldü

safvan bin muattal
hz. aişe validemizi deve üzerinde getirirken
münafıkların başı abdullah bin übeyy'le karşılaştı
übeyy, bu kimdir diye sordu
aişe'dir  dediler

baş münafık
bu masum hadiseyi diline dolamak istedi
bu meşum niyetini hemen orada izhar etti
vallahi …ne aişe, o adamdan dolayı kurtulur
ne de o adam, aişe'den dolayı kurtulur
bir sürü alçakça laf etti.

ordugah, 
başmünafık übeyy bin selûl'ün 
yaptığı iftira ile çalkalandı

ne var ki, 
kalblerinde hastalık bulunan
dilleriyle iman ettik deyip
kalben iman erişmemiş bulunan münafıklar
hususan abdullah bin übeyy bin selul 
bunu bir ganimet bilmiş ve diline dolayarak 
hz. aişe validemize iftirada bulundu 

maksadı resul-i kibriya nazik ruhunu rencide etmek 
müslümanları birbirine düşürmek
birbirine karşı olan itimatlarını sarsmaktı

übeyy'in başlattığı 
halktan bazı saf müslümanların tuzağa düşerek 
etrafa yaydıkları iftira hadisesinden 
hz. aişe'nin uzun bir müddet haberi olmamıştı

bu hususu hz. aişe (r.a.) şöyle anlatır
medine'ye gelince ben 
çok geçmeden ağır bir hummaya tutuldum
bir ay çektim 
bu esnada halk arasında iftiralar dolaşıyormuş
ben ise olanlardan bütünüyle habersizdim

aleyhimdeki iftiraları 
resulullah'la annem ve babam da duymuşlar
bana hiçbir şeyden bahsetmemişlerdi

beni şüphelendiren bir husus vardı 
nebi'den (a.s.m.) daha önce hastalandığım zamanımda 
görmüş olduğum lütuf ve şefkati
bu hastalığım esnasında görmüyordum
ve adımı bile zikretmeden 
hastanız nasıl diyor 
bununla iktifa ediyordu

hz. resulullah, hz. ebu bekir söylenenleri
duymuş olmasına rağmen
hz. aişe'ye bir şeyden bahsetmiyorlardı
hz. resulullahın kendisine karşı tavrından 
alidemiz  endişe duyuyor ve üzülüyordu

hz. aişe, 
iftirayı nasıl öğrendiğini de şöyle anlatır
aradan yirmi küsur kadar gece geçmişti
hastalığımı atlatmış
nekahet devresine girmiştim

ben, yine bir gece 
mıstah bin usase'nin annesi ile 
hacet giderme yerimiz olan menası tarafına çıkmıştım 
mıstah'ın annesi, çarşafına takılarak düşünce
mıstah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun diyerek 
oğluna beddua etti

ben, ey ana 
ne diye oğluna beddua ediyorsun dedim
o, vallahi
ben, ona senin aleyhinde söylediklerinden dolayı 
beddua ediyorum dedi

o, neler söylemiş diye sordum
mıstah'ın annesi iftiracıların söylediklerini 
bana teker teker anlattı
hastalığım tekrar geri geldi
vallahi, üzüntümden o kadar ağladım ki
ağlamaktan ciğerlerim kopacak, parçalanacak sandım

hastalığında hz. aişe'ye 
annesi ümmü ruman bakıyordu
bir gün yine resulullah, selam verip yanına girdi
hz. aişe'nin ismini zikretmeden 
hastanız nasıldır diye sordu
başka da hiç bir şey konuşmadı

hz. aişe der ki
artık kendimi tutamadım 
ya resulallah
şimdiye kadar görmediğim eziyeti görüyor ve çekiyorum 
bana müsaade etsen de annemin evine gitsem
hastalığıma orada bakılsa olmaz mı dedim

resulullah, gitmende bir mahzur yok dedi
ben, ebeveynimin yanına gidip, 
aleyhimdeki haberin içyüzünü anlamak istiyordum
resulullah, yanıma bir hizmetçi katıp
beni babamın evine gönderdi

annem, kızcağızım, sen niçin geldin diye sordu
anneciğim, halk, benim aleyhimde 
neler söyleyip duruyormuş da 
siz bana hiçbir şey sızdırmadınız 

annem ,kızcağızım, sen kendini hiç üzme
sıhhatini düşün
vallahi, bir kadın senin gibi güzel 
ve kocasının yanında sevgili olsun 
ve onun birçok ortakları bulunsun da 
ve onu kıskanmasın
ve onun aleyhinde bir takım laflar çıkarmasınlar
bu pek nadirdir

babamın, bundan haberi var mı anne
evet dedi
resulullahın da haberi var mı anne
evet dedi
kendimi tutamadım 
hıçkıra hıçkıra ağladım

babam, damda kur'an okuyordu
sesimi duyunca, indi
anneme ,nedir bunun hali diye sordu
annem, hakkındaki dedikodulardan haberi olmuş
babamın da gözleri yaşla doldu.

