Bu sabah uyandığımda odada bir şeyler farklıydı. Ama neyin değiştiğini tam olarak söyleyemem.
Tavan mı daha alçaktı, yoksa duvarlar mı biraz daha içeri sokulmuştu? Belki de ben küçülmüştüm. Ellerime baktım, parmaklarım tanımadığım birine ait gibiydi.
Pencerenin kenarına gözüm takıldı. Güneş doğmuştu, ama ışığı odama ulaşmıyordu.
Sanki dışarıdaki dünya benden geri çekiliyordu.
Papatyalara döndüm.
Ölü gibiydiler.
Yapraklarının uçları kahverengiye çalmış, toprağın üzeri ince bir toz tabakasıyla kaplanmıştı.
Oysa sulamıştım, değil mi? Eminim… eminim dün ellerimle toprağı eşelemiş, köklerini hissetmiştim. Ya da önceki gün müydü?
Zaman… Zaman burada tuhaf bir şey.
Doktor geldiğinde saat kaçtı bilmiyorum. Gün ortası olmalıydı ama içimde, gece yarısını yaşıyordum.
Her zamanki gibi defteri elindeydi. Ama bu sefer bir şey fark ettim. Not almadı.
Sadece baktı.
Papatyalara, bana, odamın her köşesine… Sonra gözleri yine benim üzerimde durdu.
Gözlerimi kaçırmadım. Belki bir şey bulur diye, belki de içimde büyüyen sessiz çığlığı görür diye.
Bir süre konuşmadı. Sonunda dudaklarının arasından şu kelimeler döküldü:
"Rüyaların nasıl?"
Rüyalarım.
Seni anlatmalı mıyım? O tozlu masayı? Papatyaların yok oluşunu? Seni her gece biraz daha az hatırladığımı?
Sustum...
Doktor sessizliğimi bekledi, sonra başını eğdi.
Bir şeylerin farkına varmış gibiydi. Ama neyin?
"Hatırlamak zor olabilir," dedi. "Ama bazen unutmak daha zor olur."
Odadaki hava ağırlaştı. Göğsümde tanıdık bir sıkışma. Bir an, doktorun gözlerinde kendimi gördüğümü sandım.
Ama ben değildim.
Ben olamam.
Kapı kapandı. Ayak sesleri uzaklaştı.
O gider gitmez papatyalarıma döndüm.
Eğildim, ellerim toprağa bastı. Nem… Çok az. Ama sorun bu değildi. Sorun, köklerin olması gerektiği yerde olmamasıydı. Sanki bir şey onları içeriden kemiriyordu.
O gece seni rüyamda tekrar gördüm.
Ama artık odada bir masa bile yoktu.
Boşluk. Sonsuz, karanlık bir boşluk.
Sen yine oradaydın, ama yüzün… Yüzün yoktu.
Hatların silinmiş, gözlerin boşalmıştı. Bomboş bir çerçeve gibiydin.
Baktım. Konuşmak istedim.
Ama sesim çıkmadı.
Sen de konuşmadın.
Sadece papatyaların olmadığı o boşluğa baktın.
Uyandığımda, bir süre yatağımdan kalkamadım. Tavanı izledim. Kalbim hızla atıyordu ama nedenini bilmiyordum.
Sonra hatırladım.
Senin yüzün yoktu.
Rüyanın soğuk izleri hâlâ üzerimdeydi. Ellerimi yüzüme sürdüm, avuçlarımı saçlarıma gömdüm.
Doktorun sesi kafamın içinde yankılandı.
"Hatırlamak zor olabilir, ama bazen unutmak daha zor olur."
Peki ben kimi unutuyordum seni mi, kendimi mi?..
(
Tımarhane Günlükleri (Gün Dört) başlıklı yazı
fidan-yesim-polattan tarafından
10.03.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.