Serbest Kürsü / Nesir

Eklenme Tarihi : 11.03.2025
Okunma Sayısı : 207
Yorum Sayısı : 7
Nefesine Ateş Bulaşmalı


Peygamberimiz H.Muhammad Mustafa (s.a.v)in hatırasına ithafen 
Hayat hikayesinin 109.bölümü

ümidimizi kesmişiz kendimizden
zifir bir gecedeyiz
geleceğimize ölüm yazılı
ki gecemiz yunusun gecesinden 
bin kez daha korkulu
denizimiz şu dünya
her dalgasında binler ölü vuruyor kıyıya

denizimiz yunusun denizinden de belalı
yutulmuşuz 
elimiz kolumuz bağlı
nefsimize yem olmuş kalbimiz 
hırsın ve şehvetin 
heves ve hevanın ağzında sonsuzluk 
ümitlerimiz boğulmakta 
bizim balığımız yunusun balığından daha iştahlı 

kıyıya çıksak da balığımız yanımızda
denizin dibinde değil sadece 
kıyılarda, kuytularda, meydanlarda, odalarda, gölgelerde 
kirpik uçlarımızda 
saç diplerimizde 
hecelerimizin arasında 
suskunluklarımızda…

sıcacık tebessümünde eritti acılarımızı
yaralı yunusun hatırasından 
bir yar eli değdi yaralarımıza
hala orada
sessizlik… 

söz ağaçsa, kökü sessizlik olmalı
vicdanın toprağında kök salmalı söz
yoksa ağacın gövdesi muhkem olmaz
dalları sağlam uzanamaz göklere
yaprakları soluk
çiçekleri çelimsiz, meyveleri acı
belki hiç meyvesiz
olursa da dibine düşer
ötelere ulaşmaz
sessizlik…

kalbe sessiz bir yerinden tutunmadan 
yükselen söz bulandı 
idrakin derinlerine uğramadan 
gırtlağa vuran söz ses toylaştı
gizli sancılardan
isimsiz pişmanlıklardan 
filizlenmeyen nasihatler 
tıkızlaştı
sığlaştı

kolay söylememeli sözü insan
titremeli sesi belki
nefesine ateş bulaşmalı
kolayca söyleyememeli  
sözü
kolay da duymamalı insan
yaralanmalı
sendelemeli 
vurulmalı 

kalbini kanatmalı 
vicdanından toz kaldırmalı kelimeler
dili tutulmalı
yutkunmalı sessizce
gırtlağından bir şey geçmemeli 
iki yönde de
ne bir lokma yutabilmeli 
ne iki hecelik lokmayı diyebilmeli

ses yüksek
ve gürültü 
ümidimizi alıyor elimizden 
anlaşılmaktan uzaklaşıyoruz sesimiz yükselttikçe
anlayışla karşılanmayacağız gürültü çıkardıkça
sessizlik 

merhamet ediliyor sessiz kalana 
sessizliği merhamete bağlayan ben değilim 
alemlerin Rabbi
susun diyor 
ki merhamet edilsin size 

okyanusun kalbi olmalı
koynunda inci sözler büyütmeli
ıssız derinliklerde mercanları kanatmalı
yoksa ses denizinin kıyıya vuruşu sahici olmaz
yoksa söz okyanusu taze söz yağmurlarına anne olamaz 
çöllere hayat vaat etmez olur 
kendi köpüğünde boğulur
 
o kadar çok ses var ki 
gürültüye döndü konuşmalar 
dinlemenin erdemini unuttuk
sözüm kesildi diye 
öfkelenenleri seyrederken 
sessizliğimi bozdunuz 

sitem edenleri menkıbelerde bıraktık 
o kadar düştük ki konuşmanın ağına
sesler yükseldi 
sözler irtifa kaybetti
dil kalbin önüne geçti

terbiye eden
terbiye ettiğini değerli görür
yeni değer katmak ister ona bir de
tıpkı ustanın elması işlemesi gibi
değerli olmasaydı emek verir miydi 
o hırçın taşa
haylaza, inatçıya, söz dinlemeze 
hizaya gelmeze 
biçim vermek için 
ter döker miydi
 
öyle de
Rabbi de insanı
sükutun kıyılarına çağırıyor 
eteğinde bekliyor sessizliğin
sözlerini çekmesini istiyor meydanlardan 
indirmesini umuyor sesini
çünkü merhamet etmek istiyor 
kıymetlendirmeyi murat ediyor 
yeni baştan

ötelerin müjdesi eğildi
ümitsizliğin kara perdesi yırtıldı
doğduğunda babasızdı
6 yaşında annesiz kaldı
bir öksüz burukluğuyla
bir yetim kırılganlığı ile yaşadı
çocukluğu duru ve sade oldu
kalbi çöl yalnızlığında kıvamını buldu

hiçbir şeyin yerinde kalmadığı çölde 
geçici gölgelere sığınarak tanıdı hayatı
çok sonraları 
ben ve dünyanın misali
bir ağaç gölgesinde dinlenen bir yolcu gibiyim 
dedi

çocukluğun hatırını hep önde tuttu
bir kız çocuğu hayranlıkla elini tutacak olursa 
ki çok oldu
o kız çocuğu elini bırakıncaya kadar 
elini ellerinden çekmedi
omuzlarına bir çocuk oturduğunda 
secdesini o kalkana kadar bitirmedi

bir taraftan çocukların ağlama seslerini duyduğunda 
namazı kısa kesti
çocukları da kuşları da sevdi
çocukların önceliklerini ciddiye aldı
küçümsemedi 

çocukların kuş yüreklerine teselliler sundu
kuşu ölen çocuğu taziyeye gitti
gözü de gönlü de çocukların gönlü hizasına eğildi 
yeri geldi
çocukla çocuklaştı
yeri geldi
en ağır şakaları sessiz bir tebessümle karşıladı  

*
hicretin 8. yılı cemaziye'l-evvel ayı
elçi haris hazretleri
dimaşk nahiyelerinden belka'a bağlı 
mü'te köyüne varınca
bizans kayzerinin şam valilerinden 
şürahbil bin amrü'l-gassani'nin yanına 
çıkartılmıştı

şürahbil
hz. haris'in efendimizin (s.a.v.)'in elçisi olduğunu
öğrendiği halde hunharca öldürmüştü
elçisinin şehit edildiği haberini alan resul-i zişan 
son derece müteessir oldu
sahabe-i güzin de fazlasıyla üzüldü

o ana kadar resul-i kibriya efendimizin
hiçbir elçisi öldürülmemişti
hz. haris, 
hz. resulullahın şehit edilen ilk ve son elçisiydi
bu vahşice cinayet 
çok büyük bir mana taşıyordu 

doğrudan doğruya 
hz. resulullah ve müslümanları 
gönülden rencide eden çirkin bir hadiseydi
şürahbil bu alçakça davranışıyla 
islama karşı olan derin kin ve düşmanlığını 
ortaya koyduğu gibi, 
devletler arasında cari
elçiye zeval olmaz temel prensibini de ihlal etmişti

hadiseyi değerlendiren resul-i ekrem 
derhal bir ordu teşkil etti 
3.000 mücahitten meydana gelen bu ordunun başına 
kendi azatlısı olan zeyd bin harise'yi tayin etti

resul-i ekrem
zeyd bin harise'yi kumandan tayin ettiğini 
belirttikten sonra şöyle buyurdu
zeyd şehid olursa, yerine cafer bin ebi talib geçsin 
cafer şehit olursa, yerine abdullah bin ravaha geçsin
abdullah da şehit olursa
müslümanlar aralarında kendilerine kumandan seçsin

feraset sahibi müslümanlar 
bu ifadelerdeki ince manayı kavramışlardı 
gözyaşları arasında
ya resulallah, keşke sağ kalsalar da 
kendilerinden faydalansak derken, 
hz. resulullah hiç bir cevap vermeyerek sustu

ya sırasıyla kumandanlığa geçecek olanlar 
onlar da akıbetlerini hz. resulullahın 
bu yüce sözlerinde gizli olduğunu bildikleri halde
yola çıkmada zerre kadar tereddüt göstermediler
emri peygamberiye ruhu canla itaat ettiler
 
evet onlar, bile bile ölüme koşuyorlardı
bu ölüm normal ölümlerden farklı olacaktı 
bu ölüm onları hayat mertebelerinin 
en yükseğine ulaştıracaktı

şehitlik
gönüllerinde yatan tek gaye
i'lay-ı kelimetullah
ruhlarını saran tek arzu şahadetti
işte onları coşkun bir hava içinde 
sefere çıkaran gaye ve arzu bu idi

üç bin kişilik islam ordusu 
tek vücut haline gelmiş
harekete hazır bekliyordu
o sırada efendimiz 
beyaz bir sancak bağlayıp 
komutan hz. zeyd'e verdi

haris bin umeyr'in öldürüldüğü yere kadar gidiniz
orada bulunanlara islamı teklif ediniz
kabul ederlerse ne ala
etmezlerse Allah'ın yardımına güvenerek 
onlarla çarpışınız diye emretti

mücahitleri uğurlamaya resul-i ekremle birlikte 
bir çok müslüman da seniyyetü'l-veda'a
veda yokuşuna kadar gelmişti
resul-i ekrem burada durdu 
mücahitlere şu emir ve tavsiyelerde bulundu

ben, size Allah'ın emirlerini yerine getirmenizi 
yasaklarından uzak kalmanızı
müslümanlardan yanınızda bulunanlara karşı 
hayırlı olmanızı 
iyi davranmanızı tavsiye ederim

Allah yolunda 
Allah'ın ismiyle savaşınız
ahde vefasızlık göstermeyiniz
küçük çocukları öldürmeyiniz
kadınları, yaşlanmış pirifanileri katletmeyiniz
ağaçları kesip yakmayınız
evleri yıkmayınız

Orada nasranilerin kiliselerinde
halktan uzaklaşmış 
kendilerini tamamen ibadete vermiş 
bir takım kimseler bulacaksınız
sakın onlara dokunmayınız

efendimiz (a.s.m.) sonra
ordunun komutanı hz. zeyd bin harise'ye de 
şunları emretti

müşriklerden düşmanınla karşılaştığın zaman
onları üç husustan birine davet et
hangisini kabul ederlerse, onlara dokunma 
sonra onları muhacirler yurdu olan medine'ye 
hicrete davet et

davetine icabet ederlerse
muhacirlerin sahip oldukları haklara 
kendilerinin de sahip olacaklarını 
onların mükellef bulundukları vazifelerle 
kendilerinin de mükellef olacaklarını bildir

eğer
müslüman olup yurtlarında oturmayı isterlerse
müslümanların göçebe araplar gibi olacaklarını 
onlar hakkında uygulanan ilahi hükmün 
kendileri hakkında da uygulanacağını
harp ganimetlerinden kendilerine bir şey verilmeyeceğini 
ganimetten ancak müslümanların 
yanında muharebe etmiş olanların 
faydalanacaklarını haber ver

eğer
müslüman olmaya yanaşmazlarsa
onları cizye vermeye davet et
onlardan, bunu kabul edenlere dokunma 
cizye vermeye de yanaşmazlarsa
Allah'ın yardımına sığınarak onlarla çarpış

eğer
muhasara ettiğin kale veya şehir halkı 
kendilerini Allah'ın hükmüne göre 
teslim almanı senden isterlerse
onları Allah'ın hükmüne göre teslim alma
kendi hükmüne göre teslim al 
çünkü sen, 
Allah'ın, onlar hakkındaki hükmüne 
isabet edip etmeyeceğini bilemezsin

bu emir ve tavsiyelerinden sonra 
resul-i kibriya mücahitlerle vedalaştı
artık islam ordusu 
göz ve gönül yaşları arasında 
medine'den uğurlanmıştı
hz. fahr-i alemin bizzat kendi eliyle verdiği 
beyaz sancak 
başlar üzerinde ihtişamla dalgalanıyordu

sinedeki yürekler
hz. resulullahın sunduğu sözler
verdiği öz ve ruh ile atıyordu
çölün saf, uçsuz bucaksız sinesine 
süzülen mücahitler
kimlere ve hangi diyara gidiyordu

görünüşe bakılırsa suriye hududunda bulunan 
reisliğini şürahbil bin amr'ın yaptığı beylikle 
hesaplaşmaya gidiyordu
hayır…
bu, işin sadece dış görünüşü idi
hakikatte koca bir bizans imparatorluğunun 
gururlu ,kibirli ordusuyla hesaplaşmaya gidiyordu

göğüsleri heyecan 
cihada karşı aşkla dolu mücahitler 
uçsuz bucaksız kum denizini 
at ve deve sırtında aşmaya çalışarak 
yollarına devam ediyorlardı

bu sırada 
şürahbil'in kulağına islam ordusunun 
medine'den hareket ettiği haberi ulaştı
şürahbil hazırlanmakta gecikmedi 
kayser heraklius'a haber uçurarak 
kendisinden yardım dileğinde bulundu

bu arada, 
vadi'l-kura'ya gelip konmuş bulunan 
islam ordusuna karşı da 
kardeşi kumandasında bir askeri kuvveti 
öncü olarak gönderdi
mücahitler vuku bulan çatışmada
komutan sedus'u öldürdüler
birliğini de bozguna uğrattılar 
bu bozgun, şürahbil'in gözünü korkuttu

ilk saldırıyı başarıyla önleyen islam ordusu 
vadi'l-kuran'dan ayrılarak 
şam topraklarından maan'a gelip konakladılar
mücahitler burada korkunç bir haberle irkildiler

bizans imparatoru heraklius
rumlardan 100.000 askerin başına geçmiş
güneye doğru yürüyormuş
harp alet ve malzemeleri bakımından ordusu 
son derece mükemmelmiş

kulakları çınlatan bu haber yalan değildi 
yalan olmadığı için de 
hz. zeyd, mücahitlerin görüşlerini öğrenmek istedi
konuşanların ekserisi şu görüşteydi

resulullah aleyhisselama mektup yazıp 
düşmanımızın sayısını bildirelim
bize savaşacak er göndersin
ya da bu yolda yapmak istediği şeyi 
bize emretmesini isteyelim

o zamana kadar konuşmayan
hep susup dinleyen biri vardı ki
konuşma sırası ona gelmişti
bu hem büyük bir şair
hem de emsalsiz bir kahraman olan 
abdullah bir ravaha idi

komutan zeyd hazretlerinin 
sorusunu kahramanca şöyle cevaplandırdı
vallahi, sizin şimdi istemediğiniz şey
arzulayıp o arzu ile yola çıktığınız şehitliktir
biz insanlarla
ne sayıca, ne silahça, ne de at ve süvarice
çokluk olduğumuz için değil
Allah'ın bizi şereflendirdiği 
şu din kuvvetiyle savaşıyoruz

gidiniz…
çarpışınız…
bunda muhakkak iki iyilikten biri vardır
ya şehitlik ya zafer

mücahitler bu samimi ve yürekten sözleri
sanki abdullah bin ravaha'dan değil de
bir başka alemden kendilerine 
bir seslenişmiş gibi dinliyorlardı 
iman ve cihat aşkıyla yanan içler 
bu sözlerle birden nurani birer alev halini aldı
vallahi ravaha'nın oğlu doğru söylüyor diyerek 
cesaretle düşmana doğru yol almaya başladılar

tarih hicretin sekizinci yılı
cemzziyelevvel ayını gösteriyordu 
yer, mu'te meydanı idi

bir tarafta yüz bini aşan 
gururlu ve intizamlı hıristiyan bizans ordusu
diğer tarafta, üç bin kişilik
hasmına kıyasla gayet az 
harp malzemelerinden mahrum 
hz. zeyd kumandasındaki islam ordusu

birincisinde her şey var
bir tek şey yok 
ikincisinde düşmana nisbetle hiçbir şey yok 
sadece bir tek şey var
iman

uğrunda her şeylerini 
feda etmek duygusuyla harekete geçen 
dinlerinin sahibi Allah'a 
iman ve O’nun yardımına olan itimat…

zahire bakılıp hüküm vermeye kalkıldığı takdirde 
görünen manzara garip bir durum arz ediyordu
kıyas kabul etmeyecek bir çokluk 
azlık karşı karşıyaydı

nitekim
bizans imparatoru heraklius
karşısında bir avuç insanı görünce 
hadiseye bu kadar ehemmiyet verişinin 
manasız düştüğünü 
onları bir anda yok edeceğini düşünmüş olacak ki 
kendisini tutamayarak kahkahalar savurdu

sonra da 
bu kadar zahmet ve külfete 
manasızca sebebiyet verdiği için 
şürahbil'i de tekdir etti

ne var ki
kayser iki şeyi birbirine karıştırıyordu
görünüş ve hakikati.
evet, görünüşte gerçekten 
bizans ordusu göz kamaştırıcı bir haşmete sahipti
ancak hakikatte bu haşmetli görünüş altında 
cılız ve sönük bir ruh vardı

islam ordusu 
görünüşte gerçekten sayıca azdı
silahça güçsüzdü 
hakikatte bu azlığın içinde azametli bir ruh 
bir mana, bir heyecan ve aşk vardı

galibiyetler
muzafferiyetler …
tarihte ihtişamlı görünüşlerin değil
hep azametli  imanın 
büyük ruhun ve haşmetli mananın olagelmiştir

iki taraf artık birbirlerini iyice görmüşlerdi
bundan sonra bekleyip durmak manasızdı
islam ordusunun kumandanı hz. zeyd bin harise 
resul-i kibriyânın teslim ettiği ak sancağı 
omuzlayarak ortaya atıldı.

çarpışma şimşek çakışları süratinde başladı 
bir anda yerler kana bulandı
tekbir sesleri
kılıç şakırtıları 
at kişnemeleri 
yaralı feryatları 
harp naraları 
birbirine karıştı…


redfer

( Nefesine Ateş Bulaşmalı başlıklı yazı redfer tarafından 11.03.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu