
Burası Kastamonu
ilimizin Şenpazar ilçesi yaklaşık olarak bir yıldır burada görev yapıyorum.
Küçük şirin bir ilçedir Şenpazar. Yemyeşil doğası, tertemiz havası, cömert ve
güler yüzlü insanlarımızla bize gurbet değildir. Kışları da bir başka güzel
olur. Lapa lapa yağan karla birlikte karşı tepeler, o güzelim meşe ağaçları
çamlar bembeyaz bir örtüyle kaplanır. Bu vakitler hep çocukluğum gelir aklıma.
Ben küçükken bizim ilçemize öyle kar yağardı ki bazen bir metreyi aşardı. Tek
katlı müstakil evimizin bahçesinde kar belimizi geçerdi. Her şey doğaldı.
Anacığım o mübarek Anadolu kadını sabahın erken saatlerinde kalkar, soğuktan
moraran elleriyle sobamızı yakar, demlikte ısıttığı suyu evin dışındaki demir
boruların üstüne dökerek donan suyumuzu açmaya çalışırdı. Sanki bir rüya
gibiydi, hatıraları hafızamda silinmez izler bırakmıştı.
Şenpazar bu
nedenle bana doğup büyüdüğüm yerleri hatırlatıyordu. Yağan karla birlikte
bembeyaz bir örtüyle kaplanan tabiatın o doyumsuz renkleri elbette beraberinde
zorlukları da getiriyordu. Zaman zaman dağlarda aç kalan hayvanlar ilçe
merkezine kadar iniyordu. Özellikle geceleri binamızın önüne kadar gelen
kurtlar ve tilkiler için bazen yiyecek bırakıyorduk. Bunlardan kahverengi tüylü
ayak bilekleri beyaz bir tilki vardı. Gündüz olunca güvenlik kameralarından onu
seyrediyorduk. Kevin Costner’in başrol oynadığı Kurtlarla dans filminden
esinlenerek ben de bu tilkiye çift çorap adını vermiştim. Aslında çift çorapla
dost olabilmek için çok uğraşıyor, gelmesi muhtemel yerlere yiyecek
bırakıyorduk. Ancak hayvan o kadar ürkekti ki en küçük seste bile tabanları
yağlayıp kaçıyordu güvenlik kameralarını inceleyip çift çorabı görürsek
mutluluğumuz bir başka oluyordu.
Yine
böyle soğuk ve karlı bir kış günü kalmakta olduğum öğretmenevinden Emniyet
Amirliği binamıza geliyorum. Her pazartesi günleri olduğu gibi büyük yolcu
otobüsü hemen yanımızdaki durakta İstanbul’a gidecek ilçe sakinlerini bekliyor.
Binanın önünde kestane çuvalları, pekmez, peynir bidonları, meyve sebze
çuvalları dolu. Oradakilere dostça bir selam verip hayırlı yolculuklar
diledikten sonra Emniyet Amirliği binamıza giriyorum. Bu gün bizim emniyette
normal günlerden farklı bir hareketlilik var bunu sezebiliyorum. Yanıma gelen
arkadaşlar heyecanla Karaman mahallesinde boş bir çiftlik evinin çevresindeki
tellere bir ayının takıldığını geceden beri muhtemelen orada olduğunu, ilçe
halkından bir kalabalığın ayıyı görmek için mahalleye doğru gittiğini
söylüyorlar. Hemen ekip otosuna atlayarak mahalleye doğru gidiyoruz. Sağlı
sollu kar yığınları arasındaki toprak yoldan mahalleye giriyoruz. Çiftlik evi
biraz daha yukarıda ancak kar yolu kapatmış daha fazla ilerlemek imkânsız
araçtan aşağı inip kalan yolu yürüyerek çıkmak zorundayız. Çiftlik evinin dışındaki
tel örgülerinin hemen aşağısında bulunan çukur bir alanda tellere takılmış
ayıyı görüyoruz. Hayvan gerçekten acı içerisinde bağırıyor, çevreye toplanan
meraklı kalabalığı biraz uzaklaştırmak için çabalıyoruz. Boz renkli devasa
büyüklükteki ayı belinden kendisini sıkıştıran teli koparmak için çabalıyor ama
nafile sanki tel, o çırpındıkça daha da çok sıkışıyor. Zavallı hayvanın telden
kurtulmak için yaptığı canhıraş mücadele bana gittikçe daha da çok dokunuyor.
Hemen yanımda duran mahalle muhtarına dönerek: Bana bir pense ya da keski bulun
aşağı inip teli keseyim sonra hızla yukarı çıkarım hayvanda kaçıp gider
diyorum. Muhtar ve onun yanındakiler bu teklifime hiç de sıcak bakmıyorlar. Komiserim
kahraman mı olmak istiyorsunuz sizin gibi Cide ilçesinde de bir muhtar aynı
şekilde tuzağa takılan bir ayıyı kurtarmak istedi. Hayvan bir pençe darbesiyle
bacağını kopardı. Sen teli kesince daha bir adım atamadan yakalar seni sonra ne
yapar bilemeyiz diyerek gülüyorlar. Muhtar ve çevresindekilerin bu cesaret kırıcı
sözleri beni etkiliyor. Bu fikirden vaz geçiyorum. Bir ayının elinde ölmek
istemiyorum. Peki, ne yapalım diyorum. Muhtar ve mahalle sakinleriyle kafa
kafaya verip ayıyı kurtarabilmek için çeşitli fikirler ileri sürüyoruz. Bir
mahalle sakini bir kepçe bulup getirmemizi kepçeyle hayvanı kapana alıp sonra
teli kesip kepçeyi kaldırıp hayvanı göndermeyi deneyelim diyor. Ancak bu fikir
işe yaramıyor çünkü kepçenin o çukura kadar inmesi imkânsız. Diğer birisi uzun
halatlar atıp hayvanı bağlamayı sonrada takıldığı teli kesmeyi öneriyor. Ancak
bu da akla uygun gelmiyor. Çünkü hayvan halatlarla tutulunca kendisine zarar
verileceğini düşünerek daha çok çırpınabilir. Bu nedenle karnındaki tel onu
daha da çok sıkıştırabilir. Yine en mantıklı çözümü mahalle muhtarı söylüyor.
İl merkezinde bulunan Doğa ve milli parklar müdürlüğüne telefon açarak buradan
bir veteriner isteyip uyuşturucu iğneyle hayvanı uyutup sonra vücudunu saran
teli kesip hayvanı kurtarmayı öneriyor. Sanırım akla ve mantığa en uygun gelen
çözüm yolu da bu. Ancak bulunduğumuz ilçe, il merkezine yaklaşık bir saat
uzaklıkta üstelik ekibin hazırlanması çıkması yaklaşık olarak bir buçuk saati
bulabilir. Ahh! Zaman! Zaman bu tarz olaylarda çok önemli hale gelebiliyor. Bir
saatlik yol gözümüzde o kadar büyüyor ki adeta bir günlük yola dönüyor. Ancak
yapacak başka bir şey olmadığını düşünüyoruz. Doğa ve milli parklar müdürlüğüne
telefon açarak bir veteriner istiyoruz. Beklemeye başlıyoruz. Her geçen dakika
bana bir yıl gibi geliyor. Beklerken kalabalığı uzaklaştırıyoruz. Acı içinde
bağıran hayvanın insanları gördükçe daha fazla korkmasını istemiyoruz. Yaklaşık
bir buçuk saat sonra veteriner ve ekibi olay yerine geliyor. Çabucak bir durum
değerlendirmesi yapıyoruz. Vakit kaybetmemek için veteriner hazırladığı uyuşturucu
iğneyi hayvana yaklaşarak atıyor. Tabancayı hayvanın yüzüne doğrultunca sanki
ne olacağını anlar gibi, canının yanacağını düşünür gibi daha çok çırpınıyor.
Aradan uzun süre geçmesine rağmen hayvan bir türlü uyumuyor. Acı içinde
bağırıyor. Geçen her dakikanın zavallı hayvan için daha da kritik bir vaziyet
aldığını hissedebiliyoruz. Veteriner bir doz iğnenin hafif geldiğini düşünüyor.
İkinci uyuşturucu iğneyi atmaya karar veriyor. Bu kritik bir karar çünkü
hayvanın önemli bir sağlık sorunu varsa bir an önce müdahale etmek gerekiyor.
Atılan bir doz iğneyle uyumadığı gibi, bu onu daha da öfkeli hale getiriyor.
Tellerden kurtulabilmek için daha da büyük bir çaba sarf ediyor. Ancak bu çaba
onun daha fazla yaralanmasından başka hiçbir işe yaramıyor. Muhtemel geceden
beri burada olduğu için karnından sıkıştıran tellerin bıçak gibi kesip hayvanda
iç kanamaya da neden olmuş olabileceğini düşünüyoruz. Veterinerde bunun
kuvvetli bir ihtimal olduğunu söylüyor. Bu nedenle ikinci iğnenin atılmasına
karar veriyoruz. Aksi takdirde durum daha da vahim bir hal alacak. Veteriner
tekrar yaklaşarak ucunda uyuşturucu iğne olan tabancayı ayıya doğrultup atıyor.
Bir kaç dakika sonra dev cüsseli hayvan uykuya dalıyor. Yine de yavaş adımlarla
temkinli bir şekilde yanına gidiyoruz. Elimizdeki penselerle telleri kesip
tekrar uzaklaşıyoruz. Yaklaşık yarım saat hayvanın uyanıp kalkıp yeniden ait
olduğu ormana dönmesini dört gözle bekliyoruz ancak nafile zavallı hayvan
uyanmıyor. Veterinerle beraber yeniden yanına gidiyoruz. Veteriner nefes
almadığını söylüyor. Bir takım aletlerle uzun bir süre çaba sarf ediyor. Orman
görevlileri, polisler, muhtar, vatandaşlar, herkeste bir sessizlik derin bir
üzüntü. Veteriner hayvanı uyandırmak için çabalıyor ancak nafile. Zavallı ayı
ölüyor. Karnında derin bir kanama ve tellerden kaynaklı kesi yaraları var.
Hepimizde bir moral bozukluğu. İçimizde derin bir acı. Kimisi belki de
yavruları vardır diyor. Kimimiz belki de çok açtı zavallı hayvan diyor. Orman
görevlileri tarafından alınan hayvan bir kamyonete yüklenerek gömülmek üzere
Kastamonu Doğa ve milli parkları koruma müdürlüğüne gönderiliyor. Bizde boş
olan arazide telleri çekeni bulabilmek için aylarca sürecek bir çalışmaya
başlıyoruz. Ancak ne zavallı ayıyı ne de acı içindeki bağırışlarını unutamıyoruz.
Mehmet Nurettin Üstün
(Polis Hikâyeleri kitabından)