Peygamberimiz H.Muhammad Mustafa (s.a.v)in hatırasına ithafen
Hayat hikayesinin 109.bölümü
ümidimizi kesmişiz kendimizden
zifir bir gecedeyiz
geleceğimize ölüm yazılı
ki gecemiz yunusun gecesinden
bin kez daha korkulu
denizimiz şu dünya
her dalgasında binler ölü vuruyor kıyıya
denizimiz yunusun denizinden de belalı
yutulmuşuz
elimiz kolumuz bağlı
nefsimize yem olmuş kalbimiz
hırsın ve şehvetin
heves ve hevanın ağzında sonsuzluk
ümitlerimiz boğulmakta
bizim balığımız yunusun balığından daha iştahlı
kıyıya çıksak da balığımız yanımızda
denizin dibinde değil sadece
kıyılarda, kuytularda, meydanlarda, odalarda, gölgelerde
kirpik uçlarımızda
saç diplerimizde
hecelerimizin arasında
suskunluklarımızda…
sıcacık tebessümünde eritti acılarımızı
yaralı yunusun hatırasından
bir yar eli değdi yaralarımıza
hala orada
sessizlik…
söz ağaçsa, kökü sessizlik olmalı
vicdanın toprağında kök salmalı söz
yoksa ağacın gövdesi muhkem olmaz
dalları sağlam uzanamaz göklere
yaprakları soluk
çiçekleri çelimsiz, meyveleri acı
belki hiç meyvesiz
olursa da dibine düşer
ötelere ulaşmaz
sessizlik…
kalbe sessiz bir yerinden tutunmadan
yükselen söz bulandı
idrakin derinlerine uğramadan
gırtlağa vuran söz ses toylaştı
gizli sancılardan
isimsiz pişmanlıklardan
filizlenmeyen nasihatler
tıkızlaştı
sığlaştı
kolay söylememeli sözü insan
titremeli sesi belki
nefesine ateş bulaşmalı
kolayca söyleyememeli
sözü
kolay da duymamalı insan
yaralanmalı
sendelemeli
vurulmalı
kalbini kanatmalı
vicdanından toz kaldırmalı kelimeler
dili tutulmalı
yutkunmalı sessizce
gırtlağından bir şey geçmemeli
iki yönde de
ne bir lokma yutabilmeli
ne iki hecelik lokmayı diyebilmeli
ses yüksek
ve gürültü
ümidimizi alıyor elimizden
anlaşılmaktan uzaklaşıyoruz sesimiz yükselttikçe
anlayışla karşılanmayacağız gürültü çıkardıkça
sessizlik
merhamet ediliyor sessiz kalana
sessizliği merhamete bağlayan ben değilim
alemlerin Rabbi
susun diyor
ki merhamet edilsin size
okyanusun kalbi olmalı
koynunda inci sözler büyütmeli
ıssız derinliklerde mercanları kanatmalı
yoksa ses denizinin kıyıya vuruşu sahici olmaz
yoksa söz okyanusu taze söz yağmurlarına anne olamaz
çöllere hayat vaat etmez olur
kendi köpüğünde boğulur
o kadar çok ses var ki
gürültüye döndü konuşmalar
dinlemenin erdemini unuttuk
sözüm kesildi diye
öfkelenenleri seyrederken
sessizliğimi bozdunuz
sitem edenleri menkıbelerde bıraktık
o kadar düştük ki konuşmanın ağına
sesler yükseldi
sözler irtifa kaybetti
dil kalbin önüne geçti
terbiye eden
terbiye ettiğini değerli görür
yeni değer katmak ister ona bir de
tıpkı ustanın elması işlemesi gibi
değerli olmasaydı emek verir miydi
o hırçın taşa
haylaza, inatçıya, söz dinlemeze
hizaya gelmeze
biçim vermek için
ter döker miydi
öyle de
Rabbi de insanı
sükutun kıyılarına çağırıyor
eteğinde bekliyor sessizliğin
sözlerini çekmesini istiyor meydanlardan
indirmesini umuyor sesini
çünkü merhamet etmek istiyor
kıymetlendirmeyi murat ediyor
yeni baştan
ötelerin müjdesi eğildi
ümitsizliğin kara perdesi yırtıldı
doğduğunda babasızdı
6 yaşında annesiz kaldı
bir öksüz burukluğuyla
bir yetim kırılganlığı ile yaşadı
çocukluğu duru ve sade oldu
kalbi çöl yalnızlığında kıvamını buldu
hiçbir şeyin yerinde kalmadığı çölde