resul-i ekrem efendimiz
hz. aişe aleyhinde yapılan iftiranın 
etrafta konuşulduğu günlerde 
vakitlerinin çoğunu evinde geçiriyor
pek dışarı çıkmıyordu
konu ile ilgili vahyin gelmesi gecikince
ashabıyla konuştu, onların fikirlerini aldı

hz. ömer fikrini şöyle ifade etti
ya resulallah
haşa… bu büyük bir bühtan ve iftiradır
kesinlikle biliyorum ki, bu, 
münafıkların yalanlarından birisidir 

Allahü Teala, sizi koruyor
Allah, nasıl olur da aileni, 
böyle kötülüklere bulaşmaktan korumaz…

hz. osman ise görüşünü şöyle açıkladı
ya resulallah
Allah, gölgenizi bile hiç kimseye çiğnetmezken
nasıl olur da sizin ailenizin namusunu 
herhangi bir kimsenin kirletmesine 
meydan ve imkan verir…

hz. zeyneb (r.a.) 
peygamberimiz (s.a.v.)'in zevceleri arasında 
güzelliği ve efendimiz yanındaki mevkii ile 
kendisini hz. aişe validemizle eşit görür 
zaman zaman rekabet ederdi

hz. aişe hakkında en küçük kötü bir zanna kapılmamıştı
resulullah’a şu cevabı vermişti

ya resulallah
ben kulağıma gelmeyeni duydum demekten kulağımı
görmediğimi gördüm demekten gözümü korurum
vallahi, ben onun hakkında 
hayırdan başka hiçbir şey bilmiyorum

resul-i ekrem zevcesi hz. aişe'nin 
böyle bir isnaddan uzak olduğunu çok iyi biliyordu
böylesine aâince ve sinsice planlı bir iftiranın 
halk arasında yayılması, 
kendisini son derece üzmüştü

hz. aişe'ye karşı ister istemez 
tavrını değiştirmesine sebep olmuştu
mescidde irad ettiği hutbede 
bunu açıkça ifade ediyordu

ey müslümanlar cemaatı
ailem aleyhindeki iftirasıyla 
beni üzüntüye düşüren bir şahsa karşı 
bana kim yardım eder

vallahi ben, 
ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum
iftiracılar öyle bir adamın ismini de ileri sürdüler ki
ben onun hakkında da 
hayırdan başka bir şey bilmiyorum…

hz. aişe'ye iftira edilişin üzerinden 
bir ay gibi uzun bir müddet geçmiş olmasına rağmen 
resul-i ekrem’e (a.s.m.) 
bu hususta herhangi bir vahiy inmedi

irad ettiği hitabesinden birkaç gün sonra 
hz. ebu bekir'in evine vardı
selam verdikten sonra
hz. aişe'nin yanına oturdu ve şöyle dedi

ey aişe
hakkında bana şöyle şöyle sözler erişti 
eğer sen bu isnatlardan uzak isen 
yakında Allah
seni onlardan beri ve uzak tuttuğunu açıklar…

hz. aişe şöyle anlatır
resulullah (a.s.m.) sözlerini bitirince 
gözümün yaşı kesildi 
hemen babama dönüp 
resulullaha bu hususta 
benim tarafımdan cevap ver dedim
babam…vallahi kızım 
resulullaha (a.s.m.) ne diyeceğimi bilemiyorum dedi

hz. aişe şahadet getirip
Cenab-ı Hakka hamd ve senada bulunduktan sonra 
vallahi, ben kendim için de
sizin için de 
yakub'un (a.s.) oğulları ile olan misalinden başka 
getirecek misal bulamıyorum
nitekim, o zaman
'... Artık, bana düşen güzel bir sabırdır
söylediklerinize karşı ancak 
Allah'tan yardım istenir.'demişti

henüz resul-i kibriya yerinden kalkmamıştı 
ev halkından da hiç kimse dışarı çıkmamıştı
efendimize hemen orada vahiy geldi
 
hz. aişe o anı da şöyle anlatır
resulullahı, vahyin ağırlığı ve şiddetinden 
terlemek gibi vahiy alametleri bürüdü
nitekim, vahiy sırasında 
kış günleri bile 
kendisinden inci tanesi gibi ter dökülürdü

resulullahın (a.s.m.) üzerine elbisesi örtüldü
başının altına da deriden bir yastık konuldu
vallahi, ben ne korktum ne de aldırış ettim 
o fenalıktan uzak olduğumu 
Allah Tealanın bana zulmetmeyeceğini biliyordum

vahiy hali, resul-i kibriya’nın üzerinden kalkınca, 
sevincinden gülüyordu
müjde ey aişe
Yüce Allah, seni kesin olarak tebrik etti
yapılan iftiradan beri ve uzak kıldı dedi
hz. ebu bekir de son derece sevindi 
yerinden kalkıp kızı hz. aişe'nin başını öptü

Cenab-ı Hak, 
konu ile ilgili olarak 
resulüne indirdiği ayet-i kerimelerde şöyle buyurdu

‘iftirayı atanlar, içinizden bir zümredir
bunu sizin için bir şer saymayın
aslında bu sizin için bir hayırdır
böyle imtihanlar sizin sevaba erişmeniz için 
birer vesile teşkil eder.

‘iftir atanların her birinin, 
o günahtan kazandığı bir hisse vardır
onlardan günahın büyüğünü üzerine alan kimse için ise 
pek büyük bir azap vardır.

‘o iftirayı işittiğinizde, 
mümin erkeklerin ve mümin kadınların, 
kendileri hakkında hayır düşündükleri gibi 
mümin kardeşleri hakkında da hayır düşünerek
bu apaçık bir iftiradır demeleri 
gerekmez miydi…

‘bu iftirayı ispat etmek için 
dört şahit getirmeli değiller miydi 
madem şahit getirmediler 
o halde Allah katında 
onlar yalancıların ta kendileridir

‘ğer dünyada ve ahirette 
Allah'ın lutuf ve rahmeti üzerinizde olmasaydı
içine daldığınız şey 
yüzünden size pek büyük bir azap dokunurdu.

‘ zaman siz o iftirayı dilden dile naklediyor 
ve hakkında bilginiz olmayan şeyi 
ağzınıza alıp söylüyor,
bunu da basit bir iş sayıyordunuz.
halbuki o, 
Allah katında pek büyük bir günahtır

‘onu işittiğinizde,
bunu söylemek bize yakışmaz
haşa, bu büyük bir iftiradır
demeniz gerekmez miydi

‘gerçek müminlerseniz
Allah size bir daha böyle bir günaha 
asla dönmemenizi öğüt veriyor.
ayetlerini de Allah size böylece açıklıyor
Allah her şeyi hakkıyla bilen
her işi hikmetle yapandır.

‘iman edenler hakkında çirkin söz 
hareketlerin yayılmasından hoşlananlar için 
dünyada da ahrette de pek acı bir azap vardır
Allah her şeyi bilir
siz ise bilmezsiniz…

‘eğer üzerinizde Allah'ın lutuf ve rahmeti olmasaydı 
ve Allah pek şefkatli ve pek merhametli olmasaydı
helak olup giderdiniz…’

böylece Cenab-ı Hak vahiy ile 
hz. aişe hakkında söylenenlerin 
bir iftiradan ibaret olduğunu haber vererek

hem resulünün temiz ruhunu 
pak vicdanını üzüntüden kurtardı
hem hz. ebu bekir'in 
şahsiyetinin küçük düşürülmesine müsaade etmedi
hem de müslümanlar arasında zuhur eden 
fitne ve fesadın büyümesine fırsat vermedi.

resul-i ekrem vahiy geldikten sonra 
çıkıp halka bir hutbe irad etti 
sonra da gelen kur'an ayetlerini onlara okudu

yapılan iftirayı dilleriyle yaymakta 
en çok ileri giden mıstah bin üsase, 
hassan bin sibit
hamme binti cahş'a 
had vurulmasını emretti
iftirâcılara had olarak seksener kamçı vuruldu

redfer

( Yaralı başlıklı yazı redfer tarafından 13.02.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu