
Boyutsuzluğuna sarıldım kâinatın: en
çok da bozguna uğrayandı kanatılan hayallerim ve pergeli sapladım en derine:
aşkı şiar edindiğim yüreğim ise tefe konan ve sandık dolu sözcüğü heba ettim
bir şiire ve dolandım rüzgâr gibi bazense sökün ettim içimde saklı o
coğrafyadan en çok tebessümler biriktirdim içimdeki ağacın dallarına tek tek
astım çaput niyetine ve çapulcu gölgelerden uzağa kaçtım aslında kendimde esir
kalmıştım oysaki bendim aşkın kolluk kuvvetlerine sığınan…
İmgeler renk değiştirdi insanlarsa
ağız.
Resimler saklıydı göğün penceresinde
ve şeceremde saklıydı gerçekler belki de hala edinemediğim e-devlet şifresinde
saklıydı boşa düşmüş yüreğim ve hangi mevsim olduğumu tahmin dahi edemezken…
Kök hücreleri cümlelerin illa ki
şerit değiştiren.
Kor heceler ise teyakkuzda ve gece
beklemede elbet meşgule verdiğim saf yüreğim ama her müşküle düştüğümde daha
çok sevmek iken o mecazi firarım.
Huzurdu peşine düştüğüm.
İblisti takip eden.
Her şerde hayır vardı madem ve hayır,
demeyi şiar edindim içimdeki soruya ve kibirli cevapların yanına bile
yaklaşamadım.
Turuncu idi iblisin saçları ve derin
bir nefret saklıydı bakmayı men ettiğim gözlerinde.
Kirli sarıydı dişleri iblisin ve
nefesi küf kokuyordu elbet şerit değiştirdim en çok da eklem yerlerinde
şiirlerin umutlar yeşersin diye beklemedeydim.
Kayıt dışı bir isyandı kimseye
müdahale edemezken.
Kayıt dışıydım ben de her halükarda
çünkü tapındığım kadar Rabbime tepiniyordum nerede haksızlık ve ihanet görsem
bu yüzden illa ki erteliyordum kendimi sevmeyi.
Mücbir sebepleri vardı evrenin ama
aşk idi kilit noktası.
Kilitli çekmecelerim vardı aklımın
dar ve uzun koridorlarında ve şifresi sadece aşkta gizliydi: aşk ise bende
gizli ve g/izlendiğim kadar mutlu olmayı diledim gel gör ki her izinde acının
kan damladı kalemimden ve kalemin ucu her kırıldığında yüreğim dağlandı.
Resimler yırtık.
Kabrimde asılı bir sözcük.
Ve kaçan ipin ucu oysaki içimde saklı
devasa bir tepegöz.
İzbelerde sürüklenen sözcükler ve
sözcük ambarımda kendimi aç bir tavuk gibi salıp da sözcüklerden biçtiğim
hayalleri ve sevgiyi gagalıyordum.
Önsezilerim ise aralıksız nöbetteydim
elbet uyumayı ertelediğim ve aç yaşadığım uzun yıllar sadece bir bardak çaya
talim ettiğim uzun ve soğuk kış geceleri oysaki mevsimlerden bahardı ama
üşümemi dindiremiyordum.
Solgun yüzünde o firarın.
Sönük ateşinde aşkın.
Ötenazi yaptığım iç sesim elbet dış
ses idi baskın olan ve t/aşkın ruhu idi bana ilham veren…
Sebepsiz sevdiğim ne çok insan,
mevsimleri mekân geceyi zaman bellediğim ve günü çuvala koyup da her yola
düştüğümde o zifiri karanlıkta bir şekilde önümü de görebilmekteydim el yordamı
yaşar ve severken ve izahı olmayan acılardan ve sıkıntılı yollardan geçerken…
İlahi bir düştü işte içine düştüğüm
aşk.
İlahi bir sırdı içimdeki çocuğun
mırıldandığı.
İlahi bir güç elbet aralıksız andığım
ve sığındığım ve her halükarda beni bağrına basan üstelik ağrıma giden hangi
sözcükse kimin dahi söylediğini bilmediğim devasa bir rahmetti aralıksız yağan
üstüme ve gülkurusu bir yastıkta ağlayıp hıçkırıklarıma da sadece O, tanık
iken.
İbresi ölüm olan hayat ve ibaresi
hüzün olan sevgi ve imleci kayıp bir gün aslında şiirlere asılı kaldığım kadar hikâyelerde
biçimlenen yüreğim ve koptu kopacak kıyamet öncesi ruhumun iyice yükseldiğine
emin iken ve en çok kendime duyduğum ihtiyaç ve üstü örtülü hangi duygu ise
beni kabrime sunan oysaki ben henüz yolun ve mutluluğun en başındaydım.
Devindiğim kadar da devirmiştim
insanların diktikleri putlarını.
Gözlerini her üstüme diktiklerinde
ben göğe odaklanıyordum aslında anbean biliyordum da rahmetin nerede olduğunu
ve her gördüğüm surette hatta evrenin her zerresinde içime daha da çok sinen
bir aşkla bağdaş kurduğum bu rahlede sadece bekliyordum ve ekliyordum dualarımı
birbiri ardına.
Kibirli tavus kuşları.
Posta kutuma şiirler bırakan posta
güvercinleri.
Yazdığım onlarca mektup ve sahibine
henüz teslim etmediğim…
Ve işte en güzel şiirimi yazmayı
beklerken tasniflediğim ömrüm ve tecrit edildiğim bir dünya elbet mahlasım da
aşk iken ve kibirsiz bir aşka kanat açıp nihayetinde kendime yaklaştığım
üstelik sevmeme izin vermeyen kibirli yüreklerden bana uzanan o köprü bense
sevilmeyi beklerken bir ömür hep de sevmeyi şiar edinmişken nihayetinde
ayırdına vardığım o ikilem:
En güzel aşk aslında bendim ve d/okunduğum
her yürekte ulaşmıştım bir şekilde sonsuz rahmete ve içimdeki t/aşkın nehir sık
sık sularının kabardığı ve tüm bentleri yıkıp geçerken aradığımı bulmanın
verdiği huzurla nihayetinde içsel yolculuğum vazifesini ifa etmişti…
Saltanatı bitmişti artık hüznün.
Süzgündü yüzüm ama asla üzgün olmayan
ve Şimal yıldızına öykündüğüm kara gecede biliyordum da bu karanlıkta kara
karıncanın ayak sesine vakıf olan Rabbim nihayetinde gözlerimi açmıştı ve
şakıyan iç sesime itaat eden kalemim ve inancımla sonunda d/okunmuştum içte
içimdeki masum çocuğa.
Severek geçirdiğim ömrün akabinde
kendimi sevmeye geç kalmışlığımla biliyordum da nerede hata yaptığımı ve ara
ara verdiğim molalar ertesinde ağır yürüyüp de kimse bana molla diyen aslında
biliyordum kim olduğumu üstelik bu güne kadar kim ne derse desin haizi olduğum
yüreğimi ve duygularımı mademki koruyup kollamıştım yüzümde ve ruhumda kocaman
bir gülümseme ile kalemimin ucunu iyice açtım ve açık kalp gözüme dolan nurla
huzura erdim sonunda: gel gör ki bu, henüz başlangıçtı ve daha da çok sevmek
adına arayacağım sebeplerin ve nazlı kalemimin sesinin peşine düştüm üstelik
önceki yolculuğuma oranla hiç olmadığım kadar umut doluydum.
Çünkü tüm bunlar inancın ve aşkın
zaferiydi.
Bir renktim madem sık sık solan.
Bir sestim madem aralıksız şakıyan.
Rahmetti madem üstüme yağan…
Bir kıvılcımdan başlayan o mübarek
yangın ki; içimin tüm buzullarını eriten ve coşkumu şelale aşkımı ise ibadet
bildiğim çünkü sonsuzluktu aşkla yolu kesişen ve umudun dokusunda saklıydı her
şey ve de ruhum…