geçici gölgelere sığınarak tanıdı hayatı
çok sonraları
ben ve dünyanın misali
bir ağaç gölgesinde dinlenen bir yolcu gibiyim
dedi
çocukluğun hatırını hep önde tuttu
bir kız çocuğu hayranlıkla elini tutacak olursa
ki çok oldu
o kız çocuğu elini bırakıncaya kadar
elini ellerinden çekmedi
omuzlarına bir çocuk oturduğunda
secdesini o kalkana kadar bitirmedi
bir taraftan çocukların ağlama seslerini duyduğunda
namazı kısa kesti
çocukları da kuşları da sevdi
çocukların önceliklerini ciddiye aldı
küçümsemedi
çocukların kuş yüreklerine teselliler sundu
kuşu ölen çocuğu taziyeye gitti
gözü de gönlü de çocukların gönlü hizasına eğildi
yeri geldi
çocukla çocuklaştı
yeri geldi
en ağır şakaları sessiz bir tebessümle karşıladı
*
hicretin 8. yılı cemaziye'l-evvel ayı
elçi haris hazretleri
dimaşk nahiyelerinden belka'a bağlı
mü'te köyüne varınca
bizans kayzerinin şam valilerinden
şürahbil bin amrü'l-gassani'nin yanına
çıkartılmıştı
şürahbil
hz. haris'in efendimizin (s.a.v.)'in elçisi olduğunu
öğrendiği halde hunharca öldürmüştü
elçisinin şehit edildiği haberini alan resul-i zişan
son derece müteessir oldu
sahabe-i güzin de fazlasıyla üzüldü
o ana kadar resul-i kibriya efendimizin
hiçbir elçisi öldürülmemişti
hz. haris,
hz. resulullahın şehit edilen ilk ve son elçisiydi
bu vahşice cinayet
çok büyük bir mana taşıyordu
doğrudan doğruya
hz. resulullah ve müslümanları
gönülden rencide eden çirkin bir hadiseydi
şürahbil bu alçakça davranışıyla
islama karşı olan derin kin ve düşmanlığını
ortaya koyduğu gibi,
devletler arasında cari
elçiye zeval olmaz temel prensibini de ihlal etmişti
hadiseyi değerlendiren resul-i ekrem
derhal bir ordu teşkil etti
3.000 mücahitten meydana gelen bu ordunun başına
kendi azatlısı olan zeyd bin harise'yi tayin etti
resul-i ekrem
zeyd bin harise'yi kumandan tayin ettiğini
belirttikten sonra şöyle buyurdu
zeyd şehid olursa, yerine cafer bin ebi talib geçsin
cafer şehit olursa, yerine abdullah bin ravaha geçsin
abdullah da şehit olursa
müslümanlar aralarında kendilerine kumandan seçsin
feraset sahibi müslümanlar
bu ifadelerdeki ince manayı kavramışlardı
gözyaşları arasında
ya resulallah, keşke sağ kalsalar da
kendilerinden faydalansak derken,
hz. resulullah hiç bir cevap vermeyerek sustu
ya sırasıyla kumandanlığa geçecek olanlar
onlar da akıbetlerini hz. resulullahın
bu yüce sözlerinde gizli olduğunu bildikleri halde
yola çıkmada zerre kadar tereddüt göstermediler
emri peygamberiye ruhu canla itaat ettiler
evet onlar, bile bile ölüme koşuyorlardı
bu ölüm normal ölümlerden farklı olacaktı
bu ölüm onları hayat mertebelerinin
en yükseğine ulaştıracaktı
şehitlik
gönüllerinde yatan tek gaye
i'lay-ı kelimetullah
ruhlarını saran tek arzu şahadetti
işte onları coşkun bir hava içinde
sefere çıkaran gaye ve arzu bu idi
üç bin kişilik islam ordusu
tek vücut haline gelmiş
harekete hazır bekliyordu
o sırada efendimiz
beyaz bir sancak bağlayıp
komutan hz. zeyd'e verdi
haris bin umeyr'in öldürüldüğü yere kadar gidiniz
orada bulunanlara islamı teklif ediniz
kabul ederlerse ne ala
etmezlerse Allah'ın yardımına güvenerek
onlarla çarpışınız diye emretti
mücahitleri uğurlamaya resul-i ekremle birlikte
bir çok müslüman da seniyyetü'l-veda'a
veda yokuşuna kadar gelmişti
resul-i ekrem burada durdu
mücahitlere şu emir ve tavsiyelerde bulundu
ben, size Allah'ın emirlerini yerine getirmenizi
yasaklarından uzak kalmanızı
müslümanlardan yanınızda bulunanlara karşı
hayırlı olmanızı
iyi davranmanızı tavsiye ederim
Allah yolunda
Allah'ın ismiyle savaşınız
ahde vefasızlık göstermeyiniz
küçük çocukları öldürmeyiniz
kadınları, yaşlanmış pirifanileri katletmeyiniz
ağaçları kesip yakmayınız
evleri yıkmayınız
Orada nasranilerin kiliselerinde
halktan uzaklaşmış
kendilerini tamamen ibadete vermiş
bir takım kimseler bulacaksınız
sakın onlara dokunmayınız
efendimiz (a.s.m.) sonra
ordunun komutanı hz. zeyd bin harise'ye de
şunları emretti
müşriklerden düşmanınla karşılaştığın zaman
onları üç husustan birine davet et
hangisini kabul ederlerse, onlara dokunma
sonra onları muhacirler yurdu olan medine'ye
hicrete davet et
davetine icabet ederlerse
muhacirlerin sahip oldukları haklara
kendilerinin de sahip olacaklarını
onların mükellef bulundukları vazifelerle
kendilerinin de mükellef olacaklarını bildir
eğer
müslüman olup yurtlarında oturmayı isterlerse
müslümanların göçebe araplar gibi olacaklarını
onlar hakkında uygulanan ilahi hükmün
kendileri hakkında da uygulanacağını
harp ganimetlerinden kendilerine bir şey verilmeyeceğini
ganimetten ancak müslümanların
yanında muharebe etmiş olanların
faydalanacaklarını haber ver
eğer
müslüman olmaya yanaşmazlarsa
onları cizye vermeye davet et
onlardan, bunu kabul edenlere dokunma
cizye vermeye de yanaşmazlarsa
Allah'ın yardımına sığınarak onlarla çarpış
eğer
muhasara ettiğin kale veya şehir halkı
kendilerini Allah'ın hükmüne göre
teslim almanı senden isterlerse
onları Allah'ın hükmüne göre teslim alma
kendi hükmüne göre teslim al
çünkü sen,
Allah'ın, onlar hakkındaki hükmüne
isabet edip etmeyeceğini bilemezsin
bu emir ve tavsiyelerinden sonra
resul-i kibriya mücahitlerle vedalaştı
artık islam ordusu
göz ve gönül yaşları arasında
medine'den uğurlanmıştı
hz. fahr-i alemin bizzat kendi eliyle verdiği
beyaz sancak
başlar üzerinde ihtişamla dalgalanıyordu
sinedeki yürekler
hz. resulullahın sunduğu sözler
verdiği öz ve ruh ile atıyordu
çölün saf, uçsuz bucaksız sinesine
süzülen mücahitler
kimlere ve hangi diyara gidiyordu
görünüşe bakılırsa suriye hududunda bulunan
reisliğini şürahbil bin amr'ın yaptığı beylikle
hesaplaşmaya gidiyordu
hayır…
bu, işin sadece dış görünüşü idi
hakikatte koca bir bizans imparatorluğunun
gururlu ,kibirli ordusuyla hesaplaşmaya gidiyordu
göğüsleri heyecan
cihada karşı aşkla dolu mücahitler
uçsuz bucaksız kum denizini
at ve deve sırtında aşmaya çalışarak
yollarına devam ediyorlardı
bu sırada
şürahbil'in kulağına islam ordusunun
medine'den hareket ettiği haberi ulaştı
şürahbil hazırlanmakta gecikmedi
kayser heraklius'a haber uçurarak
kendisinden yardım dileğinde bulundu
bu arada,
vadi'l-kura'ya gelip konmuş bulunan
islam ordusuna karşı da
kardeşi kumandasında bir askeri kuvveti
öncü olarak gönderdi
mücahitler vuku bulan çatışmada
komutan sedus'u öldürdüler
birliğini de bozguna uğrattılar
bu bozgun, şürahbil'in gözünü korkuttu
ilk saldırıyı başarıyla önleyen islam ordusu
vadi'l-kuran'dan ayrılarak
şam topraklarından maan'a gelip konakladılar
mücahitler burada korkunç bir haberle irkildiler
bizans imparatoru heraklius
rumlardan 100.000 askerin başına geçmiş
güneye doğru yürüyormuş
harp alet ve malzemeleri bakımından ordusu
son derece mükemmelmiş
kulakları çınlatan bu haber yalan değildi
yalan olmadığı için de
hz. zeyd, mücahitlerin görüşlerini öğrenmek istedi
konuşanların ekserisi şu görüşteydi
resulullah aleyhisselama mektup yazıp
düşmanımızın sayısını bildirelim
bize savaşacak er göndersin
ya da bu yolda yapmak istediği şeyi
bize emretmesini isteyelim
o zamana kadar konuşmayan
hep susup dinleyen biri vardı ki
konuşma sırası ona gelmişti
bu hem büyük bir şair
hem de emsalsiz bir kahraman olan
abdullah bir ravaha idi
komutan zeyd hazretlerinin
sorusunu kahramanca şöyle cevaplandırdı
vallahi, sizin şimdi istemediğiniz şey
arzulayıp o arzu ile yola çıktığınız şehitliktir
biz insanlarla
ne sayıca, ne silahça, ne de at ve süvarice
çokluk olduğumuz için değil
Allah'ın bizi şereflendirdiği
şu din kuvvetiyle savaşıyoruz
gidiniz…
çarpışınız…
bunda muhakkak iki iyilikten biri vardır
ya şehitlik ya zafer
mücahitler bu samimi ve yürekten sözleri
sanki abdullah bin ravaha'dan değil de
bir başka alemden kendilerine
bir seslenişmiş gibi dinliyorlardı
iman ve cihat aşkıyla yanan içler
bu sözlerle birden nurani birer alev halini aldı
vallahi ravaha'nın oğlu doğru söylüyor diyerek
cesaretle düşmana doğru yol almaya başladılar
tarih hicretin sekizinci yılı
cemzziyelevvel ayını gösteriyordu
yer, mu'te meydanı idi
bir tarafta yüz bini aşan
gururlu ve intizamlı hıristiyan bizans ordusu
diğer tarafta, üç bin kişilik
hasmına kıyasla gayet az
harp malzemelerinden mahrum
hz. zeyd kumandasındaki islam ordusu
birincisinde her şey var
bir tek şey yok
ikincisinde düşmana nisbetle hiçbir şey yok
sadece bir tek şey var
iman
uğrunda her şeylerini
feda etmek duygusuyla harekete geçen
dinlerinin sahibi Allah'a
iman ve O’nun yardımına olan itimat…
zahire bakılıp hüküm vermeye kalkıldığı takdirde
görünen manzara garip bir durum arz ediyordu
kıyas kabul etmeyecek bir çokluk
azlık karşı karşıyaydı
nitekim
bizans imparatoru heraklius
karşısında bir avuç insanı görünce
hadiseye bu kadar ehemmiyet verişinin
manasız düştüğünü
onları bir anda yok edeceğini düşünmüş olacak ki
kendisini tutamayarak kahkahalar savurdu
sonra da
bu kadar zahmet ve külfete
manasızca sebebiyet verdiği için
şürahbil'i de tekdir etti
ne var ki
kayser iki şeyi birbirine karıştırıyordu
görünüş ve hakikati.
evet, görünüşte gerçekten
bizans ordusu göz kamaştırıcı bir haşmete sahipti
ancak hakikatte bu haşmetli görünüş altında
cılız ve sönük bir ruh vardı
islam ordusu
görünüşte gerçekten sayıca azdı
silahça güçsüzdü
hakikatte bu azlığın içinde azametli bir ruh
bir mana, bir heyecan ve aşk vardı
galibiyetler
muzafferiyetler …
tarihte ihtişamlı görünüşlerin değil
hep azametli imanın
büyük ruhun ve haşmetli mananın olagelmiştir
iki taraf artık birbirlerini iyice görmüşlerdi
bundan sonra bekleyip durmak manasızdı
islam ordusunun kumandanı hz. zeyd bin harise
resul-i kibriyânın teslim ettiği ak sancağı
omuzlayarak ortaya atıldı.
çarpışma şimşek çakışları süratinde başladı
bir anda yerler kana bulandı
tekbir sesleri
kılıç şakırtıları
at kişnemeleri
yaralı feryatları
harp naraları
birbirine karıştı…
redfer