
Kadrajında saklıydı hayaletler en çok
da gülüşüne özendiğim yaralı bir ceylanın sektiği ölüm gibi sınandığım bazense
acılarımın sivrildiği ve asla üstün körü sevmediklerim.
Bir külfetti kimine göre.
Oysaki sevgi ve nice duygu aşkın en
çok da İlahi Aşkın ümmetiydi.
Sessiz yaşayanlar şehrinde saklıydı
umut belki de öykündükleri sadece gürültü idi en çok metropollere özenen o
sessiz şehrin rakımıyla içinde yaşayan insanların rakamının bir birini
tutmadığı.
Şehrin atmosferinde huzur vardı çünkü
şehrin sokakları alabildiğine boştu ve hoşluk getirecek sadece bulutların gözyaşıydı
ve melankolinin ibresinde saklıydı mutluluk elbet öncesinde hayal gücüne esir
düşen insanlara duyulan özlem.
Mevsimi olmayan hayaller kaplamıştı
şehrin üstünü bu yüzden günde dört mevsimi yaşamak asla bir hayal değildi gerçi
hayaller ve hayaletler ve de gerçekler birbirine karışmıştı ama.
Varlığa delalet gök kubbe ve yokluğun
şiarı sessizliğin eşlik ettiği belki de bir korku tüneliymişçesine şehrin
sokakları.
Terk edilen kimse ve hangi yürek ise
aşkın tehir edildiği…
Bozacının da şahidi madem şıracı idi
ve işte dokunulmazlığı sayesinde imkansızlığın sırlarına gömülmüştü insanlar ve
nidaların söndüğü bulutları gözlerini kaçırdığı yağmur bazense bir anda
bastıran tipi gibi.
İmgeler yoktu şehrin dağlarında çünkü
şehrin girinti ve çıkıntıları da düş mahsulüydü ve iklimle duyguların
seferberliği ne de olsa şehir idi tek hisseden ve duygularını bastıran belki de
bu yüzden saniyesi saniyesine uymuyordu havanın.
Ruhların dezenfekte edildiği ıssızlığın
da mahal verdiği o bitimsiz kuytular ve rahvan gölgeler en azından bir hüzün
ırmağına süzülen göz yaşı ihtimali ile şehrin sakinleri de ruhsuzdu şehrin
aksine.
Müdavimi neydi sahi gökyüzünün ve kim
ihbar etmişti de gizlenmişti herkes izbelere?
Renkler cafcaflıydı ve de.
Bir anda da solabilen.
Evreleri ömrün aslında nimetin
güzelliğine eşlik eden çirkin ve biçimsiz çatılar en çok da engebeli olmayan
ruhların o düz çizgide bir ileri bir geri yürüdüğü üzere.
Maviden bir sabah.
Kararan bir öğle vakti.
İkindiye rast gelen hüsran ve yağmur.
Gece oldu mu tüm şehir idi karla
kaplanan ve sabah oldu mu baharın ansızın geldiği ve karları erittiği.
İhlaslı renkler.
İnancın şiarı iken beyaz.
Aşkın simyasında saklı pembe ve
kırmızı.
Hırçın bulutlar şaibeli gölgeler kimsesizlikle
sınanan bir şehrin yüreğinde saklı tuttuğu o ruh ikizi…
Belki de bu yüzden öykünüyordu diğer
şehrin dalgalı denizine ve eşlik eden martılarına simit atmak istiyordu şehrin
şuursuz sakinleri en çok da sahip olduklarının kıymetini bilmeden rücu ediyorlardı
yeni hayallere ve kimse göçüp konacak o diğer şehre aslında sessizlik iken
idame eden ve sitemin nazarında büyüyen bir özlem.
Ne de olsa insanoğlu sahip olmadığına
özenmişti bir ömür ve işte sessiz şehir de özenmişti şehrin sakinlerine belki
de bir vapurdumanı olmalıydı aşkın iz düştüğü ya da bir ıslık martıları uçuran
ve devasa dalgalar gemici fenerini arayan gözleri sandalda kürek çeken
balıkçıların.
Denizi olmayan bir şehirdi şaire
özenen.
Aslında şair idi sessizliğe kucak
açan.
Aslında kimliklerdi kimliksiz kalmaya
şapka çıkaran.
Çömelen dizlerine hücum eden dizeler
ve şehrin ışıklar bir yanıp bir sönüyordu ne de olsa ıssızlığını avutuyordu
sokak lambaları ve iman gücüne sadık kimse aslında biliyordu ki Rabbini gördüğü
ve bildiği kadar hangi şehirde yaşıyor olmanın da önem arz etmediği.
Hüzün vakti doğdu güneş.
Tarlalar kucak açtı gün ışığına.
Söndü sonra feri.
Derken yıldızlar kucak açtı sessiz
şehre aslında g/öç vaktiydi şehir sakinlerinin bir o kadar kalabalık şehirlerin
de kaçkın mizacında saklı iken izdiham.
Biri diğerine öykünüyordu.
Diğeri de bir diğerine.
Ve döngü başına buyruk ekliyordu
zincirleri birbirinin ardına ne de olsa düşlerin pedalı yoktu ne de olsa ruhu
firar etmişti bir kez umudun ve ekmek teknesi aşk olan hüzün kucak açtı
bilinmeze aslında hasretle yoğrulan yürekler çaresizliğin ne anlama geldiğini
biliyordu nihayetinde şehir küstü kendi yalnızlığına aslında yalnızlık küsmüştü
sessiz şehre.
Martılar göç etti.
Öcünü alacak olan kimse diğer şehre
akın akın gitti.
Akan gözlerinde şelaleler peyda oldu
ve nihayetinde Yaratan verdiği her şeye kulp takan insanlara ve şehre lanet
etti.
Artık kar yağmıyordu artık güneş de
kucak açmıyordu tarlalara.
Aslında karanlık çökmüştü üstüne bir
günde kaç kere yalpalıyorsa mevsimler ve de rüzgar.
Sustu başaklar.
Söndü ışıklar.
Tüm şehir sökün etti hücrelerinden.
Tüm şiirler de uydu göç eden şehir
sakinlerine aslında balta girmemiş duygular ormanı da ıssızlığını sonlandırdı
ve yangın bürüdü ormanın gözlerini nihayetinde huzur dileyen kimse hüzünle
sırdaş oldu.
Gölgeler cafcaflıydı.
Rahmetse yok olmaya mahkum ne de olsa
isyan etmişlerdi bir kere ve sahip olduğu her şeyi yok sayan bir şehir ve o
şehrin sakinleri.
Unutulmuş düşler sokağı ise sonsuza
kadar kayıplara karıştı ve şehir silindi yeryüzünden ve kimse yola çıkan yuttu
kalabalıklar onca insanı ve bir şehir iken diğerine öykünen bilemedi de sahip
olduklarının kıymetini.
Büyüdü gözlerinde renklerin acılar ve
devasa bir büyütecin altında insanlara sirayet etti acılar aslında dik başlı her
açı her acıyı sahiplendi ve sonsuzluk dilerken son buldu hayaller ve sahip
olunan her şey yokluğa kavuştu ve rüzgar sustu ve dindi meltem ve erimedi
yağmayan kar aslında sessizlik ve huzur dileyen nice şehre inat şehir içten içe
çöktü ve yok oldu o şehir ve şehrin rakımı ile içinde saklı insanların rakamı
sıfırlandı.
Asla var olmayacak bir hayale kucak
açan şehir ve onca sakini birer metafor olarak sunuldu uzay çöplüğünde fink
atan kayıp ruhlar ve acılar silsilesi sonsuzluğa kadar da hapsoldu o sönmeyecek
karanlığa.
Bir şehir göçtü içinden mevsimin.
Mevsimleri sonsuzluğa uğurladı
Yaratan.
Aslında asla var olmayacak bir hayale
kucak açmışken.
Sustu susturmadığı nefsine yenik
düşen hangi şehirse ve kimse asla bilemedi sahip olduklarının kıymetini ve asla
da bilemeyecekti içine düştüğü boşluğu sonsuzluğa sunan bir yakarışla
lanetlendi insanlar ve ölü şehir sorumlu olduğu ne ise sorun addedilen ve
ihtirasın söndürdüğü nice hayat ve şehir.