
‘’Her şeyin umutsuz bir bakış gibi boşlukta asılı kaldığı bir
dünyaydı… Bu erimiş yalnızlığın tek lekesi, acemi bir karakalem, bir çığlık
gibi düzlüğe çizgiler çeken kavaklardı.’’(Alıntı)
Müsterih olunuz,
sevgili bayım ve asla ve asla basmayınız yüreğime ki bir mayın tarlasından da
farkı yoktur yüreğimde celp eden hazanla cenk eden bitmiş bataryası ise bende
saklı…
Sözcükler dikişsiz
yorgan gibi…
Dişlediğim
sözcükler urgan gibi…
Meylettiğim
ıssızlık babadan miras kanıma ve genlerime sirayet eden uç uç böcekleri efkârın
bam teline basılı sancılı bir oluşum benimki belli ki mutluluk da neşe de
askıda ekmek gibi bekliyor gerçek sahibini.
Sahibesi olduğum şu
çıtkırıldım yüreğin mimarisi duygulardan yola çıkıp da varamadığım yakası
şehrin yankılanan şiirlerim…
Ceberut gölgelerle
var bir hesabım lakin Rabbime havale ettiğim şimdi kurnada şiir kundakta hikâye
kalburüstü duygularımın da merhalesi iken kalem üstüne ant içtiğim dünümden de
yoktur gayrısı.
Havsalamdan taşan
neler yok ki bir o kadar kabımdan taştığım aşikâr aşkın yanılsaması ve dur
durak bilmeden yalpalasam da hedefin odağındayım aslında ruhumun otağı kılcal
damarlarında sözcüklerin kâh voltalar attığım kâh naralar…
Bir kehanetin daha gerçek olduğu…
Sanrıların sancısında kaybolan umutların peşi sıra ve ırmak
akademisinde saklı nemli yüreğim bazen kılımı dahi kıpırdamadığından mıdır ne
taş taşımasam da içime oturan taşın ağırlığı…
Kutsanmış bir şiir olmayı dilerdim an itibari ile de göç
etmeyi.
Ruhumun ifrata kaçan yenilgilerinden arda kalan üç beş şiirle
idare ediyorum işte idamesinde sözcüklerin sicim misali içime akıttığım
yaşlarım.
Suskun göğün Yıldızı.
Yerleşkesi acıların o minval ki: kuram dışı bir varlığım ben.
Hiçliğime eşlik eden kırık tokam ve kaderin yüzüme vurduğu
kadar gerçekleri aymazlığındayım yalnızlığın.
Gerisin geri gidiyor sözcükler kaç zamandır elimde tutuşan
kalemden arda kalan küllerin içinden doğmasını temenni ediyorum kayıp ilhamımın
kayıp satırlarına tohumla serpiyorum.
Bir külfet ki yazamamak.
Rencide edici bir illet ki cümlelerin uzağında kalmak.
Refüze edildiğimse hayat ve işte gümbürtüye giden
yalnızlığım.
Bir taslağı yok artık hayatın tası tarağı toplayıp da
gitmenin zamanı çoktan gelmedi mi?
Hazzın değil ihanetin kundakladığı bir varsayım yaşamak ibraz
etmekten de gına gelmişken hüznün sevici gölgesinde yaşamak da artık ağrıma
gidiyor.
Ağırlığımca altınım olsa ne ki?
Balçıkla sıvansa yüreğimde saklı güneş hiç tutar mı kiri?
Yüzüm düşerken yalnızlığımın eşliğinde soyutlandığım bir
minvalde yaşıyor olmanın verdiği bıkkınlık ve huzursuzluk.
Bir ütopyanın daha devindiği göreceli bir mutluluğa eşlik
eden kalemim ve bozulan kimyam fizik kurallarına aykırı yaşamışlığım kendimi
bıraksam da boşluğa yere düşmediğim…
Ön sözü yok bu gün günün.
Özverisi çok iken ömrümün…
Öğelere ayırdığım ruhum kâh
taçlandığım kâh taşlandığım ve revnak bulutun isyanı üstüne konuşlu olduğum
yalnızlığın verdiği ilhamı aşk bellediğim aşikâr bir sırtlan yüzümü tırmalayan
bir aslan içimde saklı fısıltı ile kükreyen ve debisi mevsimin derdest edilmiş
yüreğimden dökülenler pare pare kutsandığım kadar hüznün lebiderya varlığı çağ
atladığım yetmedi ç/ağladığım…
Eşrafım yitik.
Ahvalim kayıp.
Manidar bir gün göğün gövdesi yaralı
suskunluğumla yamadığım ve yârim kalemin nazı niyazı sadece bana geçerken ve
işte geçtiğim yollar geçemediğim kadar kendimden yine kendimle olan
geçimsizliğimde zırlayan bir çocuk gibi içimde tek ayakta durup tembihliyorum
sessiz olmasını ki…
Hali hazırda gıkım çıkmazken.
Hali hazırda gark etmişken cihana.
Hali hazırda tünediğim mezarım.
Anlık bir mutluluğu genele
taşıyamadığım kadar da yorgun bir ilahı ben sözcüklerin neşrinde sevginin
nesrinde uleması olduğum bilinmezin kat izinde saklı bir vedayım belki de bir
vaveyla.
Günü değirmende öğütüyorsam eğer ki…
Gündemimse değişmezken.
Güme giden ömre kayıtsızlığımla zil
takıp da oynayacak halim yok yani.
Yandan çarklı hüzün rüzgârı.
Yâdımda matem
Yanımda harem.
İçinde yaşadığım hanem.
Hazzın dibinde hüznün çamurunda
yalnızlığın ikbalinde kopuk bir düğme gibi arıyorum hem kendimi hem konacağım
yüreği.